27 Şubat 2011 Pazar

Rüyada Uçmak



''Güzeldir. Ara ara rüyamda yaptığım şey ama öyle kuş gibi o çatı senin bu çatı benim, o bulutlar senin bu bulutlar benim değil. Yerden bir karış havalanıyorum. Öyle usul usul yürümeden ilerliyorum. Ayaklarım yerden kesiliyor. Düşünce gücüyle hükmediyorum kendime. Sonra birisi soruyor;

- nasıl yapıyorsun bunu?
- düşünerek, düşünce gücüyle. (bi sirkine git palyaço)

Soran kişi birden kendini yüksek bir yerden boşluğa bırakıyor ve havada kalıyor öylece. Rahatlıyorum neyse diyorum, uyanıyorum sonra.

Sık sık görürüm bu rüyayı. Öyle uça uça bir yerlere gittiğimi görürüm hep. Aklım beş karış havada ondandır büyük ihtimal.''

Yazmışım uzun zaman önce. Geçenlerde gerçekten uçtum ahah, halen dalga geçiyorum. Akıllanmam ben. Ne diyordum? Rüyada Uçmak.

Ben rüyamda sık sık uçuyorum. Bu sefer level atladım. Süperpal olarak uçuyorum. Ciddiyim mar adentro filmini izleyenler bilir, 'ramon' sürekli uçuyordu. Aynen bu şekilde rüyamda uçuyorum ve acayip mutlu uyanıyorum bu rüyayı görüp uyandığım sabahlarda. Bu rüya ayrı bir enerji veriyor bana.

Tarif edemiyorum bu uçma olayını, gerçeği çok kötü ahaha sakın denemeye kalkışmayın. Fakat, rüyada uçmak kadar mükemmel bir olay yok. Sokakların arasından, ağaçların, insanların üzerinden uçuyordum. Epey bir havalandım bu sefer. Yaklaşık 5 metre falan. (epeye bak, insan bulutlara çıkar) Elektrik telleri hizasında. Yalnız kalkışı çok zor oluyor ahaha. Ciddiyim, hani yüz üstü suyun üzerine atlarsın ya, aynı şekilde havada durmak için kendimi boşluğa atıyorum. Tek sorun ise yere konduktan sonra ikinci kalkış daha zor. Çok zorladım kendimi, yine de uçtum.

Kuş gibi özgürsün diyorlar ya aynen öyle işte. Acayip bir rahatlama, dinginlik, huzur. Yok yok ne desem kifayetsiz kalacak. Superman'i şimdi anlıyorum.

Siz de böyle uçtuğunuzu görüyor musunuz? ya da sürekli aynı rüyayı görüyor musunuz?

Adam uçuyor beyler. Rüya, gerçek fark etmiyor.

''Haydi gel benimle ol
Oturup, yıldızlardan bakalım dünyadaki neslimize
Ordaki sevgililer özenip birer birer
Gün olur erişirler ikimize.''

26 Şubat 2011 Cumartesi

GECE



''Karanlıkta yönünü arayanların, bulup sığındığı tek liman.''

''Yaşanılasıdır, sessizdir. Biraz önce o sessizliği yaşadım. Çıktım dışarı tüm şehir uyuyordu, yolumu aydınlatan sokak lambaları yürü diyordu. Korkmadan, çekinmeden, sessizliğe ayak uydurarak uygun adım ilerle diye adeta emir veriyordu.

Gece güzeldir, karanlığın aydınlığını yaşatır sana. Kendini yakıp bitirirken etrafını aydınlatan mum gibi. Sessizdir ama yüzlerce şey fısıldar kulağına içindeki ses gibi. Herkes rüyasında iken sen hülyalarda bambaşka diyarlarda.''

''Güzel, özel, sessiz, sakin.

Sırrına ermek belki de bunun sebebi. Demiş ki ''benim bildiğimi bilseydiniz uyumazdınız'' sırrına ermiş belli ki. Yaşanılası, gökyüzü karanlık, oda karanlık, gece karanlık, sen karanlık. içine bakıyorsun aydınlık. Gördüğün bir ışık. Yak bir sigara daha, ne çıkar eksilsin ömründen bir dakika. Ne anlamı kalıyor tadını çıkarmadıktan sonra. Biraz yorgun sen gibi, gündüzün kesmekeşliği, telaşı, kalabalığı, koşuşturması yok gecede. Yetişmeye çabalamıyorsun, saat duruyor, zaman duruyor, dakikalar çok yavaş ilerliyor. Bir fan sesi eşlik ediyor içindeki sese bir de tıkırtılar.

