24 Nisan 2011 Pazar

Hayata Bakış





Açısı çoğu insanın aynı. Kimisi uçan bir kuş görüyor, kimisi uçan bir et parçası. Yıllar sonra kuş görenlere ise herkes özeniyor, onun gibi olmak istiyor ama ömrü çoktan geçmiş, bitmiş oluyor. Son demlerini yaşıyorken fark ediyor bunu.

Genel profil iyi bir okuldan mezun olmak. Bak olay burada okulun iyi olması. Senin iyi bir öğrenci olman değil. Sonra iyi bir iş sahibi olmak. Burada da mevzu iş. Senin iyi bir çalışan olman değil. Çok az iş yaparak çok büyük paralar kazanman. Gerçi sistem tam tersi. Çok çalışarak az para kazanmak üzerine kurulu bir sistemdeyiz. Daha sonra iyi bir eş bulunmalı. Sen iyisin ya ahah tam sana göre olmalı. Buradaki iyi kriterini sen değil, önce etrafındakiler, dostların, arkadaşların sonra ailen belirliyor. Onunla onlar evlenecek ya. Son sözü onlar söylüyor. Evlendin diyelim. Bir kez daha evlenmen lazım. Şöyle saray yavrusu olmasa da simit sarayı bir ev alman lazım. Prenses ya hanımefendi sizin bir eviniz olmalı, rahat etmeli. Ne yapıyorsun hemen işinde iyi, maaşında çok güzel. Hemen kredi çekiyorsun kenarda da biraz birikmiş paran var. Sonra bilmem kaç yıl anapara ve faiz diye ömrünü bitir. Çalış anam çalış. Bu arada bir tane de araba aldın. Onun taksitlerini de ödüyorsun. Bir gece vakti oldu mu sana bir çocuk. Bir de onun masraflarıyla uğraş. Sonra yıllar yılları kovalıyor, üçün beşin hesabını yapmıyorsun. Her yıl takvimde yaz mevsiminde 15 günlük tatil diye günleri yuvarlak içine alıyorsun. O tatilde de dinlenmek yerine yorulabildiğin kadar yoruluyorsun. Ve yine aynı hengame yıllar yılları kovalıyor. Fark edemediğin şey ise takvimden düşen yapraklar değil, ömründen eksilen günler. Emeklilik hayallerini kurmaya çoktan başlıyorsun. Bir ev şöyle bahçeli, meyve ağaçları, çiçekler, böcekler. Yaşlılığı hesaba katmıyorsun. Emekli olunca dünyanın en mutlu insanı sen olacaksın. Hastalık denen illet seni hiç bulmayacak, ömrün hastanelerde geçmeyecekmiş gibi düşünüyorsun. Çok düşünürsün.

Türkiye'de 90 milyon kişiye sorsan hayata bakış açısı bu çıkar. Herkes hayallerini ertelemenin peşinde. Hep sonra, emeklilikte. Çünkü sistem buna zorluyor. Yaşamak, hayatın tadına varmak için önüne binbir sebep koyuyorlar. Sorsan mutlular, bana sorarsan değiller. He evet mutlu olanları vardır, ki benim tanıdıklarım arasında çok mutlu olanlar, gerçekten mutlu olanlar var. Çünkü hepsinin evliliği aşk evliliği, mantık değil. Bu yüzden çok mutlular.
Bunun sebebi de hayata bakış açıları aynı. Ruh ikizi mi dersin ne dersin bilemem. Birbirlerini bulmuşlar işte.

Benim hayata bakış açım ne bilmiyorum. Kaç derece onu hiç bilmiyorum. Yalnızca ikinci paragrafta anlattığım açıya hiç benzemiyor, bunu çok iyi biliyorum. Ömrümü 20 yıl berbat bir masa başı işinde harcayıp, emeklilik hayalleri ile yanıp tutuşup, arada evlenip ay sonunu getirmek (getirememek) gibi bir düşüncem yok. Gelmeyin üstüme ahah.

Bir gün baktığım pencerede
bir başkası
benim gördüğümü görürse
ya da
ben bir başkasını görmek istersem
görebilirsem söylerim bakış açımı.

Zaten gözlükle bile zor görüyorum ne bakışı ne açısı. Geldiği gibi yaşıyorum işte. Bu gün bir söz okudum.
''Herkes hayatın sırrını arıyor. Aslında hayatın sırrı falan yok.''

Hayat işte, sana geldiği gibi değil sana getirdikleri gibi değil, onların istedikleri gibi hiç değil, istediğin gibi yaşa.

22 Nisan 2011 Cuma

Mektup









Uzaklarda, fiziksel olarak görmediğin, hatta fotoğrafını bile görmediğin, nasıl birisi olduğunu bilmediğin (dış görünüş)  ama çokça konuştuğun özellikle aynı dili konuştuğun birileri olması çok güzel. Aynı dünyada olup aynı dili konuşmak, düşündürmek, güldürmek, mutlu etmek hele de onun tarafından ve senin mutluluğundan onun mutlu olması apayrı bir güzellik. Mutluluğu geçmez sevmelerin, yarası geçmediği gibi.

Yıllar sonra bir mektup aldım. Özenle sarılmış, kaplanmış bir hediyenin içinde.  (Kaplığını bile sakladım) Zarfın içinde bir kartpostal. Kartpostaldaki resim gülümsetti, gülümsetti onlarca kez gülümsetti. Arkasındaki not daha da gülümsetti. Kısa ve öz.

