31 Aralık 2010 Cuma

2bin 1bir

Unutamayacağım bir yılı geride bırakıyorum. İkinci bir hayat belki de. Şans, insanın yüzüne bir ya da iki kez bilemedik üç kez gülermiş. Birincisinde çok pis sırıttı bana, ucuz atlattım. Aklımda kalan ''küüüütttt'' diye bir ses ve içimdeki sesimin söylediği bir kelime ''gidiyorum'' sonrası boşluk saniyeler süren en uzun boşluk. Herhalde ömrümün sonuna kadar aklımdan çıkmayacak.

Sonrası hep komedi, şu bendeki sinir pek az kimsede var diye düşünüyorum. Manzaraya bak şimdi. Yerde acı içinde kıvranıyorum. Göl haline gelmiş su birikintisi içindeyim, yağmur bir yandan, rüzgar diğer. Üşüyorum, yüzümü göremiyorum ama yüzümden akan şeyin yağmur damlaları olmadığının farkındayım. Elimi yüzümde gezdiriyorum. Yağan yağmurun rengi kırmızı :)) elim kıpkırmızı. Aldırış etmiyorum, inan etmiyorum. Kafamı kaldırıp ayaklarıma bakıyorum, şükür diyorum hafifçe hareket ettiriyorum, o an buna seviniyorum. Başımı kaldırıma dayayıp sağ tarafımın üzerine kıvrılıyorum.

Hep küfür ederdim o bilinçsiz ve telaşlı kalabalığı yaralı insanın başında gördüğümde televizyonda. Ambulans gelene kadar adam hayattaysa ne mutlu ona. O an hatırladıklarım;

- Arabaya atalım hemen.
- Adam ölüyor.
- Boynunun altına bir şey koyun.
- Ambulans geç gelir bu trafikte, tutalım arabaya koyalım.
- Adın ne.
* Çarpan arabanın plakasını alın.

Palyaço- Ellemeyin, dokunmayın bana, ambulansı arayın yeter, bilincim yerinde kendimdeyim. Sadece omuzum kötü. Yüzüm hariç, göremiyorum ya.

Aradan 10 dakika geçti, o telaşlı kalabalık bana dokunamamanın, iyilik yapamamanın derin üzüntüsü içinde kahroluyor. ahaha cidden bak, içi içini yiyor hepsinin. Birisi yine kalabalığı gaza getirmeye çalışıyor.

- Bu ambulans gelmeyecek, şu arabaya atalım hemen.

Acı içinde adamalara nasıl bağırdım biliyorum.

- dokunmayın banaaa, ambulansı arasın birisi (sinirden ağlamaya ramak var)

Böyle diyince haliyle sustular, neyseki 15 dakika içinde geldi ambulans. Sonra ver elini hastahane. Ambulansta ilk müdahaleyi yaptılar. Yüzüme hemen sargı bezi pamuk vs. Acil tarafından giriş yaptık. Acilde ilk olarak pansuman odasına soktular. Sağ gözümün üstünde sargı bezi varmış ve nasıl bir kırmızı renge bürünmüş anla işte.

- omuzun ve burnun kırıkmış galiba, şimdi yüzüne pansuman yapıp dikiş atacağız. Ama gözünde de sorun var gibi.

+ Bilmiyorum.

Doktor suratıma dikişleri attı, sıra geldi gözüme. Gözümde bir şey yok diye düşünüyorum, tabi o manzarayı görmediğim için. Zaten kapalı gözüm, sol gözle bakıyorum. Sargı bezini gözümün üstünden kaldıramıyor doktor. Hani böyle yaraya bakamazsın, için kalkar, suratını ekşitirsin ya aynen öyle bir surat ifadesi.

Ben ne yaptım o an? Güldüm, bildiğin güldüm doktorun o haline.

- bi şey yok, gözüm sağlam, korkmayın.

Doktordaki rahatlamayı anlarsın artık. Sonra sedye üstünde oradan oraya sürüklenme macerası. İnsanların acı dolu bakışları içinde ''yaşıyorum, hayattayım ya sen ona bak'' diyememek.

En komik anları ise hastane odasında yatarken yaşadıklarım.

hemşire- geçmiş olsun, trafik kazası mı?
palyaço- evet, trafik kazası.
hemşire- arabayı siz mi kullanıyordunuz?
palyaço- yok, ben kendimi kullanamadım.

Sol kol parmaklar dahil kullanamamaktayım.Vücuda sarılı, aleni olarak bellidir ve bütün serumlar iğneler sağ koldan yapılmaktadır. Artık serum için taktıkları kelebek eskidiği için yenisini takacaklar ve eskisini çıkarır hemşire hanım.
İğneyi koldan çıkarır, pamuğu kan çıkan noktanın üstüne getirir ve

hemşire- pamuğu bir kaç dakika basılı tutun.
palyaço+ neyle?

Ameliyattan sonra röntgen çekilmek üzere röntgen odasına gidilir. Görevli stajer hemşire ya da öğrenciler vardır.

- Şimdi hafifçe sağa dönün.
- Şimdi yan durun.

Sol elimi tutar hiç beklemediğim bir an.

+ Bıraaak (diye bağırırım bir güzel kurbağa gibi.)
+ Tutuşalım desem sapık muamelesi yaparsınız.

Röntgen odasındaki herkes yarılır.

En komiği Hasan amca galiba. Tam karşımdaki yatakta yatıyordu. 93 yaşında, aklı gelip gidenlerden(diye biliyorduk).

Her boş kaldığında üstündeki nevresimi kafasına geçirip bir şeyler yapıyordu. Herkesin düşüncesi aynıydı, ''yazık yaşlı, ne yaptığını bilmiyor''. 3 gün boyunca
üzerindeki nevresimi kafasına geçirip bir şeyler yapıyordu, kimse buna bir anlam veremeyir ve kızıyordu.

Nevresimin iç yüzü daha sonra anlaşıldı. Üzerindeki parayı nevresimin içine atmış Hasan amca ahahah, gitti paralar tabi, her gün değişiyor nevresimler.

Asıl el bombası ise annemden geldi. Dedim ya acı içinde kıvranırken bile gülüyordum, bu sefer gülme krizine girdik ikimiz.

Kolumda saat yok, telefonumu kullanamıyorum. Saati sorup duruyorum, yataktan pek kalkmadım bu süre zarfında.

- Anne saat kaç?
+ üç.

Kafamın üzerine doğru bir bakış atıyor, bir kaç saniye geçiyor ve saati söylüyor. İçimden arkamdaki duvarda saat var herhalde diye geçiriyorum. Bu yaklaşık 3 gün sürüyor.

- anne saat kaç?

bir kaç saniye duraksama ve

+ yedi.

saatlerde hemen hemen söylediği saatler genelde üç aşağı beş yukarı tutuyor. Sonra tuvalate gitmek için yataktan kalkıyorum, gidip geliyorum. Geldiğimde yatağın üstüne oturuyorum ve etrafa bakınıyorum. En son aklıma arkamdaki duvarda asılı duran saat geliyor.

Duvara bakıyorum saat yok. Ulan 3 gündür annem duvara bakıp saati söylüyor, nasıl olmaz saat. Annem geliyor.

- anne saat nerede?

cevap veremiyor, gözleriyle işaret ediyor, orada der gibi.

ikimiz de aynı anda nasıl kopuyoruz anlatamam. Aralıksız yarım saat gülüyoruz. Manzara da kol sargılı omuz ve burun kırık, suratta dikişler yara bere içindeyim. gülmekten yerlere yatacağım o halde.

3 gün boyunca oksijen tüpünün göstergesini saat zannetmiş. Bana üzülmekten aklı gitmiş kadının, ''ben ne yaptığımı biliyor muyum üzüntüden'' diyor sonradan. :)

Bu kadar şeyi niye yazdım, hayat kısa be arkadaşlar en berbat anımda bile gülüyordum. Daha kötü olsa yine güler miydim? gülerdim büyük ihtimal. Arada yazmadığım bir çok şey var gülme krizlerine girdiğim dalyaço ile beraber. Şimdi mi sıkı sıkıya sarılmadım hayata ama güzel tarafından bakmaya çalışıyorum. En azından o tahmin ettiğim, tahmin ettiğimiz kadar uzun olmadığının farkına vardım, aydım.

Ve en gerçek şeylerden bir tanesini arkadaşımın abisi suratıma vurdu. Tek bir soru sordu bana herkesin dediğinden farklı bir şey. Sustum kaldım karşısında, belki verecek bir cevabım vardı ama veremedim, sustum sadece.

Onun için hayat kısa, ertelediğin şeyler sensin aslında. Kendini, mutluluğunu, hayatım benim dediğin hayatını erteliyorsun.

Mutsuzluk yanı başında, soruyorum sana, Kim mutlu ki? en mutlu diye düşündüğün insan bile mutsuzluktan ölüyor. Onun için mutsuzum diye söylenme, erteleyerek es geçtiğin mutlulukları yakala ve keyfini çıkar. Çünkü hayat bana verdiği gibi ikinci bir şansı sana vermeyebilir. Ölüm sana ne kadar uzak değil mi? Bana da öyleydi, halbuki her an ensemdeymiş, kırmızı burnumun ucundaymış. Öldüğünü düşündün mü hiç? Ben bu süre zarfında düşündüm. İçimde neler kalırdı diye düşündüm. Çok şey kalırmış meğersem. Sevgi sözcükleri bunun en başında geliyor. Söylenmemiş cümlelerin hasreti dudağımda kalırdı. Yapamadıklarım, yapmak istediklerim.

Yarın diye bir şey yok. 2011'de bunu aklına yerleştir ve öyle yaşa.

Mutlu yıllar yerine;

Sevdiklerinle, hayallerinle, gerçekleşenlerle, gerçekleştireceklerinle

Mutlu bir hayat diliyorum Hepimize.