Gecenin rengi bambaşka. Boyalar önünde, en güzel rengi sen veriyorsun ellerinle. Altına da attın mı imzanı, tamam oluyor her şey yerli yerinde. Gecenin karanlığında ne zaman baksam penceremden bir yıldız gökyüzümde inatla orada duruyor, selam verir gibi. O da uyumuyor. Belli ki o da varmış. Gökyüzü ağlar aynı anlarda, gürültüsü korkutur. Bulutların yanaklarından akar sel olur gözyaşı, koklatır toprağı.

Gece, güzel şeysin.''


Sözlükte gece hakkında yazdığım yazılar bunlar. Geceyi seviyorum ben. Başka bir blogta, gece ile benzeri yazılar okumuştum. Aynen benim gibi düşünen birisi ve okuyup çok beğendiğim kitaplardan bir tanesinden alıntı yapmış. Gündüz Vassaf'ın ''Cehenneme Övgü'' adlı kitabından, gece. Hakkını yiyemem, Canım'lardan bir tanesi olan canım'ın tavsiye ettiği kitaplardan birisi. Kitaba dönersem;


“Geceleri düzen güçleri uykudadır”.
“Gün ışığı içimizdeki teslimiyetçiliği ortaya çıkarır, ama geceleri kendimizi özgür hissederiz. Düzen güçleri bizi, geceden, özgürlükten kaçınmaya koşullandırmıştır.”
“Gün boyunca ister sabah saat on, ister öğleden sonra üç olsun, hepimiz gündelik düzenin, düzen güçlerinin köleleriyiz. Bizi ayakta tutan, zamanın geçmesi ve gecenin sunduğu kurtuluş umududur.”
“Geceleri aşık olur, birbirimize aşkımızı geceleri ilan ederiz. Gündüzler bizi mantığımızı kullanmaya, kendi hapishanemize kapanmaya zorlar.”
“Gün boyunca insanların birbirleriyle gireceği ilişkiler düzene sokulmuştur. Okullarda gençler, sırf aynı yaşta oldukları için yıllar yılı aynı sınıflarda oturmak zorundadırlar.”
“Sosyal sınıfların katı kuralları ancak gece bozulur.”
“Geceleri dünya, birbirleriyle haşır neşir olmuş, özgür, meraklı insanların ruhlarıyla canlanır.”
“Gece, insan zihninin çalışması için zemin oluşturur.”
“‘Yaşamın anlamı’ gece duyumsanır ve sorgulanır.”

Okuduktan sonra evet dedidiğini duyar gibiyim. Duymadıysam birimiz yanlışlardayız.
En güzel kısmı sonu galiba; '''Yaşamın anlamı'' gece duyumsanır ve sorgulanır.''

En nefret ettiğim şeylerden birisidir, Neden uyumuyorsun? Neden uyumalıyım ki? Denmez hiç, çünkü uyuması gerekir insanın. Ve işin saçmalığı bu soruyu sana soran insan uyanıktır! Geceleri aslında uyuyan birer ölüyüz. Neden sadece gündüzü yaşıyoruz? Geceleri zamandan saymıyoruz, yaşanılası görmüyoruz. Yaşanılası bir şey değil mi yoksa gece? Bence yaşanılası ve güzel.

Gece herkes kaçar: sokaklardan, insanlardan, yaşamaktan. Pause tuşuna basar ve uyku moduna geçer. Çünkü, düzen böyle. Herkes uyumalı, herkes birbirine uymalı. İşte o zaman sen, normalsin. Uymadığın an yaftayı yedin demektir. ''Anormal, sabaha kadar uyumuyor.'' Hiç kimse olaya şöyle bakmaz; ''aslında o geceyi yaşıyor'' hayatı yarım yaşayanlar bunu fark etmiyor galiba. Bilmem kaç yıl yaşıyor ve yaşadığını saydığı hayatı gündüzden ibaret.