Bana, Sivil Palyaço'ya ve sol yanıma bir not yazmış. Hani şu arızalı tarafıma haha. Anlaşılmaz bir not ama çok anlaşılır benim için.  Bazen bir yabancı, yanınızdakilerden daha yerli oluyor hayatınızda. Boşuna demiyorlar küçük şeyler büyük mutluluklara gebe. Hediye mi en sevdiğim şeylerden işte.

Adı yabancı
Yaşadığı yer yabancı
Yüzü yabancı
Fakat, kalbi tanıdık
söyledikleri bildik
gülümsemeleri içten
tebessümü tebessüm ettiren.

Kartpostala gelince yukarıda resim. :)

18 Nisan 2011 Pazartesi

Öykü'ye

Gelsin.

17 Nisan 2011 Pazar

Sigara




Elinde sigaran
boş gözlerle pencerenin önündesin
bir adım atsan havaya karışacaksın
sigaranın dumanı gibi
biliyorsun sonrasını
yerle yeksan olacaksın
gözlerin sokak lambasına takılıyor
ne ilginç o da tek başına
koca sokağı aydınlatmasına rağmen
bir dikileni yok altında
ışığı kendine
ışığı kendine
bekleme işte
anlasana
ışıksın kendine
yanıyorsun sadece
ben diye diye
sigaran bitmek üzere
bir sokak lambası
bir sen
bir de ay
sizden başka yanan yok bu gece
şu son fırtta
dumanı değil de
gülüşlerini '' o '' yapsana
hatıra olsun bana.

Saçmalı Yorum

Bazen bunları dönüp dönüp okuyorum ve çok güzel  saçmalımışım diyorum kendime. Saçmalamak gibisi yok zaten şu hayatta. Herkes ciddi, herkes doğru ve düzgün. Onlar mantıklı, onlar akıllı, onlar güzel, onlar iyi. Her şey onlar.

içindeki seni anlatır mısın? cesaret edebilir misin sen'i anlatmaya. gün içerisinde ben diye anlattığın herkesin gördüğü bildiği beni bırakıp bana seni anlatabilir misin? dur bir sigara yakalım. yaktım ben, sen de yak. dışındaki beni boşver. yıllardır herkes görüyor onu. herkes seviyor, tanıyor. gülüyor, eğleniyor onunla. bana kalabalıklarda başbaşa kaldığın senden söz et. seni'ni anlat içindeki. bir şarkı iyi gider şimdi. onun en sevdiği şarkıyı açalım, arabesk olsa da. en sevdiğin şarkıyı düşünsene. neden hüzünlü. gözlerin hep boşlukta, sen diye yıllardır dalmışsın bir boşluğa. kimse bilmez boşluklarda bir senin olduğunun. bu arada millerin tadı da fena değilmiş. hep benim oldu, sana da oldu mu? yani olur gibi olup hiç olmadığı oldu mu, bana çok oldu. şarkı felaket. takılır mısın böyle güzel şeyleri berbat kelimelerle tanımlamaya. köpek gibi seviyorum derler. köpek gibi nasıl sevilir lan. insan gibi sev işte. seni insan gibi seviyorum de, demezler. ben dedim, insan gibi seviyorum. kimse peşinde değil zaten. herkes iyi insan olmanın peşinde. insan olmanın peşinde olan az. yok sarhoş falan değilim. oradan bir sigara bir de teselli ver, dedim. güldü tekelin sahibi. o da güldü, gel gör ki soluyor bensiz. biliyorum, soluyor günden güne. gözyaşlarıyla sulasa da kendini, unuttu buralarda güneşini. ışığım demişti. şarkının girişinde piyano sesi var. yağmurlu bir dünya akşamı. dünyamın bir ucunda. dünyan ne kadar senin. benim dünyam çok kişilik. her yıldız kaydığında bir insan ölürmüş. bu yüzden üzülürüm her yıldız kayışında bir damla düşer ayışığında gökyüzünden. belki de gece ağlıyordur ha? ne dersin. bir şey deme sus şarkıyı dinleyelim. etti üç. seçmelisin birini. saat ikiyi on geçiyor, beni de o. beni her gün binlerce kez o geçer de kimse anlamaz. küçük şeyler çok sevilirmiş. ondan mı herkese dokunur sezenin küçüğüm şarkısı. neden bir insanın en güzel günleri küçükkendir. neden mutlulukları ölçtüğü zaman boyundan büyük gelir bu yüzden mi unutamaz dersin. şu hayattan aldığın nedir en büyük dersin. hayat sana hiç ders verdi mi? bana bir kez verdi geçenlerde. hayat çok kısaymış, en uzun kelime sevmekmiş. hiç aklına gelir mi, uzaklarda birinin seni düşünüp mutlu olduğu, adını anıp ansızın gülümsediği gelir mi aklına. yıllar sonra yapayalnızken dikkat et yapa yalnızken bir filmi izlerken ağladın mı? ağla iyi geliyor. ruh bedenden zor ayrılıyormuş, ruhsuz dediklerine aldanma onların. giderken ardına bakma sakın. ardına bakınca bırakamıyorsun hiçbir şeyi ardında. beklemek zor değil biliyor musun, insanın sabrı beklemeye meyilli. asıl mesele tüm kösele, beklediğinin beklenenin gelmemesi ve senin bunu adın gibi bilmen. sahi adın ne senin? neyse boşver isimlerin pek bi önemi yok buralarda. nasıl olsa silinip gidecek. senden geriye gülüşlerin kalacak bir tek. gülüşlerini gülüşleri yapanlar hatırlayacak. yeni başlangıçlar yapmalı insan herkes kaçtı dese de ardından. gitmeli, gidiyorum demeli ya da dememeli. çekip gitmeli, tırnaktan eti çeker gibi. korkuların yüzünden sustun mu hiç, korkuların hep seni geriye götüren adım adım. itirafları sevmem, sevemedim bir türlü. insan neyse o olmalı. itiraf edecek bir şeyleri varsa insanın yazık. suçlu biraz, suçlular itiraf eder yalanları ve gerçeğe dönüştürürler dışındaki beni. o yüzden dedim ya içindeki sen. biliyorum içinde bambaşka bir sen. delilik bu, bitmeli, son vermeli, kaçıp gitmeli. karamsarlık kötü şey, sabah olduğunda güneşin doğacını bile bile gece küsmekse aptallık. gecenin tadı bir başka tadanların kalıyor dudaklarında. bu yüzden mi seviyoruz dersin geceyi. bugün bir fotoğrafa baktım da ne kadar değişmiş fotoğraftaki, fakat o gülüşleri yine aynı, yine o. zerre değişmemiş, sahtekar dedim içimden. yine gülüyordu, hep gülüyordu. demek ki gülmek en sağlam zırh. giyindin mi üzerine acılara diyorsun gelin üstüme. pencereyi açsam, bir kuş olsam, ona uçsam, kalbine konsam. kumruları bu yüzden severim. olamadık bir kumru gibi. kumrular hep yanyana olurmuş, yanyana ölürmüş. birbirlerine yandıklarından mı dersin. yine de hiçbir şey yapmadan sevmek güzel şey. insanı sevdiği değil, sevdiği insanı öldürüyor azar azar. geceleri azıyor mesela benim yaralarım. ben kendimi en çok geceleri yaralarım. karalayan oydu ama ben kendimi ona karalarım. sonunu hiç getiremedim bunun, belki de son onundu oydu son. sonumdu. uzun zaman önce silinen fakat izi kalan bir karalık kalbim sıkıştı yine. en sevdiğimi yazayım mı, hadi yazayım nokta olsun bu saçmalığa.