Ve son bir şey, bir çoğunuzla yüzyüze gelemesek de, çok uzun şeyler paylaşamasak da sizi seviyorum.

Uzaklardaki Kız

En son ne zaman yüzyüze geldim diye düşündüm. 4 yıl geçmiş üzerinden. 4 yıldır görmemişim. 48 ay, 1460 gün çok saat eder. gözden ırak olan gönülden iran oluyor mu? bence olmuyor. aksine özledikçe daha da seviyorsun. özlendikçe daha da seviliyorsun. dile gelmiyor ama bir şekilde her iki tarafta bunu biliyor. bir kız var uzaklarda; yıllar önce hayatıma girmiş, sevgisinden bana da bulaştırmış. bir sevgiyi yumak haline getirip bin yapıp birinin etrafında sevgi çiti yapmış ya da tanımsız bir şey işte. bu yüzden herkes kıskanmış onu, nefret etmiş. sevgisini, gülüşlerini, emeklerini, güzelliğini her şeyini kıskanmışlar. sesi bile bir başka güzel, gülüşleri gibi. çok şey var ona ait aklımda bunlardan bir tanesi şu;

''uzak bir şehirde can sıkıntısından internet cafeye girdim, geçtim bilgisayarın başına. maillerime, üye olduğum sitelere baktım. can sıkıntısı had safhada yine. msn'i açtım, bir kaç kişi vardı online olan.

en sevdiklerimden bir tanesi daha online idi. selamlaştık, ordan burdan konuştuk. sonra nerede olduğumu sordu. bulunduğum sokağı, cafe ismini sordu. haliyle bir anlam veremedim. biraz daha konuştuk. 'ben işyerindeyim, öğle yemeğine çıkmam gerekiyor' dedi ve gitti. yine başbaşa kalmıştım kendimle. aradan 5 dakika geçti. bilgisayara öyle bir kaptırmışım ki kendimi, ne cafedekileri, ne içeriye girip çıkanları görmüyorum.

arkamda birisi varmış. halen farkında değilim. öyle bir sarıldı ki boynuma, canım diyordu sarıldıkça. sesinden tanımıştım biraz önce konuştuğum güzel insandı ve o an hıyatımda yüzlerce kez sevdiklerime sarılsam da unutulmayan sarılmalara girmişti. hatırladıkça yüzümde eşsiz bir tebessüm oluşturur o güzel insan.''

öyle samimi, öyle içten, öyle sevecen, menfaatsiz sevenlerden. bir bir nefret etse de, sırayla kötülük yapsa da bu uzaklardaki kıza sevdikleri, değer verdikleri hiç değişmedi benim için yeri. en güzel yerlerden birini ona ayırdım ve hep öyle kalacak. biraz önce korkuyla karışık bir ses tonu ile sordu; ''iyi misin'' diye. elbette iyiyim, sesini duyup kötü olmamı mı bekliyorsun. uzun uzun konuşuldu ve konuşma biterken halen şen kahkahalar atılıyordu. hep mutlu ol uzaklardaki kızım, dolareboistim. :)

''bir kız var uzaklarda,
çıtı pıtı simsiyah gözleri olan
kısacık saçları al yanakları,
özünde sevmek olan

tanımadığı hayatların mutluluğu için uğraşan,
onlar için uykularını kaçıran
bir kız var uzaklarda
sevmekten yola çıkan
bir sevgiye binlercesini katan,
onların mutluluğundan kendine pay çıkaran

bir kız var uzaklarda
başkalarının hayallerini kendi hayallerinden üstün tutan
bir kız var uzaklarda
kalbimde en üst köşede yerini alan.''

23 Aralık 2010 Perşembe

Yalnızlık Kırıntıları

An sızın önüne çıkar temizlediğini düşündüğün ne varsa, kıyısına köşesine dökülmüştür. uzun zaman sonra fark edersin halının altına birikmiş tozlar gibi o kırıntılarda gözünden kaçmıştır. dönersin geçmişine, yeniden yaşarsın geçmemişçesine. işte o zaman an sızın olur. tam şuranda, sıkışırsın ona. anılar sıkıştırır, pişmanlıklar sıkıştırır, keşkeler dile gelir. susturamazsın sessizliğini seni sağır eder, içinden haykırırken.

sokakta, otobüste, evinde, bir kitabın sayfaları arasında, yemek yerken, uyumadan önce, sabah uyandığında, eğlenmeye çalışırken, gülerken, ağlarken kısacası yaşamaya çalışırken yalnızlığın tokat gibi vurur suratına. kırıntılar bir bir çıkar karşına.

bir kare ya da yüzlerce kare fotoğraf ikinizin olduğu.
bir iltifat, sadece onun ettiği.
bir şarkı, yalnızca ikinizin sevdiği.
bir yıldız, ikinizin tuttuğu.
bir hayal, ikinizin kurup gerçekleştiremediği.
bir çiçek, ellerinde solan defterin arasında saklanan.
bir hediye, kimsenin senin gibi anlamlandıramadığı.
bir sarılış, onun gibi kimsenin sarılamadığı.
bir öpüş, dudaklarına nokta olarak koyduğu.

dökülmüştür her bir yere
yalnızlık kırıntıları
kimsenin anlam veremediği
atıyor sandığı kalbinin
kırıklıkları
temizleyemez onları
gecenin bir yarısı
akıttığın gözyaşları.

16 Aralık 2010 Perşembe

Merhabalar

Merhaba, yaşamak için can veriyordum. :Faydası oldu gibi, gibi. Uzun ve komik bi yazı yazarım buraya. Çünkü, acı içinde gülmekten kıvranıyordum.

İyiyim, hayattayım. :))

Hayat çoooook kısaymış kıymetini bilin.

9 Aralık 2010 Perşembe

Eski Bir Saçmalık (saçmalı yorum-3)

Yıllar önce bir evdeyim, tek başıma. radyoda bir şarkı çalmaya başlıyor. şarkıyla beraber önümdeki deftere bir şeyler karalıyorum, dur durak bilmeden yazıyorum. sayfalara kusuyorum adeta içimde ne varsa. ne yazdığımın farkında bile değilim. sonra bir arkadaşım geliyor, okuyor yazdıklarımı. soruyor, kim yazdı bunları? ben diyorum, gülüyor, inanmıyor. tıpkı dalyaço'nun inanmadığı gibi. zararı yok. yırtıp attım belki o satırları, arasam bulurum belki de, saklarım acıları kıyıda köşede. gece ne kadar güzelmiş, gece alıyor seni koynuna, yalnızlığın başucunda. ikinize de yer var. soru sormuyor, cevaplamıyor. gece sessiz, seni dinliyor, içindeki sesi dinliyor, kulak veriyor sana. bu yüzden seviliyordur ha ne dersin? ağlayamamak ne kadar gariptir bilir misin? yaşların içine içine aktığını bilirken, içe ağlamak, içine akıtmak. içe akıyor her şey, dolup taşıyor da kimse görmüyor ama hainlik sende. göstermeyen sensin. boyaların öylesine kaliteli ki hiç akmıyor yüzünden. fakat her şey okunuyor gözlerinden. gözlerinin rengi acı, acının en koyusu. bakanların gördükleri kahverengi, anlayanların gördükleri acı. o da aynısını diyor, ne garip şey şu ölmek. doğmak gibi, gibisi fazla doğmak işte. isterdim, öylesine çok isterdim ki. bu yüzden, yiyiyiyz, dedim kendime, dedim de dinletemedim. yıllar önce bırakmış olmasaydım şu anda çok başka olurdu durumum. iyi ki diyorum bir yandan, zaten derdim değil unutmak. saçların böyle ne kadar güzelmiş meğerse. bırak hep öyle kalsın, öyle hatırlayayım seni. lütfen diyorum lütfen sus. sorma sebep, neden arama. bırak, kendi haline bırak bazı şeyleri. bazı şeyler var anlatılmıyor, anlatılsa da bir önemi yok, o yüzden sus. tek kelime etme, et ya da susmak en güzeli. bir cevap bekleme. cevaplar bende değil. cevaplar ne, şıklar ne, soru ne, sorun ne bilinmez. boğazım yanıyor. yangın yeri ortalık. bir zamanlar bir yerlerde yine aynı şarkıyı dinliyordum, her gün onlarca kez. dinleyip dinleyip bir şeylere kahrediyordum. geçti, bitti bir şekilde. şimdi yine o radyodaki, o bir zamanlar yine dinlerken bir şeyler yazdığım şarkıyı dinliyorum. ağlama diyor. ama bilirim ağlar. bir keresinde bir otobüs terminalinde öylesine bir haykırdır ki ilk defa görmüştüm onu böyle. ara sıra yankılanır gitme diye haykırışları. demek ki sevmek böyle bir şey. dokunamıyorsun, göremiyorsun, anlatamıyorsun sadece hissediyorsun. hissetmek ademoğluna verilen en güzel duygu belki de. çok hissettim ya da çok hislendim. hislerim bazen hissederim. bir yük esasında, istemeden binen omuzlarına ve taşıyorsun dek ömrünün sonuna. devrik olan şeyler güzeldir, takma kafaya. devrik bir adam biliyorum, uzaklarda. her akşam bir kadeh daha. sabahtan başlıyor, rakının gözüne gözüne vurmaya. neler gelip geçiyor aklımdan bilmiyorum. karman çorman hayatlar, birbirine karışmış, unutulmuş sözler, suratlar binbir şey geçiyor. durduramıyorum. satır arasını boşver, zaten oku diye yazmıyorum. okumanı isteseydim sayıklamazdım, saçmalardım. yağmurun ne güzel bir melodisi var, saatlerce pencerede dinleyebilirim. üşüsem de açık pencere. anlatılmaz bir huzur veriyor her bir damlanın yere düşüşü, bulutların yanaklarından yere süzülüşü. bulutların yanakları varmış biliyor musun? güldün itiraf et. ben güldüm buna, çünkü inanırım yazdığım masallara. yazdığım, oynadığım, inandığım en güzel masal oldu. uğruna verdiğin savaşlar sonunda kazandığın zaferleri bir düşünsene. yara bere içinde vücudun ve ödülün kocaman bir hiç. paramparça etmişsin her bir hücreni hayat denilen şey uğruna. bu saatten sonra ödülün en güzelini alsan ne olur? bir kere küsmüşsün, küstürmüşler seni, kırmışlar, incitmişler, yaralamışlar çocuk kalbini büyümeden. o çocuk yazmış ''şimdi düşünüyorum da, niye büyüdüm ki?'' halen o soruyu sormakla meşgul, yıllar öncesine ait bir soru işte. sorular bazen hiç cevaplanmıyor. tıpkı aramaların gibi cevapsız kalıyor. gökyüzü nasılda hırçın, nasılda sinirli, nasıl ağlıyor, şılgın ne demek bilir misin? şılgın yağıyor gözlerinden. bulutları çok üzmüşler anlaşılan. yoksa niye ağlasınlar bu kadar. eyvallah derdi hep. eyvallah. şarkının ismi mi boşver. bir de sen eşlik etme bulutlara. çok var.