Kaç gündüz yaşadın? Aslında böyle sorsan bunu bile anlamaz. He?, ne?, kim? diye boş gözlerle sana bakabilir. Geceyi zamandan, hayattan saymıyoruz. Kim öğretti bunu bilmiyorum ve halen neden uyuluyor bu öğretiye. Evet, bir sistem var mecburen uymak zorunda olduğun, dışına çıkamadığın, hatta sistemin bir dişlisi de kendin olduğun. Fakat, insan buna bir çözüm buluyor eğer isterse. Her zaman olmasa da değiştirebiliyor düzeni, kendi kurduğu düzene göre.

Ve şiyirsiz olur mu? bu da benden gelsin güzel geceye.

''Buluşma noktamız
noktayı kaldırıp
birbirime başladığımız
birbirimizi yaşadığımız
biliyoruz gecelerin tadını
biliyoruz bitmek bilmeyen yalnızlığımızı
gecenin yüzü suyu hürmetine
geliyoruz birbirimize
gece geceden geçmeden
ışıklar sönecekken
biz oluyoruz ya çalıp geceden
söz veriyoruz
buluşmak üzere
bir başka geceye
gece de olmasa
geleceğimiz yok bize
bu yüzden seviyoruz belki de.''


Şimdiden, İyi Geceler!

23 Şubat 2011 Çarşamba

Narsist

Bana narsistliği anlat deseler, bu fotoğrafı gösterir ve üzerine tek kelime etmezdim. Gazetede gördüm kendi kendime güldüm. Daha güzel anlatılamazdı narsistlik. Narsistlik komik ve kötü bir şey. Öldür aynadaki narsisti/aksini.


Avustralyalı fotoğrafçı Arthur Xanthopoulos, Melbourne Hayvanat Bahçesi'ndeki maymunları görüntüledi. Xanthopoulous, "Yüzde 97 İnsan" adlı sergisinde en büyük ilgiyi su birikintisinde oluşan aksine bakan orangutanın çektiğini söyledi.

21 Şubat 2011 Pazartesi

Başarı



Dün akşam sözlükte aziz kedi'nin nicki altında başarı, başarısızlık, sıradanlık gibi yorum yaptığını sanan yazarcıkların saçmalıklar silsilesi vardı. Aziz kedi, ailesinin istediği başarılı insan olamadığını ve bir şekilde mutlu bir başarısız olduğunu anlatıyordu ve oldukça samimiydi. Hele su soğutusucu, derin dondurucu esprisi vardı ki, mükemmeldi. Başarısızlığı karşısında annesinin tepkisini anlattığında yapmış olduğu.

Her neyse gerçekten BAŞARI ne? bu dünyada başarı ne?. Bakıyorum benim hayatımda insanların başarı diye addettiği bir olgu, kavram ya da belge, bir şey yok.

Takdir, teşekkür belgeleleri mi? ilk, orta, lise, üniversite diplomaları mı? ya da iş hayatında aldığın vasıf mı? Bir insanı nasıl başarılı diye takdim ediyorsunuz. Kim başarılı şu hayatta? Ben, okul hayatım boyunca bütün derslerinden geçen her sınavdan 100 puan alan adama inan başarılı gözüyle bakmadım. Çünkü, yapabileceğim bir şeydi, yaptım da ya da şu üniversiteyi dereceyle bitirmiş denilen insanı başarılı olarak düşünmedim. Çekemediğimden, kıskandığımdan falan değil. İstersen sen ya da ben bir başkası yapabilir. İnan yapabilir, hele Türkiye gibi bir ülkede üniversite bitirmek kadar kolay bir şey yok. İstersem yaparım, çok zekiyim demiyorum.

Sana başarılı diye lanse edilen insanların başarıları aslında başarı değil demek istiyorum. Bunu herkes yapabilir diyorum. Çünkü, imkansız değil. Bilmem kaç sayfa kitabı ezberlemiştim bir sınavda sayfa sayfa, satır satır, kelime kelime ezberlemiştim. Ne oldu? en yüksek puanı almam gerekiyordu aldım. Bu kadar.

İş hayatındaki başarı; maaş, ssk, yol, yemek ve sana özel şirket arabası ile ölçülüyor. Maaşın yüksekse başarılısın, çünkü şirkete para kazandırıyorsun ve bu yüzden kartvizinde manager yazıyor falan filan. Altında araba, benzini şirkette, cebinde masraf fişleri, ahaha en çok buna gülerim. Adam bilmem kaç milyar maaş alır, mesai saati içinde bir şişe su alsa gidip onun fişini alır ve masraf olarak yazar. Ne desem ki size.