''kara bir sevda
karası nerden bilmem ama sevda
belki gecelerden
belki gözlerinden
belki de çok sevdiğimden.''

bir palyaçonun sayıklamaları, milattan sonra yalnızlık.

Akıllı gibi bu şarkıyı dinliyorum iki gündür. :)

15 Nisan 2011 Cuma

TÜRKİYE’ DEKİ NAMUS CİNAYETLERİNİN DİNAMİKLERİ

Kitapta takılıp alıntı yaptığım kısım. Bu araştırma üzerinden uzun yıllar geçmemiş. Yakın tarihe ait ve hani mesleği, eğitim düzeyi ''iyi'' kabul edebilecek insanlar var bu araştırmaya dahil olan kişiler arasında. Okudukça kalıyorsun öyle. Kaldım.

Namusun sana göre tanımı ne o zaman diyebilirsiniz.

İnsan olmak. İnsan olmak ne demek, uzun bir soru.

Dürüst olmak geliyor ilk başta aklıma. Her şeyiyle, herkese, kalbindekileri dile getirebiliyor musun? O zaman dürüstsün. Zıttını dile getiriyorsan ne olduğun belli zaten.

Kendi yaptığın herhangi bir şeyi, başkaları yaptığı zaman kısıtlıyorsan ve kendi yaptığını başka şekilde aynısnı başkası yaptığında namussuzluk olarak dile getiriyorsan senin yaptığın nedir? Söyleyeyim, namusluluk.

İnsan olmak deyince, ''güzel'' geliyor aklıma. Güzelden kastım, güzel bir dünya, etrafındaki her şeyin güzel olması için uğraş veren insan geliyor. Sözleri güzel, bakışları güzel, konuşması güzel, hareketleri güzel, varlığı güzel.

Namussuz insan; Hırsızdır, yalancıdır, zalimdir, gaddardır, acımasızdır, onuru ve şerefi için yaşamaz, dolandırıcıdır, etrafındaki herkesi dolandırır. Ezer, yok etmeye, yıkmaya, yıpratmaya, mahvetmeye meyillidir. İnsanlığını kaybedendir.

En basit örneğini vereyim. Yolda bulduğu paranın sahibini arayan kişi namusludur benim için. Araya vicdan meselesi girse de namusludur. Zaten namuslu insan toplumun değil vicdanının sesini dinler. Çünkü bu toplum Namussuz diye binlerce insanı öldürdü, binlerce insanı orospu yaptı.

Namuslu insan, Yalnız İnsandır. Yalnızca insan olmak istediğinden.

Yalnız İnsan

''yalnız insan'ım
çünkü yalnızca
insan olmayı istedim
şu hayatta.''