7 Aralık 2010 Salı

Hüzün Sarısı

Sana her renk yakışırdı. Mavi bir elbise giysen deniz gibi olurdun, dipsiz, derin, dalgalarının tadına doyulmayan. Yeşil bir elbise en çok yakışandı, nefessiz kalırdım doyasıya seni çekerken içime. Kırmızı da alev alev yakardın, bitmek bilmeyen ihtiraslar uyandırırdın. gece, sen ve ben. Pembe de bir başka mutluydun, hayallerin en ulaşılmazını ulaşılır kılardın. Turuncu da çılgındın, ufak bir kız çocuğu gibi, nazın bile bir başka güzel gelirdi, bilmezsin nasıl sineye çekilirdi.

Sonra bir sarı peydah oldu, nerden geldiği bilinmeyen. Kara bir bulut gibi çöktü bedenine. Sen değildin sanki o. Bir zamanlar rüzgarla dans ederdin, şimdi rüzgarda savruluyorsun oradan oraya. Yorgun, bitkin bir halin var gibi. Ellerin buz kesmiş, dillerin lal. Söylesene neden bu sessizlik, kimden bu kaçışlar. Siyahın matemi bile güzel dururken teninde, hiç yakışmamıştı bu hüzün sarısı ne üzerine ne de gözlerine.''

6 Aralık 2010 Pazartesi

Dört Duvar Yalnızlığı

İçeri girmeden anahtarları ararsın. Zil'i asla çalmazsın. Elini çantaya ya da cebine atarsın. Kapıyı açarsın, ayak seslerinden başka ses yoktur sonra ışıkları yakarsın, içerideki karanlık değil, içindeki karanlık aydınlansın diye. Üstünü başını çıkarır, en rahat elbiseleri giyersin, televizyonu açarsın. Sessizliğine bir ses eşlik etsin diye. İzlemesen bile bir ses duymak istersin. Belki bir şarkı, belki haberler, belki saçma bir program yeter ki ses olsun evin içinde. Bir yere kadar konuşuyor insan içindeki sesle.

Sonra karnın çoktan zil çalmaya başlar. Canın en güzel yemekleri yemek istiyordur ama yiyemezsin, geçmez boğazdan o yemekler tek başına. Her zaman yaptığın gibi ekmek arası, aparatif ne varsa atıştırırsın. Yoksa eski günlerdeki gibi çatalı tabağın içinde dolaştırıp durursun, tek lokma yiyemezsin.

Gazete, kitap ya da güzel bir film. Bir şeylerle meşgul edersin kendini. Fayda etmez, bu gerçek ansızın suratında patlar bir tokat gibi. seni anlatıyorum di mi? Ne çok var yaşayan dört duvar yalnızlığını. Duvarlar üstüne üstüne gelir bazen. sıkar seni boğar, daralırsın. Bir kadın tanıdım. evinin duvarları boydan boya tablolarla doluydu ve kitaplığı alabildiğine kitaplarla. Duvarlar üstüne üstüne gelmesin diye. Yaşamamak için bu yalnızlığı. Görmemek için yalnız duvarları örtmeye çalışıyordu yalnızlığını. Bilirsin yalnızlık güzel bir beste olsa da çalmasını bilene, birine yaslamak istiyor insan sırtını duvarlar yerine.

Ama olmuyor işte. Bazı şeyler var ki asla gerçekleşmiyor. En güzel ilaç olsa da yaralarına yalnızlık bir gün azıyor, o yaralar kabuklarını kaşıtıyor farkında olmadan. Sonra bir yama arıyorsun delik deşik yalnızlığına. Kendine kalıyor insan eninde sonunda ama yok biliyorsun o yama'da eskiyip gidecek bir gün, sökülecek yerinden ve acıtacak izleri sökülürken.

Yine de güzel dört duvar yalnızlığı. Yoksa nasıl olacak en sevdiğin ses içindeki ses?

demiş işte adamın birisi;

''yalnızlığımda onlarla birlikte yaşamakta bulamayacağım bir mutluluk buluyorum.''

5 Aralık 2010 Pazar

Eski Bir Saçmalık (saçmalı yorum 2)