Haha bak bir diğer konu evlilik. Şu hayatta eğer evliysen başarılısın. İfrit olduğum konulardan birisi. Evlendi, çocuk çoluğa karıştı bile. Sor bakalım bir sor lan o adama, kadına. Sana gerçeği söyleyebilecek mi? Mutsuzum diye bir gerçeği dile getirebileek mi? Getiremez sen o adama yıllardır başarılı diye bir yafta yakıştırmışsın yakasında bir gül gibi. O adam senin hayallerini yıkmamak için hayatta ve hep başarılı bilinmesi gerekiyor, her şeyiyle.

Başarı ne? Sözlükten iki tane tanımı kendime yakın buldum. Bir tanesi;

"İnsan yirmili yaşlarda ya başarılı olur ya da kendisi olur."
--Tezer ÖZLÜ - (Bu güzel kadını, tanımadan ayrı bir sevmiştim, sevdim)

''Başarının sonu yalnızlıktır.''
-Friedrich Nietzsche

İki tanımda bana yakın geldi. Tezer Özlü'nün dediği gibi keşke insan yirmili yaşlarda başarılı olmasa ve kendisi olsa, en azından ben kendim olmayı isterdim. Geçenlerde uyumuycam bir mim yollamıştı ve içinde bir soru vardı. Dalga geçerek cevaplamıştım ve en gerçekçi cevabım bu soruyaydı.

* Kim olmayı isterdiniz? Kendim olamadım ki.

Evet insan kendi olamıyor bir türlü, belli bir zamana kadar. İstediklerini, hayatı, dünyayı anlayana ve kavrayana kadar kendi olamıyor. Çok çeşitli sebepler var olamamasının, engel olan sebepler ama yine de kendi olmalı bir insan. En azından başarıları kendi için bir anlam ifade etmeli, başkaları istediği ve yönlendirdiği için bir anlam kazanmamalı.

ve son tanımım. Bugün Nil Karaibrahimgil'in bir röportajını okuyordum.Orada kadınlar adına başarının tanımını yapmış bunu insanlar olarak değiştirebiliriz.

''Başarılı kadın tarifiniz nedir?
Biraz sığ olabilir ama ben bir kadının para kazanmasını başarı kriterleri arasında üst sıraya koyarım. Para demek hareket özgürlüğü demek. İdealiyle yaptığı iş arasında uçurum olmayan, kendini başarılı hisseden kadın başarılıdır.''

Paranın miktarı değil, istediklerini yapabiliyor musun? önemli olan bu. O zaman başarılısın.

Sen kendini başarılı hissediyor musun? Bence hissetmiyorsun. Çünkü yaptığın iş seni mutlu etmiyor. Beni zaten etmiyor, haha bu yüzden çok güzel istifa ediyorum.

Ben başarılı mıyım bu hayatta söyleyeyim sana dürüstçe.

Değilim ve başarılı olmak istemedim. Çünkü onlar istiyordu başarılı olmamı. Ben başarılı olmak istemedim ki, kendim olmak istedim.

Başarı galiba kendin olmaktan ibaret.

18 Şubat 2011 Cuma

Süreyya'yı Taşlamak


Esasında bambaşka bir şey yazmak istiyordum ama bir şeyler okumak isterken bu film çıktı karşıma. Bende acayip bir hırs var, eğer bir filme takıldıysam mutlaka o filmi izlemem gerekiyor. Geçenlerde gittim deli gibi film aradım, buldum ve izledim. Her neyse bir konu hakkında yazmak için bir kaç yazı okumak istemiştim. Konudan konuya atlarken bu film çıktı karşıma. Kadın olmanın bedelini kadınlar ya göz yaşıyla ya da canlarıyla ödüyorlar. Kadın olmak eşittir acı bu dünyada. Daha geçen gün demiştim, kadın olmak zor annem. Sizi gerçekten çok seviyorum. Çünkü, anlayamayacağımı iyi biliyorum.