Buyrun kitapta yer alan tanımlar;

“Namus bizim yaşama sebebimizdir. Yani biz namus için yaşıyoruz. Bilmiyorum ama, namus olmadan hayatın anlamı yok.............. .......... paranız olmayabilir, fakat saygınlığınız olmalı. (Şanlıurfa, 19-22 yaş arası erkek üniversite öğrencileri ile grup görüşmesinden)

“Namus herşeyden önce gelir, özellikle biz Kürtler ya da Doğulu insanlar için namus herşeyin önündedir”. (Adana, bayan, yaş 31, Siirt’ li)

“Çok büyük, uğruna insanların öldürüldüğü birşeydir” (Şanlıurfa, bayan, yaş 16, 3.sınıftan terk)

3A. Kadın ve Kadın Cinselliği Odaklı Namus

Tüm bölgelerde araştırmaya cevap verenler arasında, namus kavramını kadın, kadın cinselliği ve kadının kontrolü ile bağdaştırma yönünde kuvvetli bir eğilim vardı. Bekaret, evlenmeden önce cinsel ilişkide bulunmamak, düzgün giyinmek, bir kadından beklendiği şekilde davranmak, geleneklere göre görevlerini bilmek, bu anlayışta vurgulanan noktalardan bazılarıydı. Çoğunlukla genç erkekler daha katı, orta yaşlılar ise nispeten daha toleranslı idi. Cevap verenlerden bazıları bu görüşü kendi destekledikleri görüş olarak ifade ederken, diğerleri bunu ‘toplumun’ genel görüşü olarak, veya bazı STK üyelerinde olduğu gibi ‘diğerlerinin’ görüşü olarak ifade ettiler. Kendi görüşlerini aşağıdaki şekillerde ifade ettiler:

“İnsan niye çalışır? Hatta niye yaşar ki? Birincisi namusu için, ikincisi günlük ekmeği için. Eğer insan açsa, küçük bir şey yiyip açlığını bastırabilir. Ama namusunu kaybederse, yapılacak bir şey yoktur, geri dönüş yoktur... namus nedir? Namus helalindir. [Helalin kelimesi üzerinde hak sahibi olduğun; sana serbest olan kişi anlamına gelir] (İstanbul, erkek, yaş 25, polis memuru, Adanalı)

“Yaşlıların dediği gibi, “at, avrat, silah”; bu üç şey kutsaldır. Namus karının seni aldatmasıdır, diğer erkeklerle ilişkiye girmeye başlar....... Sonuçta insan namusu ve saygınlığı için yaşar. Ve senin namusun karındır. Eğer sana ihanet ederse, saygınlığın lekelenir”. (Adana, yaş 39, polis memuru)

Anketlerimizde, namusun ne olduğunu sorduğumuzda, cevap verenlerin yüzde yetmişi kadın olduğu söylüyor. Kadınların kendileri bile...” (Batman, kadın, SELIS kadın STK’ ndan)

“Namus beynimiz, kalbimiz ve yaşayış biçimimizdir, fakat ne yazık ki bizim toplumumuz için namus kadının vücudu, kadına karşı davranış şekli, kadının davranışı, oturup kalkması v.s. dir. Bu şekilde kavranılır ve kadını bağlayıcı bir şey olarak ele alınır. Erkek için geçerli bir kavram olarak kabul edilmez.” (Şanlıurfa, erkek, yaş 31, üniversite terk, STK üyesi)

“Namus yalnızca cinsellikle ilgili değildir. Ancak cinsellikten anlaşılan oldukça geniştir. Batman’ da bir kız yalnızca “tüm sevenlerden sevdiklerine” programından şarkı istediği için öldürüldü. Mardin’ de bir kız sinemaya gittiği için, bir diğeri ise düğüne pantolon ile geldiği için aynı sonu paylaştılar... (Batman, kadın, yaş 31, KDM’ den STK üyesi)

“Namus eşittir kadın diyen bir kültürümüz var. Namus eşittir kadın dediğimizde, namus nedir örneğin? Bakışları, saçları, uyuma şekli, eteği, ya da ne bileyim, belki başka bir yeri” (Adana, kadın, yaş 39, Çukurova Üniversitesi Kadın Merkezi’ nden)

“Namus herşeyden iyidir! İnsan namusun değerini bilmelidir. Akıllı bir kadın namusuna leke sürmez, namusun değerini bilir. Kendini erkeklerden korur..... Sürekli ortalıkta dolaşan kadın iyi değildir.... Kadın evde oturur. Yani, çok fazla dışarı çıkmak, yabancı erkeklerle konuşmak iyi değildir.... ayrıca “sehep” in [yani sahip, kadının sahibi olan babası, amcaları, erkek kardeşleri] için saygınlığını korumalısın” (Şanlıurfa, kadın, yaş 70, okuma yazması yok, doğma büyüme Şanlıurfalı)

“Kadın eğer boyun eğerse namusludur; eğer boyun eğmezsen, cevap verirsen, intihar edersen, sevdiğinle evlenmek için ölümü göze alırsan, o zaman namussuzsun..., eğer özgür bir ruhun varsa, namuslu olamazsın....” (Şanlıurfa, yaş 30, 8. sınıfı bitirmiş, Viranşehir Kültür Merkezindeki kadınlar grubu görüşmesinden

“... o zaman namus kocamın, ağabeylerimin hakimiyeti anlamına geliyor, yani benim kişiliğimle alakalı değil, toplum ile alakalı” (İstanbul, kadın, yaş 32, avukat, insan hakları destekçisi)

“Burada namus erkeklerin tekelinde, yani baba, erkek kardeş, amca ve dayılar; kişilerin kendisine ait değil... Şimdi eskisinden farklı giyiniyor olabiliriz, evlerimizde farklı bir yaşam sürebiliriz, fakat namus kavramı hiç değişmedi.” (Şanlıurfa, bir STK olan Yaşam Evi’nde 26-40 yaşları arasındaki kadınlarla yapılan grup görüşmesinden)