hayat sana biraz önce epey küfür ettim. haberin olsun. dur aynı şarkıyı tekrar dinlemem lazım kezlerce. evet hayat diyordum, çok küfür ettim diyordum, vazgeçtim diyordum. derken bile vazgeçemiyordum. şarkı nasıl güzel biliyor musun? bilemezsin, aynı anlamı yükleyemezsin. beni bu yağmurlar mahvetti. iliklerime kadar ıslandım, sırılsıklamım. çay bir yanımda, sigara elimde. kaç tane içtim bilmiyorum. şarkıda bir yer var, nasıl çağırıyor biliyor musun? gel diye. gidiyorum. bedenim burada ruhum kaybolmuş gitmiş. aramıyorum zaten, adres belli, sahip belli. azad olmak isterken bütün herkes, köle olmayı yeğlemek. yeğledim. kül tablası dolu ağzına kadar. kibrit çöplerini hep kutunun içine atıyorum ve ne zaman elimi atsam yeni bir sigara yakmak için yanmış bir kibrit çöpü geliyor kutudan. şansızlık mı, gülüyorum. kutup ayısı elinde kadehiyle şerefe diyor. onun bu haline bitiyorum. zevkini çıkarıyorum. farkındayım çok güzel saçmalı yorum. savaşlar olmadı hiç, savaşlarım olmadı bu boyaların sebebi savaş değildi aslında. gerçekten, gerçekler, gerçek neydi bilmedim. biliyormuş gibi de davranmadım. kızdım mı? kızdım. sustum mu? sustum. öpünce geçmiyor çünkü. düşünüyorum aklım bambaşka yerlerde, aklım gitmiş benden, odaklanmışım aynı saçmalığa. saçmalık mı bilemiyorum. zaten her şeye saçmalık diyorum. ne kadar güzel olurlarsa olsunlar, umurumda değil. gülümsetmiyor beni. nefesimi kesiyorum bazen, onların kesmesine izin vermeden. onlar anlamadan ben bitiyorum. bitmek güzel şey. onlar sana zarar vermeden yerle bir etmek seni, belki de en güzeli. son kararı senin vermen ve onların soru sormasına izin vermeden üç nokta koymak saatlerdir küfür ettiğim hayata. cümleler her şeyi açığa çıkarıyormuş gibi gelse de saklar esasında. ''demek istedikleri'', demek istediklerim ne ben bile bilmiyorken sen o çok yaşayan aklınla anlamazsın. giz, olduğundan değil. ne olduğunu da boşver. sorularla gelme. canını acıtabilirim. incitsen de incitme, bu kez incitebilirim. geriye dönüp bakınca parçalar hiç oturmamış yerine. hep bir şeyler eksik, yarım kalmış, tadı dudaklarımda. aynı özlem, duruyor halen başucumda. gömüyorum, kimseye göstermeden, örtüyorum üstünü. yerini sadece ben biliyorum, dayanamıyorum tekrar gün ışığına çıkartıyorum. bakıp bakıp duruyorum. çay-sigara belki de sakinleştirici. durmadan ardı ardına içebilirim. iyi geliyor ya da iyi geldiğini düşündüğüm için, iyi hissetmek için içiyorum. buradan anladığın iyi değilim değil mi? iyiyim ben iyiyim de o iyi değil. o'nun kim olduğunu boşver. yaşadım! bugün de yaşadım. sebebini bilmediğim günler gibi tıpkı ya da sebebini bilmediğin günler. bağlanılan yer hayat, sinyal gücü az. neden mükemmel değil, çözemedim. öyle bir düğüm ki, atan ben, çözmeye çalışan ben. ama düğüm çözülmek istemiyor. gitgide kördüğüm halini alıyor. aklımın uçları birbirine karışmış, yarım aklımın. bu arada şarkı halen devam ediyor. delilik mi? hadi oradan diyorum. yaptığın şu hayatta yaptığın en akıllıca şey ne ki? ya da var mı? gördüğüm manzara ne biliyor musun. mutsuzluk, kocaman bir mutsuzluk. kime baksam, yüzümü kime dönsem mutsuz. mutsuzluktan ölüyorlar. bir ordu var mutsuzluktan kan revan içinde, yaraları kimsenin görmediği, göremediği kalplerinde. mutluluğa çok şey addetmişler, öyle ki ulaşamacakları ne varsa mutluluk olarak bellemişler, hafızalarına böyle kazımışlar. suratlar üzgün, suratlar yaşlanmış, her birinin feri sönmüş gözlerinin. aldıkları ilk yaranın darbesiyle yığılıp kalmışlar. yüksekten yürüyorsan rüzgarı hesap edeceksin. üşümeyi göze alacaksın. ama bunlar donuyor resmen. resimler, sarı tebessüm, sararmış sevgisizlikten. gülüşler acı, gülüşler artık eksik bir tane. kim yarım bırakmışsa ona yanıyorsun alev alev. bir sigara daha yaktım gördün mü? çok içiyorum farkındayım. içmek denmez esasında bildiğin yiyorum. sürekli kopan bir şeyler var, tam bağlayacakken inceldiği yerden. hayat ne tuhaf değil mi? darbeler üstüste geliyor ummadığın yerden. keşke söylemek istediklerini söylebilse insan. hani çocuklar ağzına geleni söyler ya o hesap işte. kalbine gelenleri söyleyebilsen ne güzel olur. ama içindeki ses sadece kulaklarına fısıldıyor. içindeki ses avaz avaz haykırırken senden başka kimse duymuyor ve anlatacak çok şey varken susuyor. bir yerden sonra susmanın en güzel cevap olduğunu öğreniyorsun. çünkü duymak isteyen yok karşında. gözlerin boşlukta, ellerin avuçlarında buz kesmiş, buz keser mi? kesiyor. bugün 70 yaşlarında yalnız bir kadını ziyaret ettim. görmüş geçirmiş, hayatın en güzelini yaşamış, zenginliğin, lüksün en ulaşılmazına ulaşmış belki de. hani mutluluk diye addedilen bir olgu ya zenginlik. sana göre öylesine mutlu. ama her kelimesinde hüseyin diyor. halen hüseyin diye bir adamı yaşatıyor. sanki yanıbaşında hüseyin amca. ölmemiş, gitmemiş. yalnızlığını kitaplarla doldurmuş, her gün bir tane okuyor. duvarlar yağlı boya tablo dolu ve bir müze sanki evi, her köşede ayrı bir güzellik ama umurunda değil. koskoca ev bomboş biliyor musun? ona göre. duvarlar üstüne üstüne gelmesin diye her bir köşeyi doldurmuş. dört duvar yalnızlığını yaşamamak için. onu ayakta tutan ise ziyaretine gelenlerin sevgisi. ''yalnız yaşanmıyor'', palyaçocuğum dedi. gözleri dolu dolu. bu cümleyi söylerken kafasını kaldırıp duvardaki fotoğrafa baktı. kimbilir kaç kez içinden binlerce kez ah dedi. bir sürü çocuk okutmuş biliyor musun? onlarla ne kadar mutlu anlatamam. bir tanesini yakından tanıyorum, dilini bile bilmediği ufacık çocuklara uzak diyarlarda gelecek hazırlıyor şimdi o ufak kız. yalnız mı yalnız ama mutlu. fidanlar yetiştiriyor güzel bir hayat için. dört duvar yalnızlığını yaşadın mı hiç? yaşama sakın. koca ev ayaklanır üzerine üzerine gelir, boğar seni her bir kapı açışın, izler vardır, her adımında önüne çıkar. adımların geri geri gitmeye başlar. kapı duvar gibi, duvar kapı gibi, yalnızlığın kapı duvar, sıkışmışsın arasında sesin bir o duvara bir bu duvara en sonunda acı bir gerçek gibi suratına çarpar. gözler ele veriyor insanı. gözler çok şey anlatıyor. gözler insanın kalbini açığa çıkarıyor, farkına varabilirsen, görebilirsen ya da görmek istersen. bu oyunu oynamak yordu biraz. ne yaşadın ki? yoruldun? işte tüm kösele bu. sorun yaşadıkların değil, sorun yaşayamadıkların, yaşamak istediklerin ama sadece hayallerde. halen umut edebiliyorsun. al işte bir tuhaflık daha sana. umut mutsuzun ekmeği. bitse de tükense de bayatlasa da her gün bir lokma daha yiyorsun. çünkü başka umarın yok, umut etmekten başka. umutlar tükenirse işte o gün tükeniyorsun. batarya, batıyor ya. o kadar güzel saçmalıyorum ki, işte bu yüzden delileri çok seviyorum. gülüp geçiyorsun onlara, aldırış etmiyorsun söylediklerine. ne ukala, ne kendini beğenmiş diyorsun deliler için. görünüşüne, hareketlerine anlam vermiyorsun, vermek istemiyorsun. deli deyip kestirip atıyorsun. keşke diyorum kestirip atabilseler. ne kadar memnun olurdum anlatamam. ama bir kere yapıştırmışlar sana yaftayı. buna göre hareket etmek zorundasın ömrün boyunca. keşke diyorum, biliyorum keşkelerimden ben sorumluyum, ben suçluyum. düzeltilebilir mi elbette. ama o heves yok işte. geçmiş, geçmiş ama ben halen geçmemiş. geçemedim bir türlü. ezilirken bile altında, asla indirmedim, indiremedim halen sırtımda, taşıyorum çocuksu bir gururla. karışmış, her şey birbirine karışmış, sadece fotoğraflarda gülen bir adam biliyorum, öyle de güzel gülüyor ki. gülümsemesi seni de gülümsetebilir. içinde bir deniz var, yüzüp yüzüp boğulduğu. kapalı, neyin kapalı olduğunu boşver. o denizin tek sebebi işte, kapalı olmasına borçluyum diyor. kimisi bir insanın gözlerini unutumaz, kimisi bakışlarını, sarılışlarını, öpüşlerini, dokunuşlarını, seni seviyorum demelerini, anlamsız iltifatlarını, gülüşlerini. bir insanda unutulmayacak çok şey vardır. sırtı gibi. giderken sırtını döndüyse eğer ona ait hatırladığın tek şey sırtı olur. sözler bazen yaralar. saplanır kalır bir yerlerine, dokunur hatta acıtır. bir bıçak gibi keser. kanar kanar da senden başka kimse göremez. hele de söylenmeyen sözler. dilinin ucuna getirip getirip dile getiremediğin sözler. tutulur nutkun, tutuldu nutkum. biraz önce yine ıslandım. bu sefer bilerek. amaç yağmuru hissetmek. gökyüzü ağlıyor dedim, o bile ağlıyorsa sen ağlamışsın çok mu? çok. güneşli günlerin acısını tadıyor belki de ne dersin? yıllar bir kurşun gibi ağır, sözler beynine saplanıyor. bu sinir kime ait bilmiyorum. öfkeli, sinirli insan susar mı? susar. susadım, öyle çok susadım ki, seraba varamadım. oysa çok yakındaydı ama oysa. di'li geçmiş zamanları sevemedim belki de bu yüzden. her şey dün gibi üzerinden ne kadar geçerse geçsin. bu aynadaki sen misin? değilsin. paketin birisi boşalırken diğeri doluyor izmaritlerle. herkes odanın sigara koktuğundan dert yanar? kimse sormaz niye içiyorsun diye. vardır elbet içenin bir derdi. rahmetli, hep 'unutuyorum' derdi. her gün uykuya değil, ölüme yatardı. ancak uyurken unutuyormuş. tam şurası, iyi bak tam şurası diyorum, görebiliyor musun? gördüysen tek kelime etmem bunun üzerine, anlamışsındır. bazen kelimelere gerek kalmaz. bir iz, bir bakış yeterlidir çok şeyi anlatmaya. hayat dediğin, cidden hayat dediğin şey ne? kime sorsam, kime baksam aynı kapıya çıkıyor. hayat eşittir dört nokta. asla derdim olmadı, etmedim, etmem de. zaman geçiyor, zaman bitiyor. niye, neden, nasıl bilmiyorum ama bitiyor bir şekilde. tıpkı yılların nasıl bittiğini fark edemediğin gibi. yıllar önce çektirdiğin fotoğraflara baktığında kendine bile inanamıyorsun, bu ben miyim? diye soruyorsun ve evet sensin o. ne kadar da yaşlanmışsın, ne kadar da değişmişsin, ellerine baksana ufacıkmış, daha büyük acılara tutunmak için zamanla büyümüş. yaşlılık meğer ne kadar zormuş. hapsediyorsun kendini kendine, biri çalarsa kapını ne ala, çalmazsa otur ağla yalnızlığına. çok var demiş. bende de çok var ama halen buralardayım. sınırları zorluyorum. sınırıma gelene kadar. güldüm desem inanır mısın bu kadar satırdan sonra. inanma ben olsam hiç inanmam. yine de güldüm, gülümsedim. gülüm seni dim. gülüm settin. gülümsendin. boşluk var son gülümsendi de.

4 Aralık 2010 Cumartesi

Gözlerindeki Sır

İnsanın gözleri sırlarla doludur.

Gözleriyle susar. Öyle bir susar ki yeter konuşma dersin artık.
Gözleriyle güler. Bir kez daha görmek için neler neler vermezsin o gülüşü.
Gözleriyle öper. Tıpkı palyaço'nun dediği gibi ''o gözlerimden öperdi ben gözlerimlen''. Gözleriyle öpüşür. Dudaklarına dokundurur gözlerini ara sıra, öyle bir öper ki silinmez izleri.
Gözleriyle gider. Ardına bakamaz asla, çünkü sen varsın.
Gözleriyle söyler. Konuşmadan seni sevdiğini.
Gözleriyle vedalaşır. Tek kelime etmeden, Yutkunur o ara gözleri.
Gözleriyle hatırlar. Boşluğa bakıp bakıp seni getirir aklına.
Gözleriyle seyreder. Uçsuz bucaksız mavide denizi değil seni hisseder.
Gözleriyle sarılır. Sımcıcak, doyamaz gözlerini gözlerine değdirir sımsıkı.
Gözleriyle koklar. Gözbebeklerini, içine içine çeker.
Gözleriyle okşar. Saçlarını, baktığı her telde gözlerinin izi.
Gözleriyle tebessüm eder. Yüzüne yüzüne, yüzünün en güzel tebessümü oldun diye.


İyi bak, kimisi gözlerinde taşır kalbini.