Soraya'yı Taşlamak Türkçe adı Süreyya'yı Taşlamak


Filmin her karesi ayrı bir acı. İzledikten sonra bir çok şeyden nefret edebilirsiniz, özellikle erkeklerden, bence de edilmeli ben ettim. bla bla bla yazamıyorum ya. Kelimelerim yine yutkundu benim. Filmden bir kaç satır eklemek istiyorum sadece. Lütfen izlemediyseniz izleyin. İzleyeceğinizi düşünerek bütün replikleri yazmak istemiyorum.

''Seni neden dinleyeyim ki, kadın sesinin pek bi değeri yok bu ülkede.''

''Kadınların tümü suçlu, erkeklerin tümü suçsuzdur.''

''Melekler Uçuyor Anne!''


Link.

http://www.divxfilm.org

17 Şubat 2011 Perşembe

Yalan Hayat




Bütün insanların yaşamak isteyip yaşayamadığıdır. Çünkü herkes gerçek hayat'ı yaşıyor.

Gerçek hayat nedir ki? neyin gerçeği gerçek ne ve kimin gerçeği. Gerçek denince aklıma izlediğimden bu yana aklıma kazınan şu replik geliyor.

- al şunu be oğlum gören vermiyor. (şarap şişesi)
+ baba, gerçeği söylesek.
- ne gerçeği be oğlum. şarap parası vermeyen adam gerçekten ne anlar.

Benim gerçeklerim diye yalandan ibaret bir hayatı yaşayan insanlar topluluğu, ordusundan ibaretiz. Bizim gerçeğimiz, her akşam izlenen spor programlarından, abuk subuk dizilerden, karşılıklı onları yorumlayıp dizideki başrol kadın-erkek oyuncuya hayran olmaktan, onların magazinsel hayatını takip etmekten, öğlenleri evlilik programlarını takip etmekten ibaret. Televizyo hayatlar, televizyon dünyalar. Gülüşlerin sana ait değil biliyor musun? o programlara ait gözyaşların bile öyle. İstisnayım diye gelme bana. Dört duvar içinde bir hayatı bitiriyoruz. Bak bu da başka bir filmden aklıma kazınan;

''koca bir hayatı boş işlerle tüketmeyi nasıl başarıyoruz?
bunu nasıl yapıyoruz?''

Kimse işinde mutlu değil. Sen, o, öteki, beriki herkes mutsuz. Çünkü kimse yapmak istediği işi yapmıyor. Her gün zorla, nefret ederek, yataktan zorla kalkarak gidiyor. sabah insanları. Okula, işe her yere yataktan son dakikada kalkıp gidiyorlar. Aynada kendine bakacak vakit bile yok. Mutsuz uyanıyoruz, mutsuz yaşıyoruz günü, günleri, ayları ve yılları. Her yıl başında yeni hayaller kurup yapıcam diye kendine binlerce kez söz verip ertesi yıl sonunda tekrar hatırlayıp tekrar sözler veriyorsun kendine. Yılbaşları senin için kendine sözler vermekle geçiyor. En güzel filmler aşk filmleri izlenme rekoru kırıyor. Öyle bir hayatın olmadı. Senin hayallerin, hayallerinde toz pembe, hayatında değil. Bir ömür o filmleri izleyip, öyle birinin karşına çıkacağını ummakla geçti. Hiç dışarıya çıkmadın ki? Arkadaşlarınla bütün iletişimin facebook, twitter ve msn üzerinden. Doğumgünleri kutlaman, naber nasılların hep buralardan.Üzüntülerini, mutluluğunu, mutsuzluğunu kişisel iletilerinden iletmeye tüm çaban. Demişti ki ''iletişim uğruna var olan iletişimlerini sekteye uğratmak''tan başka bir işe yaramıyorlar. O günden beri kestim bu iletişimsizliği. Dün gece canım bir başlığa takıldı kaldı.

torrent kullanabilen kız yıl 2046 olmuş ve halen torrent kullandığı için övünen insanlar var ve bununla büyük bir övünç kaynağıymış gibi insanları aşağılamaya çalışan nokta noktalar.

''- torrent kullanabilen kız var mıdır? hayal gibi.
- zor olsa sen anlamazdın be abi torrenti.

bu yani.'' gerçek bu işte ama sizin yalanınız torrent kullanarak zeki olduğunuzu ispat çabanız.