Erkeklerin kadınlar üzerindeki kontrolü ile ilgili benzer bir yaklaşım, erkeklerin sürekli kadınların hareketlerini izleyen “namus jandarmaları” gibi davrandığını söyleyen, genç bir göçmen kadın tarafından da dile getirildi. (İstanbul, kadın, yaş 21, lise mezunu, İstanbul’ da doğmuş)

Öte yandan, erkekler açısından, kadınların kontrolü kendi namuslarının belirlenmesinde çok önemliydi. Aşağıdaki sözlerde ifade edilen bu görüş, Adana’ da bir imam tarafından Allah’ın emirlerine uymak şeklinde ifade edildi:

“Namus benim için her şeydir. Eğer evli olsaydım, evlendiğim kız benim namusum olurdu. Kız kardeşim de benim namusumdur, akrabalarım, halam ve amcamın kızları da benim namusumdur. Yani hepsi benim namusumdur. Benim ve ailemin etrafında olup biten her şey benim namusumdur. (Batman, erkek, yaş 24)

“Namus dinimizin emrettiği gibi yaşamaktır. Namusumuzun sınırları aşılmamalıdır. Yani, namus Allah’ın yasakladığı yerlerden uzak durmak, sınırları aşmamaktır. Örneğin, bir erkeğin sadece karısı değil, annesi, kız kardeşleri ve komşuları da namusudur... Erkek, kendi namusunu koruduğu gibi, başkalarının namusunu da korumalıdır. (Adana, erkek, yaş 30, Mardin’li, imam)

Kadın ve kadın cinselliğinin kontrolü merkezli namus yönünden, kızların bekareti, evlilikte sadakatsizlik ve boşanma da tartışıldı.

Genç erkeklerin, özellikle kırsal bölgelerden şehire göç etmiş olanların, kadın kontrolü konusunda daha çok giyiniş şekli, okula gidip gitmeyecekleri, çalışıp çalışmayacakları, kimlerle arkadaşlık edecekleri vs. hususlarını vurguladıkları gözlendi. Diğer taraftan, yaşları ilerledikçe daha toleranslı görünüyorlardı:

“Eski zamanda dedelerimiz peçe takan kadınların namuslu olduğunu düşünürlerdi. Böyle bir şey yok. İnsanın kalbi namuslu olmalıdır, kapalı olup olmaması önemli değildir.” (Batman, erkek, yaş 35, ilk okul mezunu, Siirt’li)

Ayrıca bekaret konusunda da, genç erkekler yaşlılara göre çok daha hoşgörüsüzdüler:
“..... önemli olan bir kızın bekaretidir, eğer onu kaybederse her şeyini kaybeder.” (Batman, erkek, yaş 26, lise mezunu, doğma büyüme Batman’lı)

Genç erkeklerin boşanma konusundaki tavrı da oldukça bağnazcaydı. Orta yaşlı ve nispeten daha eğitimli erkekler sadakatsizlik durumunda boşanabileceklerini söylerken, bazı genç erkekler bu seçeneği tamamen reddetti:

“Boşanmaya kesinlikle karşıyım. Eğer karım beni aldatırsa, onu öldürürüm, ya da bir erkek kardeşi, bir ağabeyi varsa ona kız kardeşini öldürmesini söylerim. Yani, o kadının beni aldatmasına dayanamam.” (Batman, erkek, yaş 34, lise terk, Batman’ ın bir köyünden)

“Eğer karım beni aldatırsa, onu öldürmek yerine, çünkü bu kendimi de öldürmek ve çocuklarımın hayatını mahvetmek olur, ondan boşanırım.” (Batman, erkek, yaş 40, lise mezunu, doğma büyüme Batman’lı)

Öte yandan, kırsal geleneklere bağlı ve/veya güçlü dini bağları olan daha yaşlı, okuması yazması olmayan kadınlar, ve genç fakat eğitimsiz ve çok kapalı geleneksel bir ortamda yaşayan kadınlar hariç; kadınlar genel olarak namus konularında erkekler, özellikle de genç erkekler kadar bağnaz değildiler. Kadınların büyük bir kısmı namus kavramlarını kadın cinselliğine dayandırsa da, büyük çoğunluğu bir kadının sevgilisiyle kaçıp evlendiğinde namussuz olacağını düşünmüyordu. Ayrıca kızlarının okula gitmesini destekliyor ve kocalarının kız çocuklarını erken evlendirmesini engellemeye çaba gösteriyorlardı.

Ayrıca kadınlar, özellikle evlilikte sadakatsizlik durumunda boşanılması gerektiğini düşünüyorlardı; ancak toplum boşanmış bir kadına kötü gözle baktığı ve ekonomik güvenceleri olmaması nedeniyle birçoğu kendisine güvenemediği için, düşüncelerini ifade etmekten çekiniyorlardı. Ayrıca, özellikle akraba evliliklerinde, çift artık birlikte yaşamak istemediğinde, aileler arasındaki ilişkiye çocuklarının mutluluğundan daha çok önem veren aile büyükleri bu beraberliğin sürmesi için ısrar ediyorlardı. Aşağıdaki sözler bu görüşlerden bazılarını yansıtmaktadır:

“Kötü bir koca sokaklardan iyidir.” (Batman, kadın, yaş 42, okuma yazması yok, Siirt’ li)

“Beni dövdüğü zaman, çocukları öldürecek gibi oluyorum. O anda kendimi öldürmeyi düşünüyorum. Ailene geri dönersen, sana destek olmazlar. Doğu’ da böyledir. Ölsen de geri dönemezsin. Çok aç ve muhtaç olsak ta kalmaya mecburuz, başka yolu yok. Yaşamak ve bütün bunlara katlanmak zorundasın. (Adana, kadın, yaş 32)

12 Nisan 2011 Salı

Türkiye'de Ensest ve Namus

Yazacak bir şey bulamıyorum. Kitap biraz bilgi içeriyor biraz değil çokça acı.