Bu kadar gözden sonra gelelim esas gözlere. Bu film için çok şey diyesim var, amma velakin diyemiyorum. Bulun, buluşturun izleyin, izlettirin. 46 kere izledim, yine olsa değil zaten var izliyorum canım sıkılmadıkça.

Özellikle belirteyim japonca link verdim. En güzel sahnelerden birisi. Filme ismini veren her şey orada açığa çıkıyor. Yıllar yıllar sonra.





Bu da flemenkçe, en sevdiğim sahnelerden bi tanesi. özellikle 01:13' den sonrası. filmi tek kelime ile özetliyor. ''Budala'' bir insan bu kadar güzel budala diyebilir.

o budala kimbilir kim? :))

http://www.youtube.com/watch?v=IHEBiTWzfAk&feature=player_embedded

30 Kasım 2010 Salı

Bir Dostu Olmalı İnsanın

Bir dostu olmalı insanın; çok uzaklarda bile olsa. bütün işini gücünü bırakıp her şeyin bir alo'ya baktığı. ilk uçağa atlamalı ya da ilk otobüse. geçtiği yollarda seni düşünmeli, onun için ne yapabilirim demeli. yanına geldiğinde sımsıkı sarılmalı, elleri gözlerine mendil olmalı, omzu yüzüne yastık olmalı, kendi dertlerini unutup senin derdini dert edinmeli.

En sevdiği şey seninle beraberken gülmek olmamalı. sen ağlıyorken ağlayabilmeli. hem de karşılıksız, sonucunda bir şey beklemeden senden bir şey ummadan yapmalı bunu. bir dostu olmalı insanın, bütün her şeyini paylaşabildiği. acısını, gözyaşını, mutluluğunu, en mutlu gününü, en mutsuz gününü, hayatını ortak ettiği bir dostu. aniden çıkıp gelmeli bir sabah neşe içinde günaydın diyerek ya da uykunun içine edip seni özledim demeli gecenin bir yarısı.

Aniden çalmalı telefonun, sen hayırdır ne oldu demeye kalmadan sesini duymak istedim, sesini özledim demeli. nasılsın derken bile içten sorduğunu anladığın. mutsuzken sen gülesin diye binbir türlü şaklabanlık yapmalı. sana tebessümlerin en güzeli ettirmek için. gülüşünü görmek için gülüşünü özledim demeli. bir dostu olmalı insanın; yanlışlarını yüzüne yüzüne vurduğu, hatalarını acıtarak söylediği. bazen seni pişman etmeli yaptığına, yanlışlarından dönmen için. sonunda teşekkürler diyebildiğin geç de olsa.

Bir dostu olmalı insanın; herkesin seni yapayalnız bıraktığı noktada çıkagelmeli. korkma ben varım, yanındayım artık, seni kimse üzemez dediği. duvarlara değil ona yasladığın sırtını. düştüğünde elini tutmalı, ayağa kaldırmalı, sarılmalı, seninle gülüp seninle ağlamalı, uğruna her şeyini feda edebilmeli.

''bir dostu olmalı insanın; yıllar sonra yaşlandığında arayıp naber moruk dediği.''

28 Kasım 2010 Pazar

Kaknem

''ikinci bir nick altı yazmak istemedim'' demiştim ama vazcaydım editleyerek tekrar yazıyorum. sözümü bazen çok güzel yerim bu da onlardan birisi oldu ziyanı yok. kaknem'e bir teşekkür, tebessüm yazısıdır.

en başından bu yana, ilk mesajlaştığımız andan itibaren;

''uçlarda, farklı, değişik, tutarlı, yazmasını bilen, okunması zevkli, yazdıkları ile düşündüren''di.

benim için kaknem yazıları ile gerçekten uçlardaydı, farklıydı, değişikti ve en önemlisi tutarlıydı. bir insan söyledikleri ve yaptıkları ile ne kadar tutarlı olabilir ki? çok az değil mi? kaknem yazdığı her yazıda fazlasıyla tutarlıydı. bir tarafta özgürlük diye bağırırken diğer bir tarafta ''onlar ölsün'' demiyordu, herkese özgürlük diyordu. kimseye dili, dini, ırkı, inancı, inançsızlığı sebebi ile hakaretlerle gitmiyordu. dış görünüşünden, cinsel kimliğinden, eğitimsizliğinden ya da aldığı o eğitimi süper addedenleri bundan dolayı aşağılamıyordu, hor görmüyordu. herkese insan gibi davranıyordu. çünkü insandı. çok farklı bir bakış açısı vardı. madalyonun diğer değil onlarca yüzünü görebiliyordu. boşluğa değil en dolu kısma bakıyordu ve yazdıkları çok doğruydu. gerçek manada çok az kişi okuyordu, diğerleri ise bilinmez bir nefretle gidiyordu üstüne. onlara bile ''gülümsüyorum'' diyordu. garip, değil mi sana nefretle gelene çiçek atmak. sen küfür ederken, hakaret ederken karşı taraftan aynı tepkiyi görememek hatta gülümsüyorum demesi ve gülümsemesi. o gülümseme de kahkaha değildi bence çok anlamı var anlayana. hani birisine binlerce kelime söylemek istersin ama bilirsin ki kırılacak, paramparça olacak, en iyisi susmak dersin ve susarsın, sadece gülümsersin.

bir gün bir video göndermiştim. bak ne komik bir video demiştim. evet çengelköy hıyarı gibi gülmüştüm video görüntülerine. görüntülerde ise şişman bir ufaklık vardı. ona çikolata ve meyve suyu verip onun gülmesini istiyorlardı. çünkü gülüşü farklıydı, komikti ''o an''. ben ve bir çok izleyen onu görüyordu orada. sonra ne mi oldu? orada gülen ve gülüşüyle güldüren bir çocuk yoktu aslında. madalyonun diğer yüzlerinden birisi vardı. o görüntüde obezite hastalığına yakalanmış obez bir çocuk vardı ve bu hastalıktan dolayı, gülmesi, konuşması, yürümesi, mimikleri her şeyi değişime uğramıştı ve eğer ki erken davranılmazsa bu obezite yüzünden ileride o çocuk binbir hastalıkla boğuşacaktı. bakış açısına bakar mısın? ben videoyu izlerken sadece komik bir çocuk görmüştüm. daha bu bakış açısına istinaden bir sürü örnek verebilirim, ama gerek yok. nasıl olsa önemsiz bir detay. sana belki basit gelebilir mühim değil, benim için çok önemli bir ayrıntı idi.

kaknem aklını, düşünceleri döküyordu. fikir alışverişi yapıyordu. adam gibi, insan gibi tartışmaya çalışıyordu. : ) : ( bu iki butonu hesaba katmadan yazıyordu. acaba kim ne düşünür, zamanın ötesi olur mu, bilmem ne olur mu diye yazmıyordu. gerçekten objektif olarak doğru ne ise onları yazıyordu çatır çatır. eğer ki hatalı ise yanlış bir cümle, kelime kullandıysa da entryi bile özür dileyerek silen bir yapıya sahipti. başkası olsa yazdıklarına sonuna kadar inanır, devam eder ve körü körüne bir cahillikle üstüne hakaretler ekleyerek yazmaya devam ederdi. örnekleri mevcut fazlasıyla biliyorsun. zaten sözlüğün o herkesin korktuğu aman onunla uğraşılmaz o koskaca bilmem kim dediği nickler bile bunun farkındaydı. bir yazısı için süper zekanın birisi şu yorumu yapmıştı. ''en beğenilenlere giremediği için ağlıyor, beni en beğenilenler listesine alın'' tarzında bir şeyler. o listeye kaç kez girdiğini hatırlamıyorum fakat her yazdığı ile istese girebilecek kapasitede yazılar yazıyordu. bir çok kişi olayı böyle algılıyordu. bir hafta sonra unutulup gidecek bir detay. sana en fazla birkaç badi biraz mesajınız var yeşili kazandıracak bu kadar, fazlası yok. herkesin kafaya taktığı da bu zaten. haftanın en beğenilenlerine girmek. adamlar öyle entryler kasıyor ki okuman lazım. kaknem bunu yapmadı, her entrysinde gayet ciddi ve açık sözlüydü. o listeye girmek için değil, insanlara bir iki cümle bir şeyler anlatma, paylaşma, tartışma derdindeydi. dert bile değildi esasında sadece konuşmak, onun tabiriyle dökülmek. sayfalarca tartıştığı adamları bile eğer yazdığı konuda haklı ise savunacak, onların cümlelerinin arkasında duracak kadar cesurdu. haklının yanındaydı, bunu da kimse anlamadı.

yine bana döndüm. bir keresinde nicki lazım değilin birisi bana bir sayfa boyu giydirmişti. küfür, hakaret dahil. tek kelime etmedim, edemedim. sustum. unutulup gidecekti nasıl olsa. susarım zaten çoğu zaman böyle durumlarda. bir insan kendisini küfür ve hakaretle ifade ediyorsa bomboştur benim için. ‘’sana da bir tavsiye ‘umursamamak’’ en etkili silahtır.’’ küfür etmediğimden değil hakareti sevmediğim için. nick altı savaşlarını sevmediğim için. kaknem gitti bir güzel cevap yazdı, ki yazdığını, yazacağını bile düşünmemiştim. ama o yapısı, haksızlığı gördüğü anda orada ortaya çıkması yine tekrarladı kendini. haklı olmak, haklıydım ve o yazısı için tek kelime edemedi o nicki lazım değil. benden alamadığı cevabı tokat gibi kaknem'den almıştı. dedim ya haklının yanında, hakkın yanında hep. tutarlı olmak böyle bir şey. sözlüğün totaliter düzenine ayak uydurmadı. moderasyona, eski nesillere herkesin bildiği fakat dile getiremediği doğruları sonuna kadar cümlelerini esirgemeden, kimseden korkmadan, zamanın ötesi olur derdi olmadan söyledi. yine tepki aldı. hepi topu çok az aktif olarak online olan eski nesillerden destek gördü, yeni nesiller tepki gösterdi. ünlü olmak istiyor, daha dün geldin ne bu şiddet, ne bu nefret vs yüzlerce saçmalık. halbuki orada doğruları, yeni nesillerin sahip olduğu fakat sözlük yönetimi tarafından verilmeyen haklarını savunuyordu. her türlü küfür ve hakarete rağmen susmadan. yine anlamadılar.