Bak adamların dünyası bu kadar büyük işte. Kendini herkesten üstün gören insan modeli yandan büzgülü bu modeller. 'Eğleniyoruz bee karışma'' der şimdi oradan. Kendini mi rezil ediyorsun? eğleniyor musun? yoksa boşluğunu mu gösteriyorsun. Yaşadığın yalan bir hayat be abi. Yatsı olmadan biteceksin bir gün ansızın. Gözünü açacaksın ve kapatmaya çalışırken bitecek.

Bence artık sen bir mumsun, etrafını bırak kendini aydınlatmadan sönecek.

Bence artık, sen sönmüş bir güneşsin.
Bence artık, sen yankısız bir sessin.
Bence artık, soluksuz bir nefessin.
Bence artık, herkes gibisin.

16 Şubat 2011 Çarşamba

Omuz





''Değerini biliyorsan belki de insanoğlunun en güzel uzvu. Kaç tane sana omuz veren insan var şu hayatta, kaçı istediğin an senin yanında. İki eli kanda olsa da çağırdığın an koşa koşa gelecek. Bazen ailen, sevgilin bile böyle durumlarda yetersiz kalıyor. Sadece o olsun dediğin anlarda. Düşünsene kaç insan var böyle. Seni sen olduğun için seven, sana her halinle değer veren.

Gel dediğinde gelen, sana ihtiyacım var dediğinde gelen. Söyleyeyim çok az. En fazla 2 ya da 3 tane. Bir tanesini bulan bile kendini şanslı addediyor. Herkese omuz olan sen bazen etrafına bakıyorsun da kendi omuzlarından başka yaslanacak omuz bulamıyorsun değil mi? yok yok merak etme benim sekiz on çift var böyle sahip olduğum, dost kazığı yediğimden falan da değil. Gördüğüm manzara o, görünen o. İçi acıyan insan çok. İçindeki çocuğa bile sarılamayan.

''insan dostu olduğu için kaybetmez.'' o omuzlara binerek kaybetmeyi değil yaslanarak bir ömür elde tutmayı denemeli. Ansızın ihtiyacı olabiliyor insanın.''

Yazmışım, yaklaşık 6 ay önce. Ya aptala ya da kalbi temiz olana malum oluyor. Yazılarımı karıştırırken karşıma çıktı. Şok oldum ilk satırı görünce. Sonra güldüm ve malum atasözünü söyledim haliyle. ''Bana da malum olmuş.''

Değerini biliyorsan belki de insanoğlunun en güzel uzvu. Evet, değerini bilin hem kendi omzunuzun hem de en sevdiğiniz size her zaman omuz olanın. Doktorumla konuşurken bu yazdığım satırı söyledim. 'Nasıl yani' dedi ve şaşırdı.
'İçimden gelmiş yazmışım, kimbilir niye yazdım' dedim.

Sizin kaç omzunuz var? iki mi? yoksa daha fazla mı?

Değerini bilin o omuzların, bir gün kırılırlarsa, kırıkları düzeltmesi zor oluyor.

Off benim kırık omzum.

Omzuna dikkat et, hele de omzuna. Yani sana omuz olan omzuna.

Omzum benim ahaha. Söyle bunu en yakın dostuna bi anlam veremesin. Ne diyor bu şapşal desin, sen gülmeye devam et.

15 Şubat 2011 Salı

Duyarlılık, Duyarsızlık




Biri'm dedi ki; palyaço hep şiir şiir nereye kadar? Böyle demedi tabii aklıma vura vura dedi bunu. Haklısın bile diyemedim. Şiyirler nasıl olsa bir gün kitap olacaklar, Saklanmalılar. Duyarsızlık, Sözlük'te uzun zaman önce yazmış olduğum bana ait bir entry-giri-.

''Her insanda az ya da çok yaşanılan, yaşanılmayan, aynı anlamı verilebilen ya da aynı anlamı verilmeye çalışılan olaylar karşısında bir nebze veyahut çokça hissedilendir.

Kim olduğu mühim değil yaşlı bir insanla oturmaktayız. Yaşlı dediysem epey yaşlı elden ayaktan düşmese de 90'a yangın merdivenini dayamış. Yerinde duramıyor bahçede bir şeylerle uğraşıyor.

palyaço kılıklı ben- ayakta zor duruyorsun, bahçe sulamaya çalışıyorsun.
güzel insan- baksana toprağa nasıl da çatlamış, yazık su istiyor.

dedi, ben bittim ve içimden kendime saydırmaya başladım. Sonra kendimi affettirmek için neler yapmadım. Duyarlılık zor bir şey vesselam. Herkes aynı anlamı veremiyor, aynı şeyleri hissedemiyor. Bakmakla görmek arasındaki fark bu yüzden çok büyük.