Kitaptan; ''bir babanın kızıyla 7 yıl süren ensest ilişkisi olmuştu. hatta kızın adet düzenlerini takip edecek kadar ileriye götürdüğü bir ilişki ve iki kere gebe kalıyor. gebeliği bir şekilde sonlandırıyor baba. kürtaj yaptırıyor, 10'lu yaşlara yakın başlıyor''

Tamamı ise burada.

http://www.unfpa.org.tr/turkeytr/rapyay/ensesrapor.pdf

TÜRKİYE’ DEKİ NAMUS CİNAYETLERİNİN DİNAMİKLERİ adında bir araştırma daha var. Namus bu ülkede hep ''kadın'' olarak tanımlanacak.

Bütün namuslular
kadınların eceline susamışlar.

http://www.unfpa.org.tr/turkeytr/rapyay/namuscinayet.doc

En alttaki link ise rapor ve yayınlar başlığı altında araştırmaların tamamını veriyor. Kitapların üstüne tıkladığınızda pdf formatında açılıyor.

http://www.unfpa.org.tr/turkeytr/raporyayin.htm

9 Nisan 2011 Cumartesi

Saint Pierre Kilisesi





Antakya'da bulunan kilise dünyanın ilk kilisesi olarak varsayılıyor. Mağaranın içi oyularak yapılmış ve birbirine bağlı bir kişinin ancak girebileceği tünellerden oluşan odamsı yerler var. büyük ihtimalle kaçmak ya da saklanmış için yapılmış.

Eğer yolunuz düşerse uğrayın buraya. Bekir Baba'yı bulun. Size incirden yaptığı rakı(boğma) yanında getirdiği portakal, elma, greyfurt'tan ikram edebilir. Ve size hem kiliseyi hem de Antakya'yı anlatabilir. En güzel tesadüflerden birisini yaşadım hem de dağ başında. Bazen çakmağı unutmak işe yarıyor.



Bu heykel, kabartma artık her ne denirse dağın yamaçlarında ve bak şaşır dakikalarca.







7 Nisan 2011 Perşembe

Nereden Bileceksiniz

Bir telefon geliyor, ucundaki ses;

-atla gel.

Özledik diyor.

- tamam

diyorum.

iki üç t-gömlek bir kaç pantelon hazırlayıp atlıyorum. Gidiyorum, aklımı bile arkamda bırakıyorum. Yol boyunca uyumuyorum. Demiştim hayatımın en güzel yolculuklarından birisiydi, keyifliydi. Uyuyamadığımdan değil yoksa.

Gülüyoruz, eğleniyoruz, geziyoruz, gülüşleri tebessüme katıyoruz. Sokakları portakal kokan bir yerlerde geziniyoruz gecenin bir vakti. Denize sıfır bir cafede oturuyoruz saatlerce, anları ya da anıları dinliyoruz. Sonra hani hep filmlerde olur ya 'küçük yerlerde büyük mutluluklar' onlara rastlıyorum. Herkesin yüzü gülüyor, mutlu insanlar. Gülüşleri gerçek ve içten. Bir nehrin kenarına gidiyoruz. Balık tutan insanlar, nehirde ördekler, hava sıcak, öylece etrafı izliyorum. Huzur nehir gibi akıyor içimden.

-Burası ne güzelmiş, diyorum.
+ he ya hacce, diyor.

Canım. Hacce'nin kim olduğunu karıştırmayın, iyidir muhtemelen iyi biridir. Dünya tatlısı üşür diye kalkıyoruz. Yürüyoruz, etrafı seyrede seyrede.

-Para mutluluk getirmiyor hacce.
+ Farkındayım, biliyorum.

Bak şu binanın tepesinden aşağıya atladı diyor. Değer miydi diye düşünüyorum. Belki o da aynısını söyledi atlarken ''Sen güzelsin, hayat değil''. Hayat hiç bi zaman güzel olmadı ki. Sonra aklıma bir söz geliyor.
''Biz bir hiçiz aradığımız her şey.'' Vermeden çok şey mi istiyoruz hayattan, etrafımızdan, kendimizden. Bilmem.

Sıkıldıysan, üstüne üstüne geliyorsa herkes, her şey, batıyorsan dibe doğru. Kaç, kurtul değil. Kaç, uzaklaş bir süreliğine. Ardına bile bakma. Al kendini yanına ve git. Gideceğin yerde seni nelerin bekleyeceğini düşünme. Güzel şeyler bekliyor inan bana. Belki bir zeytin dalı uzatır hayat sana. Bu fırsatı kaçırma.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Yeniden Doğmak



Yeniden doğmak, kulağa ne garip geliyor değil mi? İnsan bir kere doğar ve bir ikinci şansı yok gibi gelir her seferinde. Yaşadıkça mutlu olacağına inancı azalır. Sanki bütün dertler, acılar onun üzerine gelir gibi olur. Her şey onu bulur deyim yerinde. Nerede çıkmaz sokak varsa ayakları o sokağa gider. Yorulur, onca yolu geri yürümek istemez. Ayakları bir türlü geriye gitmez olur. Yormuştur onu çıkmaz sokakların başına dönmek. Her defasında aynı şeyleri yaşamıştır. Ne zaman ''bu son'' dese tekrar başa dönmüştür. Her son yeni bir başlangıç olmuştur, acıları biriktirmek için.
Ve bu süreç içerisinde bir türlü yeniden doğamaz. O eski kendine bir türlü kavuşamaz. Elinden oyuncakları alınmış çocuk misali küser. Hayata, insanlara, dünyaya en çok sevdiklerine bile. Kabullenir bu durumu ''olmuyor'' der içindeki ses kulağına usulca.