yazdığı, döküldüğü, düşüncelerini anlattığı entryler için'' :( çok uzun yazıyor ya, ne olmuş istesem ben bile yazarım'' tarzı saçma sapan cümlelerle geliyorlardı. görmek istedikleri bir iki espri, iki üç anı, onları güldüren, eğlendiren, entryler idi. kaknem'in entryleri arasında böyle şeyler yoktu, olmadı hiçbir zaman bir kaç tanesi dışında. ondan kendini, hayatını, yaşadıklarını anlatmasını bekliyorlardı. dış görünüşü üzerinden, bıyıklarından, feministliğinden, evde kalmışlığından tut da her türlü olmayan şeyler üzerinden dalga geçmeye çalışıyorlardı ( bana ait tanımlar değil bunlar, bana ait olanları yazmam zaten ). kaknem ise orada aklını döküyordu onlar'a rağmen, aldırış etmeden. düşünebiliyor musun sana sayfalar boyu hakaret edecekler, haddini aşacaklar ve sen susacaksın onlara. biliyordu, ben de geç fark ettim bunu. bilgisiz ve cahil insana laf anlatmak çok zordur. ama o ısrarla yılmadan anlatmaya çalışıyordu. yine anlamadılar.

yine demişim ki kaknem için;

''üslub-ı beyan ayniyle insan'' yani türkçe meali;

"insanların söz söyleme tarz ve biçimleri karakterlerini aynen yansıtır. sözün söylenme biçimi kişiliği ele verir."

sözleri öylesine sakin, öylesine düzgün ve anlamlıydı ki, tek kelime hakaret içermeden, tartıştığı yazarın kişiliği, görünüşü, gerçek hayattaki vasfı üzerinden gitmeden sadece yazılanlara ait cümlelerdi. yine evirdiler, çevirdiler, saçmaladılar hep. okunmuyordu kaknem, yüzlerce kez söylemişimdir bunu. çünkü, uzun entryler yazıyordu. bir çok kişinin bakış açısı böyleydi yazdıklarına karşı. zırva olarak niteleniyordu. halbuki kimsenin yazamadığı, yazmadığı dile getiremediği uç noktaları görerek yazıyordu..

yine demişim;

''yazdıkları ve düşündürdükleri ile sözlüğe dair gülümseten detaylardan bir tanesi.''

gerçekten de böyleydi. sözlüğe dair gülümseten en güzel detaylardan birisi onun varlığı idi. bir insanı aklından öpmek istedin mi hiç? ben istedim. delice di mi? bambaşkaydı benim için onun aklı, düşünceleri. çok şeyi değiştirdi yazdıkları ile hayatımda. anlattıkları, tavsiyeleri ile. şimdi sana hepsi abartı gelebilir, gelir gelir farkındayım önemli de değil bu kısım varsın gelsin. dedim ya bir tebessüm, teşekkür yazısıdır. sen yine yaptığın gibi buradan binbir anlam çıkarmaya çalışacaksın o bile sorun değil. çünkü, sen burada önemli değilsin. o iki butonunda önemi yok. neyse sen konu dışısın. sen dediğimde sen değilsin, o nefretiyle gelenler. gerçek hayatta nefret edilmesi gereken şeylere nefret duymayıp ofline olduğunda birkaç kişinin haricinde unutulup gideceğin bir yerde anlamsız bir nefretle beslenenler. güçsüzlüğünü nefretiyle örtmeye çalışanlar.

konumuz kaknem evet. sözlükte en değer verdiğim, en sevdiğim insanlardan birisi idi. güzel insan, gökkuşağım demiştim. her renginde ayrı bir güzellik vardı. bunu fark ettim, her şeyiyle bambaşkaydı. ne desem ''teşekkür ederim'' diyecek kadar mütevazıydı. içten, samimi, kendini yüksekte görmeyendi. hani derler ya çocukla çocuk, deliyle deli olanlardan. aynen böyleydi. duyarlıydı. aşırı duyarlıydı. yolda suratı asık bir insanı görüp, suratından akan teri fark edip onun o haline üzülecek kadar duyarlı. şimdi sanki hepten gitmiş gibi yazıyorum ama toparlayamıyorum aklımdakileri. görmezden gelemiyordu kötüleri, kötülükleri. ahmet kaya hakkındaki son yazısı da böyleydi. ve yine aynısı oldu. hakaretlere, kişiliğine, onuruna dokunan cümlelere kadar vardırdılar olayı. orada linci övenlere yaptıklarının da lince devam etmek olduğunu, linci övmek olduğunu, anlatmaya çalıştı. bunu da şöyle anlatayım belki anlarsın. her insan tecavüzden nefret eder, kimsenin başına gelmesini istemez. fakat birinin başına geldiğinde der ki, o tecavüzcüyü aynı şekilde cezalandıracaksın. s.s. öldüreceksin. e ne farkın kaldı senin tecavüzcüden? söylesene ne farkın kaldı. hiç. her zamanki gibi oldu yine anlamadılar. ona yakıştırmalarda bulundular. hiç hak etmediği halde. bu yüzden gitti, üzüldüm gittiğine bir yandan da sevindim. gerçekten sevindim. çünkü, biliyordum bir gün gideceğini, elveda ay elveda feza diyeceğini. nickim kadar, kırmızı burnum kadar emindim bundan. sadece onu sözlükte okuyamamak dokunacak, badi butonu bu yüzden anlamsızlaştı, çok az bir anlamı kaldı artık. sorun değil dedim ya sevindim, onu üzmelerini izlemekten, görmektense onun mutlu ve huzurlu olmasını tercih ederim bu yüzden sevindim gittiğine.

kaknem güzel insan halen öyle ve hep öyle kalacak benim için. abarttım ya hani
daha da abartayım. yazımda göklere çıkardığım kaknem hiçte öyle biri değil aslında onu okusaydınız anlardınız nasıl birisi olduğunu abarttığımdan, anlattığımdan çok daha mükemmel çünkü, kelimelerim kifayetsiz kalıyor onu anlatmaya çalışırken. okuyun anlarsınız, görürsünüz. buraya daha neler yazabilirim bilmiyorum çok şey yazabilirim ama kafamı toparlayamıyorum.

ona ait çok şey söylemek, dile getirmek isterdim. fakat yapmam bunu. emanete hıyanet gibi düşün. gerek yok bir çoğu okuduktan sonra badisi gittiği için üzülen birisinin yazısı olarak görecek bu entariyi. sevindim, gerçekten sevindim gittiğine bile dediğime anlam veremeyecek. entryleri ile alakalı cümleler haricinde pek bir şey yazmadım. ne canım, cicim ne de başka bir şey hep entryleri ile alakalı idi. bunun dışında ne bir savunma ne de başka bir şey yazmaya gerek duymadım. zaten gerekte yok. o biliyor, gerisi mühim değil.

ekşi sözlük yazar olarak güzel bir insanı kaybetti. bana ise güzel bir insanı kazandırdı. gerçek hayatımda biliyorum ki asla aynı ortamda bulunamayacağım, bir araya gelemeyeceğim, gelsem de belki bir merhaba, nasılsın? dan sonrası olmayacak bir muhabbetle son vereceğim bir diyalog yaşardım. ama ekşi sözlük sayesinde tanıştım, çok şey paylaştım, çok şey öğrendim. çok'a ne kadar anlam yüklersin bilmem ama konu kaknem olunca benim için çok şey işte.

haha destan yazdım, buradan çıkaracağın sonuç ne bilmiyorum. senin yerinde olsam şunu çıkartırdım, eğer ki kaknem'i ‘’okumadıysan oku.’’ en fazla sözlükte boş ya da dolu geçirdiğin 2-3 saati kaybedersin sana göre. ama eğer ki fark edersen bir şeyleri hak verirsin bana. bir ihtimal dersin ki ‘’gerçekten palyaço'nun dediği kadar varmış.’’

kaknem, geç tanıştığıma ve geç tanıdığıma pişman olduğum insanlardan birisidir. ama iyi ki tanıdım dediğim insan. 25 bin insan arasında kimse fark etmeden ya da çok az insan fark ettiğinde onun farkına varabilmişim. iyi ki tanımışım ve o ilk mesajı atmışım devamı gelmiş ve okumuşum, paylaşmışım, konuşmuşum. aklının raflarını açmış bana, cümlelerini açığa çıkarmış, anlatmış kendini. iyi ki.

sevdiğini söyleyememek kötü bir şey bunu da kötü bir anıyla öğrendim. hiç beklemediğim bir an en sevdiklerimden birisini kaybetmiştim. bak zamanında birisi şunu yazmıştı. affına sığınarak yazıyorum buraya.

''güzel şeyler övülmeli, takdirden çekinilmemeli diye düşünen bir insanım.
badi butonunun en özel insanlarından birisiniz.''

işte bu yüzden bu yazıyı yazdım. güzel şeyler övülmeli, takdirden çekinilmemeli. senin ne düşündüğün önemli değil burada, o anlamsız fakat sana anlamlı gelen sonucunda eline hiçbir şey geçmeyecek olan nefretin önemsiz. burada beni tanıyan bilen kişiler zaten anlarlar beni. senin anlamsız anlamların önemsiz olacak. çünkü ekşi sözlükte güzel şeyler az. gerçekten az. hep nefret, hırs, kötülük, hakaret, küfür, sözlü ve yazılı şiddet var. bir çoğu sözlü ve yazılı şiddet ne demek bunun farkında değil. söylemek, yazmak yapmanın yarısıdır, bunun bile bilincinde değiller. o yüzden bu ardı arkası kesilmeyen hakaretler. herkes birbirini kırmanın, üzmenin peşinde. duyulan sevgi değil, sadece menfaat. o kişiden bir menfaatin yoksa gerisi önemsiz. ver ayarı gitsin.

kaknem'de benim için badi butonumun en özel insanlarından birisiydi ve gitti bu yüzden anlamsızlaştı dedim o buton biraz daha. çok az kişi kaldı orada sevdiğim ve değer verdiğim. şu an sözlükte olan badilerim akıllı olun haha gitmeyin bir yere.

bana kattığın, anlattığın, paylaştığın her şey için teşekkür ederim, tebessüm ederim surat dolusu. sen yüzümün en güzel tebessümüsün, tebessümlerinden birisi oldun ve hep öyle kal tamam mı duyuyor musun haha. :)

şimdi okuyup saçma sapan sonuç ve anlam çıkaracak olanlara bir kaç satır yazayım da haha bak gördün mü saatlerdir diyemedi şunu demesin. kaknem biliyor zaten bunu. yalnızca senin tahminlerini boşa çıkarmamak için palyaçoluk yapıyorum bu son satırlarda. ee serde palyaçoluk var ne de olsa. hem sen de ‘’bak gördün mü’’ dersin kendi kendine haha.

-  bir şey diyor musun?
Kaknem seni seviyorum  çok   <3 x ∞
Akıllı Delim

27 Kasım 2010 Cumartesi

Palyaço&Dalyaço 2

Canım sıkıldıkça çocukluk fotoğraflarına bakarım. Garip bir mutluluk verir bana. Gerçekten baksana şu surat ifadesine, gel de sevme. Ya dalyaço'ya ne demeli nasılda saf, nasılda masum bakmış ahaha. Şimdi öyle bir bakıyor ki ikizim olsa güvenmem yani o derece. Dün demiştim saçlara bi bak ya. ahah lan yıl 1946 falan güzel annem yememiş içmemiş bizi kuaföre götürmüş, özene bezene o saçları kestirtmiş bi de güzel şekil verdirmiş. Her gören aynı şeyi diyormuş.

- aaa ne tatlı kızlar isimleri ney.
+ palyaço, dalyaço.
- erkek mi ikisi de?
- evet.

Yanaklara bak yanaklara. Bildiğin tombulmuşum. İstanbul'da güzel adam babam altüst etmiş her yeri. Dedim ya yıl 1946 bir tane dükkanda süs olsun diye vitrine konulan ikiz arabası bulmuş koca istanbul'da, 5 katı parasına zorla ikna etmiş satıcıyı ve almış o ikiz arabasını. Bindirirlermiş bizi bağlarlarmış bir de düşmeyelim diye, verirlermiş elimize biberonu bütün gün gez dolaş. Ben ne yapsam beğenirsin. ahaha önce kendi biberonumdaki sütü içermişim. Sonra ikizin elinden biberonu cebren ve hile ile çalıp içermişim. Çok geç fark etmişler bu durumu. Hain ikiz, ben oluyorum bu tabi.  kovayla süt içermişim resmen. Şimdi görsen dersin ki o eski halinden eser yok palyaço. Ellerim mesela ufacıkmış baksana. Herkes elimden tutarmış. Şimdi hep ceplerimde. Yine hüzüne sardı adam. İki dakika normal yazamıyor ki. İç ses konuşmaya başladı yine. Sus, sus. Ne diyorduk. Hani derler ya benim çocukluğum güzel geçti. Benim ikizliğim güzel geçti be. Hatırlıyorum o zamanlar oturduğumuz evi. Müstakil bir ev kocaman bahçeli. Apartmanlar tek tük. Her yer yemyeşil çimen çayır. Bütün gün dışarıda oynardık. Mezarlık vardı hemen karşı sokakta oradan geçmeye korkardık.Aramızda kalsın kör sadığın ayşegül'ü bile sıkıştırmışlığım var saklambaç oynarken. Hayal meyal hatırladığım en komik çocukluk anımdır. Annesinin beni kovaladığını hatırlıyorum bir de. ahaha yaptım yaptım. çocuk işte naparsın.

Bu yazıyı nereye bağlayacağımı da bilmiyorum ya. Sadece saçmalıyorum işte. Canım gülmek istiyor yine.Buldum şu şiyire bağlayacağım. Yine mi hüzün, yine hüzün. Ama hüzünlü değilim mizacım böyle güzelim.


Bir çocuk olsam şöyle
kısa pantolonlu
yüzü kir içinde
üstü başı çamur
cebinde misketler
baş kadar uzak olsa dertler
sokaklarda akşama kadar oynasam
parklarda dolaşsam,
şöyle mavinin tadına varsam
bir çocuk olsam keşke
bi şekere kalbini bile veren
şekeri yedikten sonra
kuru bir teşekkürü unutan
bi çocuk olsam böyle ne bileyim
kimsenin anlam veremediği
o manasız tebessüm eksik olmasa yüzümden
salıversem dertlerimi hüzünlerimi
bir kuş misali kalbimden
ağzıma geleni söylesem herkese
kim olduğunun önemi olmasa
sana da yüzlerce binlerce kez
''seni seviyorum'' desem
sende desen ki çocuk işte
uçurtmam olsun bulutların üstünde
gerçekleştiremediğim hayallerimin yerine
düşmeliyim kalkmalıyım
ama hep çocuk kalmalıyım
bir soran olmalı düştüğümde
acıyor mu? diye
ağlama demeli
öpeyim de geçsin demeli
şimdi düşünüyorum da
niye büyüdüm ki?

Batar ya Batıyor ya

Bir uyarı geliyor ekrana. ''batarya boş''. anlam verilemez bir telaşla hemen doldurmaya çalışıyorsun bataryayı. aslında dolan telefonun bataryası değil. yalnızlığını dolduruyorsun. bir diş daha azalıyor yalnızlığın dolarken batarya. bir kaç saat sonra ise tamamen doluyor. bir umut birileri arar, halini hatrını sorar diye. kimler boşaltıyor o bataryayı. gülüyorum şu an. gelen mesajlar, arayanlar benden iyi biliyorsun ' o ' değil. şu açtığın sayfalar aslında yalnızlığını kapattığın/açtığın bir kapı belki biter diye umutlandığın. insanın belki de içinde bitiremediği tek şeyi umut olması ne garip değil mi? her şey bitiyor her şey zaman, mutluluk, gözyaşı, acılar, aşk aklına gelen her şey işte. bitip tükenmeyen bir şey varsa o da umudun. öyle bir şey ki asla vazgeçmiyorsun umut etmekten.

ve bu arada yalnızlığına bir ilaç arıyorsun. tadını, adını, yararını bile bilmediğin ilaçlar belki bir merhem olur diye yaralarına sürmeye çalışıyorsun. anlık bir rahatlama, geçici bir huzur bir ihtimal kesilen yalnızlık birkaç saat yalnızca. yalnızlık batar ya.

''yaşamak ne zor yalnızca
insan anlıyor yalnız kalınca
bir iten bile yok arkandan
sallanırken salıncakta
güldün değil mi?
belki de tebessüm ettin
şu gerçeğin farkına varınca
ne acı değil mi?
insan öğreniyor yaşadıkça
neyin acı olduğunu
yalnızca dört duvar arasında
tek başına
uzanınca boylu boyunca
o soğuk yatağa
suratın hep bakıyor duvara
çizdiğin suratlar
her gün artıyor bir daha
bir çentik daha
bir yalnızlık daha
kaç yalnızlık
yapa yalnız
hadi yalnızlığı anladın da
yapa sı ne oluyor
katmerli senin yalnızlığın
onların bir ise
senin iki
iki kere yalnızsın
şu dünyada belki de
yalnızca
en yalnız bırakılmış
sen varsın
yakınma boşuna
uğraşma çabalama
seni senden başkası anlamaz
yaralarına merhem olmaz
yalnızlığını kaşıma yoksa
kabuk bağlamaz
etme diyorum tebessüm
acılara tebessüm etmek
acıya sığmaz
bekleme boşuna
beklediğin başka bir hayatta
bu hayattaydı
yo başka hayattaydı
başkasının hayatında
başkasının hayatı
o senin hayatın değil
zaten hiçbir zaman olmadı da
sahi hayatım dediğin bir hayatın oldu mu?
düşünsene bir
siktiret düşünme
bir de buna yorma karışık aklını
biliyorum artık hayalde kurmuyorsun
kimse anlam veremedi değil mi?
‘’hayallerim beyazladı’’ dediğinde
bir siktiret de bunun için gelsin
bunu da anlamasınlar
çok düşündü
en düşündü
uyanıkken bile kurduğun
en uzun düşündü
o ise hiçbir zaman düşünmedi
beklemek ne kadar acıtmış
o kadar belli ki acın
gözlerinden duyuluyor
sessiz çığlıkların
gözlerinden okunuyor
haykırışların
takılıp kalmışsın
aynı şarkıda
aynı onun gibi
aynı öteki gibi
aynı diğerleri gibi
biten bir aşka
şarkı adam ak
gitti adam
sen hala siyahlar içinde şarkı yak
aynadaki aksine bir bak
korkuyorsun değil mi?
yüzünle yüzleşmekten
sen iyisi mi bir sigara daha yak
şu an yaptığım gibi
acılara tütün bas
iyi geliyormuş
diyorlar
esasında çok şey diyorlar
ama boşa diyorlar
adın gibi biliyorsun
sahi adın neydi senin
yalnızlık desem alınır mısın?
biliyorum alınmazsın
seninki de köpek yalnızlığı
iltifattır bu kızma köpek dediğime
en sevdiklerime yakıştırırım bu yalnızlığı
antika bir yalnızlık
en büyük eser
ondan kalma
tarihi bir konakta
tek başına
kapını çalan yok
doğru ya bir kapın bile yok
ne garip değil mi?
hüzün desem sana
kızmazsın
acı desem katmerlisinden
yazmışsın işte gözyaşlarınla
okuyorum gözlerinden
ne yapayım böyleyim ben
tuzunu değil
acısını tadarım yaşların
saat gecenin bir yarısı
kaldırıp baksana kafanı
kim var yanında
koca bir yalnızlık
koca n bir yalnızlık
yazık
çok yazık
kapı çaldı galiba
gecenin bu saatinde kim ki acaba
o değil de kapıyı da siktiret
gözlerin açık gideceksin biliyor musun?
benimki de soru işte
elbette biliyorsun
şu beyazlayan hayallerin var ya
gerçekleşmeyecek asla
bir yalnızlık gelmiş
doktor bey hastanın nesi var
yalnızlığı var
zamanı durdurdum
sabit durağan
hareketsiz
sessiz
sedasız
nidasız
acıyı yalnızlık geçiyor
birazdan güneş doğacak
uyu da duran zaman geçsin
anla artık
sen kaybedensin.''