Fakat bir gün bi şeyler olur. Güneş bi başka doğmuştur. İçinde garip anlamı olmayan nereden geldiğini bilmediği bir kıpırtı vardır. içindeki çocuk yeniden sarılmak ister bir şeyleri. Tutar ellerinden sarıl bana der. Ayağa kaldır bizi der. Yeniden, ''yapabilirsin, başarabilirsin'' der içindeki çocuk kulağına usulca. Hayat İkinci bir şans veriyor insana, hatta kartallara bile.


''Kartallar kuş türleri arasında en uzun yaşayanlardır. 70 yıl yaşayabilirler. fakat bu yaşa ulaşmak için 40 yaşında ciddi ve zor bir karar vermek zorundadırlar. 40 yaşına gelen kartalların pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve avlarını tutamaz hale gelir. gagası uzar, kanatları yaşlanır, ağırlaşır ve uçması zorlaşır.

bu durumda kartal iki seçimden birini yapmak zorunda kalır;
ya ölümü seçecektir,
ya da yeniden doğuşun meşakkatli sürecini göğüsleyecektir.

yeniden doğuş süreci 150 gün sürmektedir. eğer kartal bu yönde karar verirse dağın tepesinde uçmasına gerek olmayacak bir kaya duvara gider, bu kaya duvarda yeniden doğuş sürecine girer.

önce gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar. en sonunda gagası sökülür ve düşer. bir süre gagasının çıkmasını bekleyen kartal gagasının çıkması üzerine yeni çıkan gagasıyla pençelerini söker ve bir süre de pençelerinin çıkması için bekler. bir süre sonra pençelerinin de çıkmasıyla bu kez kart tüylerini yolar. 5 ay sonra kartal kendisine 20 yıl veya daha uzun süre yaşam bağışlayan yeniden doğuş uçuşunu yapar.''

5 Nisan 2011 Salı

Kendinden Bahsetsene Biraz

Biraz önce bir şeyler okuyordum. ''Kendinden bahsetsene biraz'' cümlesi geçiyordu içinde. Gerçekten hayatınızda yer alan insanlardan kaçı sizi tanıyor. Kaç tanesi sizi gerçekten ama gerçekten olduğunuz gibi tanıyor. Gözlerinizin içine baktığında söylediklerinizi duyuyor. Hayatınıza giren insanların kaç tanesine kendinizden bahsettiniz. Ne düşünür, ne söyler diye aldırmadan hayallerinizden, yapmak istediklerinizden, sevdiklerinizden bahsettiniz. 'Kendinden bahsetsene biraz' diyen birisi ne demek istiyor acaba. Gerçek mutsuzluklarınızı dinler miydi? Ağladığınız, üzüldüğünüz sizi acıtan acılarınızı dinler miydi? Kendinden derken ne demek istiyordu. Sen anlattıkça seni can kulağıyla dinler miydi? Galiba anahtar soru bu ve cevabı ''hayır'' Çünkü, hiç kimse kendinden bahsetmiyor.

Kendinden bahsetsene biraz deyince aklınıza ne geliyor.

Yaşınız
Okuduğunuz okullar
Göz ve Saç rengi, Boy, Kilo
En önemlisi bu ''burcunuz, burçlar''

En son kime kendinizden bahsettiniz? Aklıma bir söz geldi. ''Kelimeler yüzlerden daha sahicidir bazen'' Bu yüzden belki de insan kendindi konuşarak değil de yazarak anlatmayı yeğliyor. Dinlenmediği bildiğinden mi yoksa anlam verilmeyeceğinden mi.


Bu kısım editli kısım.

Bak şu anda (05:00) birisi bana kendinden bahsediyor. Ama gerçekten kendinden bahsediyor. Sorma anlatmam. Gülüşlerinden de, gözyaşlarından da bahsediyor. Adı- okulu- yaşadığı yer- burcu- hepsi önemsiz. Biliyoruz önemsiz olduğunu o da ben de. Sadece kendimiz varız. Kendimizden bahsediyoruz.


Kendinden bahsetsene biraz
hani o hiç kimseye anlatamadığın senden
herkesin neşeli bildiği hüzünlü seni anlat bana
kimselere anlatamadığın acılarını
yalnızken akıttığın gözyaşlarını
aynadaki aksine olan nefretini
kendinden bahsetsene biraz
bırak işini, bitirdiğin okulu
bırak en sevdiğin dizileri
bırak en sevdiğin hobilerini
bana gerçeklerini anlat
sevdiğini anlat bana
onu nasıl sevdiğini
gitmek istediğini anlat
hayallerini anlat bana
her gece yastığa başını koyduğunda
içtiğin zaman ilk aklına geleni
boşluğa daldığında gözlerinin önüne geleni
ve herkesin boşluğa baktığını zannettiği seni
anlat bana kimseye edemediğin itiraflarını
kendinden bahsetsene biraz
soru sormam
gülüp geçmem
alay etmem
seni olduğu gibi dinlerim
seni olduğun gibi dinlemek isterim
bana onların tanıdıkları seni değil
bir tek senin bildiğin kendini anlat
cesaretin var mı
varsa
kendinden bahsetsene biraz.