26 Kasım 2010 Cuma

Hepimiz Mezarımıyız Kendimizin

Takıldım kaldım bu söze. Kendini gömdün mü hiç? Ellerinle öldürdün mü kendini. Boğdun mu yakana yakışıp, astın mı tavana kendini, geçirdin mi o ilmeği boğazına. Yok yok yapmadın belki yapamadın sen öyle san.

Her gün biraz daha öldürüyorsun kendini. Mezarını her geçen gün daha da derinleştiriyorsun. Kürek kürek dışarı attığın toprağın farkında bile değilsin. Aslında sen ölüyorsun yavaş yavaş sadece yaşadığını sanıyorsun.

Yaşamak nedir ki? Cevabı yok bu sorunun. Soru değil bu sorun. Kendin bulacaksın, kendin keşfedeceksin şıkları seçmeyeceksin kendine yeni bir şık edineceksin. Tutku nedir bilir misin? Bilmezsin, zaten bu yüzden ya mutsuzluğun.

Tutkuları olan insanları izlesene. En abuk sabuk gelen tutku bile nasıl enerji veriyor o insana. Nasıl mutlu ediyor. Tutkusundan bahsederken bambaşka biri olup çıkıveriyor karşına. Hareketleri, konuşmaları her şeyi bambaşka. Gözlerinden tutkuyla karışık bir mutluluk çıkıyor alev alev. Sen suskunsun onun karşısında, heyecanı bitmesin, sönmesin diye o alev susuyorsun sadece. O anlattıkça anlatıyor. Sana garip geliyor belki de saçma, değil mi? Evet dediğini duyar gibiyim. İşte senin yaşayamadığını o yaşıyor. Mezarını kazarken birer birer gül atıyor toprağının içine. Sen mutsuzluktan ölürken, o mutluluktan ölüyor. Hayattan zevk alıyor. Tutkusuna sıkıca sarılmış, hayatının merkezi haline getirmiş. Bak ne demişler;

''bak gördün mü, benjamin? bir erkek her şeyini değiştirebilir. yüzünü, evini, ailesini, kız arkadaşını, dinini, tanrısını, yine de değiştiremeyeceği bir şey var, benjamin. tutkularını değiştiremez.''

Bunu erkek olarak değil de insan olarak düşün. Bir insan gün geliyor her şeyden en sevdiğinden en vazgeçilmezinden bile geçiyor. Ama tutkularından vazgeçmek namümkün. Ölene kadar o tutkularıyla beraber yaşıyor. Zaten onu öldürmeyen ayakta tutan tutkuları.

İnsanların yaptıklarına anlam vermeye çalışmak yerine, yargılamak yerine, zamanını boşa harcamak yerine kendine bir Tutku bul. O zaman o mezarı kazarken daha mutlu olacaksın işte. Herkes ağlarken ardından sen gülerek öleceksin. Çünkü, senden başkası anlamayacak Yaşarken ölmediğini, Yaşayan bir ölü olmadığını. Kendine göre, en güzel şekilde yaşadığını bir tek sen bileceksin ve huzur içinde öleceksin.

Benim Tutkum mu?

Belli olmuyor mu?

Ahaha bi tane de değil iki tane evet evet birisi süheyla :;)

''fakat süheyla bu derin bir tutku
sana tutulan bir adamın nutku.''

Bana Seni Tarif Et

Bana seni tarif et
hayallerini mesela
başını yastığa koyduğunda
düşlediğin düşlerini
kimsenin bilmediği
akıl sır erdiremediği
kim olsun mutlulukla
sana bakan bir çift göz yıllar sonra
sevdiğin şeyleri anlat mesela
okuduğun en güzel kitap hangisi
en çok sevdiğin film
ağlarken gözyaşlarına eşlik eden şarkı
en çok nelere gülersin
nelere acıtırsın içini
çiçeklerle konuşur musun
çeker misin onları içine
çaya kaç şeker atarsın
uzaklara dalar mısın
kendinle konuşur gibi
dertleşir gibi
ya da yalandan yere
deliliğe vermiş gibi
anlat bana seni
sınırsızca acılarınla
gülüşlerince öpüşlerince
gece bitince daha çok var gündüze
durdurak bilme
anlat yorulursan gözlerini dinlerim
uyursan tenini izlerim
bana seni tarif et
en sevdiğin renk
en sevdiğin şiir
en sevdiğin yemek
en sevdiğin meyve
en sevdiğin yalnızlık hangisi
bana enlerini anlat
huzur bulduğun yerleri anlat
sırlarını anlat
kimseyle paylaşamadığın
korkularını anlat
gözlerindeki çizgileri
söylesene kim niye çizdi
bilmek istiyorum sebebini
bu sendeki yalnızlık
kimden miras
kimin vasiyeti
yarım kalan aşklarını anlat
vücudundaki izleri
hangi sevdanın yanığı
kim söndürdü kalbinde aşkları
kim yaktı kim acıttı
sana canım derken canını
hüzün dolu gecelerini
sigara üstüne sigara içerken
seni incitenleri
kırık kalbini
kırılgan seni anlat
bana seni tarif et
nereden gelmeliyim
hangi yalnızlıktan sapmalıyım
sağdan kaçıncı yalnızlık
kaç yalnızlık yukarıda
ışığını açık bırak
bir gece ansızın
verdiğin yalnızlığa gelebilirim
seni bulabilirim
istersen ruhundan o yalnızlığı
söküp alabilirim
bana seni tarif et
bir bedende yaşattığın
yüzlerce ruhun acısını anlat
yalandan yere anladım demem
dinliyormuş gibi gözükmem
bana seni tarif et
korkma paylaşmam kimseyle seni
anlatmam gizlerini
anlatmam nemli gözlerini
sadece
bana seni tarif et
anlatırsan eğer olacaksın
sen bana
senden en güzel emanet
tarif edersen sana söz
inan ki etmem ihanet
haydi ne bekliyorsun
bana gerçek seni tarif et.

25 Kasım 2010 Perşembe

İnsan bir nefes istiyor yanında

İnsan ne kadar mutlu olursa olsun kendine bile itiraf edemese de bir nefes istiyor yanında. Biliyor en kalabalıklarda bile tek başına mutlu, yine de çaya kaç şeker alırsın diye soran bir ses mutlaka istiyor. Her şeyin tadı var, fazlasıyla çıkıyor tek başına ama dudaklar hep buruk, acı bir tebessüm. Nefes alsın yeter değil bu nefesi istenen, nefesim olsun. Belki bir omuz, belki bir sırt yıllarca yaslanacağın, yıllarca sana yaslansın istediğin, elleri mendil olsun istediğin gözlerine.

Sadece gülerken kahkahalarına eşlik edecek değil, ağlarken gözyaşlarına ortak olacak bir nefes. Ağlama diye seni teselli etmeye çalışan bir ses değil, sana sarılıp seninle ağlayabilecek birisi.

Zor olan bir hayatı idame ettirmek değil. Ev işi, faturalar, akşam eve gelince bir tabak yemek yapıp yemek, evi silip süpüren, bulaşıkları yıkayan, çayı yapan bir insan değil. Bunları zaten yapıyorsun, zor da gelmiyor yapmak alışmışsın bu hayatı böyle yaşamaya. Çünkü, istediğin bu ama bir akşamüstü tıpkı o hikayedeki gibi fark ediyorsun ki yanında kimse yok ya da yanında olmasını istediklerin değil yanındakiler. Sadece o boşluğu doldurmaya çalışan başka boşluklar.

Bunu da son anlarını yaşadığın zaman anlıyorsun çok geç ama anlıyorsun. Meğer ne zormuş belli bir yaştan sonra tek başına yaşamak, yaşamaya çalışmak. Tek istediğin bir suç ortağı yalnızlığını öldürürken sana eşlik edecek. Yüzünden tebessüm eksik etmeyecek, sana hep gülecek. Verdiğin değil aldığın nefes olsun bir ömür yanında. Maksat yağmur yağdıktan sonra toprağın kokusunu içine tek başına çekmek değil, beraber o kokuyu hissetmek.

Nerede olursa olsun, ne zaman olursa olsun. İnsan bir nefes istiyor yanında anlıyor musun süheyla.

''Yalnızlığa alışırım da bir başınalığa asla.''

''İnsan bi nefes istiyor yanında hele bi yaştan sonra zor tek başına zor.''

21 Kasım 2010 Pazar

Köşe

Bazen dönünce
dokunur geçmişine
hayaller gelir gözlerinin önüne
pişmanlık mı dersin ne dersin bilmem
dokunuşları dokunur sana döndükçe
yalnızlık dönülmek istenmeyen bir
köşe
dikkat et
batar kalbine.

Kısaca

Fotoğrafım
Email: sivilpalyanco@gmail.com