Kaçmak


Sığınmaktır mutluluğa. Kaçmak, garip bir mutluluk verir insana. Bilmediğin, tanımadığın insanların yanına daha önce yaşamadığın bir yere. Ne olacağını, seni nelerin beklediğini bilmeden. Anı yaşamak belki de. Rüzgar nereden eserse essin bırak aklın o rüzgarda savrulsun. Düşünme sadece yaşa. Kaçmak garip bir mutluluk verir insana. Sıkıldığın, bunaldığın, daraldığın an uzaklaşacaksın seni boğan ne varsa kaçacaksın ardına bile bakmadan. Ardına bakarsan kaçamazsın. Berbat trafikten, iş stresinden, büyük denilen berbat şehirden, seni üzen insanlardan başka bir dünyaya. Her gece yatağa uzandığında düşündüğün o çok büyük sorunlarından eser kalmıyor, hepsini unutuyorsun. Aslında seni bu hale getirenlerin o önemsiz sorunlar olduğunu anlıyorsun.

Yüzünde anlamsız tebessümlere sebep oluyor. Beklenmedik mutluluklara, yeni insanları tanımana biraz olsun yaşayamadığın hayatından tat almana sebep oluyor. Hele kaçtığın yerde en yakın dostun/arkadaşın varsa. Konuşmadan seni anlayan, seni senin kadar iyi bilen birileri varsa. Onun gözlerine baktığında kendi gülüşlerini yakalıyorsun kaç, git onun yanına. Çok kısa bir zamanda gülüşlerinin gerçek olduğunu anlayacaksın, aynadaki aksin bile gülümseyecek sana. Ben bu dünya tatlısına kaçtım. Gölgem bile mutlu.

4 Nisan 2011 Pazartesi

İkimizin Arasında

Korkularım var
beni senden uzaklaştıran
aklımı alan
acaba diye sorular
asla cevaplanmayan
sorulmayan
cevapsız kalan
ikimizin arasında
korkularım var
ya biterse diye
başlamadan
ya giderse benden
benim olmadan
ikimizin arasında
bir biz var
ikimizin bildiği
ikimizin sustuğu
ikimizin ikimiziyiz
ama halen bir biz değiliz
benim korkularım var
peki ya senin
senin neyin var?
benim dediklerimle
demek istediklerim arasında
korkularım var.

2 Nisan 2011 Cumartesi

Defne


Sokak lambasının altında bir köpek ''kimsin'' der gibi bana bakıyor. ''Uykusuzum'' der gibi ona bakıyorum. Bir sigara yaktım sonra.
O da yaktı desem hadi len diyeceksin. Hava sıcak benim havamda sıcak.

Hayatım boyunca yapmış olduğum ve bir daha yapabileceğimi zannetmediğim yolculuğu yaptım. Yazı aramızda ağladım, sonra akıllı gibi tek başıma güldüm. 4 tane film izledim, arada bi tane şiyir bile yazdım. Kaçmak bazen güzel geliyor. Hele böyle şekil defne'de görüldüğü gibi bir mutluluğa kaçmak epey iyi geliyor. Gecenin bu saatinde ne halt ediyorum dersen uyku tutmadı yine. Yatak çok rahat ve bu rahatlık battı. Yastığımın altına anahtar bile koyduk uyuyalım diye ahaha. Yok ne rüya gördüm, ne uyuyabildim. 2 saat anca uyumuşumdur. Fakat o uykusuzluk suratsızlığı yok.

Öğlen tam yurtdışında insanların saygı ve sevgisinden bahsediyorduk. Arabayla gidenlerin yol vermesinden tut da hiç tanımayan birisinin selam verip dostça gülümseyip geçip gitmesine kadar kadın erkek fark etmeden.
Aynı dakika sanki bizi duymuş gibi yaşlı amcamız tanımıyoruz,
''sevebilir miyim'' dedi, beni değil defne'yi. Elbette dedik, bu güzellik sevilmeyecek de ne sevilecek. O değil de defne'nin fotoğrafta durduğu gibi durduğuna bakın. İlk defa gördüğü birine asla gitmiyormuş, ağlıyormuş beni görünce ağlamadı, direkt kucağıma geldi, kırık ve kocaman burnumu oyuncak belledi haha ısırmaya çalışıp duruyor ha bire bi tane dişiyle. Zeytin karası kömür gözlerini dikip bakması yok mu fotoğraf çekileceği zaman anlıyor poz veriyor pirenses i'li pirenses bu. Palyaço'sunun bitanesi. Şu gül kadar defne bile anladı yani. Boşver neyi anladığını.

Ne diyordum saat 5 küsür. Ezan okunuyor. Uykusuzluğun körü yarın başka bir şehir. Sonra başka bir şehir. Akıllı gibi dolanıp duracağım. Palyaço oldum düştüm çöllere.

''güneş bakışlım
ay ışığı nakışlım''

devamını yazmıyorum çünkü şok güzel.
Ben giderim denize haha.

Kısaca

Fotoğrafım
Email: sivilpalyanco@gmail.com