Duyarlı insan olmak kendinden vazgeçmek şu zamanda. Bir başkasının ''aman banane'' deyip umursamadığı, önemsizmiş gibi görünen şeylere önem vermek zor ama bunu başaran insanlar halen var, ne mutlu onlara ve bu duyarlılığı sayesinde unutulan insanlık kavramını da tekrar hatırlattıkları için hatırlayabilen insanlara ne mutlu. Biraz önce yine gördüm o duyarlı insanı. bir çoğumuzun umurunda olmayan şeylere kafaya takmış, üzülmüş, üzmüş kendini. Merak etme dünya sen varken halen güzel bir yer güzel ve duyarlı insan.''

demişim uzun zaman önce. Hakikaten biz neden sadece tv'de ünlü biri öldüğü zaman üzülüyoruz, çok iyiydi, aaa çocuğu varmış diyoruz. Günlerce ağlıyoruz, üzülüyoruz. Ölüm sadece tanıdığımız ünlü insanların başına gelince hatırladığımız bir gerçek artık. İnsanlar ölüm'ü hayatlarından çıkarmışlar, hiç gerçekleşmeyecek gibi ve birisi öldüğünde ''zamansız ölüm'' ''o ölemez'' gibi söylemler ortaya atıyorlar.

Her gün bir sürü insan ölüyor, binbir çeşit sebeple. Biz gazetelerin magazin eklerini, spor sayfasını ve ekonomi sayfasını okuyoruz. Televizyonda eğlence programlarını, spor ve yarışma programlarını izliyoruz. Gerçeklerden uzaklaşıp sahte bir hayatı yaşıyoruz. Sonra o gerçeklerle yüzyüze geldiğimizde duygusal bir fon müziği eşliğinde ağlıyoruz. Lan vardı zaten böyle bir gerçek. Bu ülkede bu dünyada her gün binlerce insan ölüyor. Zamansız da değil yoktan yere, hiç uğruna.

Sebebini bile bilmediği savaşlarda, bir gece evinden dışarıya çıktığında, yolda kana susamış insanlar sayesinde, alkol alan trafik canavarları sayesinde, tecavüz eden sapıklar, onlar öldürmez ise ailesi tarafından namusu temizlenerek, hastanede yanlış ameliyat, yanlış iğne, yanlış teşhis sebebiyle. Binlerce insan ölüyor biz bunları görmezden geliyoruz. Bu ölümler bizim için gayet normal, olağan durumlar. Normalleştirmişiz, normalleştirilmiş beynimizde. Binlerce kişi öldüğünde şaşırmıyoruz. Fakat, tek bir kişi öldüğünde milyonlar şaşırıyor. Ne zaman değişti insanoğlu? Ne zaman bu kadar duyarlı olduk? ne zaman bu kadar duyarsız olduk?

Dikkat edersen ölenin kimliği önemli ayrıca,vasfı ilgilinderiyor bizi. Hayatta ne yaptığı, bizim hayatımızda nasıl var olduğu önemli. Ölmesi de bu oranda etkiliyor bizi. Konu niye ölüme geldi bilmiyorum.

Duyarlı gibi gözüken duyarsız insanlar olma yolunda emin adımlarla ilerliyoruz. Gerçekten duyarsızlaşıyoruz. Bir adım ötemizde birileri yaralanıyor, ölüyor ve kafamızı aksi istikamete çevirip kaçıyoruz. Fakat bir kaç kişi sesini çıkardı mı hemen aslan kesiliyoruz. Birinin kendisini öne atmasını ve bir şey olursa ona olmasını bekliyoruz.

Canımız tatlı, biz ölümden korkuyoruz. Duyarsız olmamızın tek sebebi bu bence biliyor musunuz?

Ölmekten korkuyoruz ve insanoğluna doğmasını yakıştırıyoruz ama ölmesini yakıştıramıyoruz çirkin buluyoruz. Çünkü korkuyoruz, bu yüzden aklımızdan çıkarıyoruz. Yetmez ama ölümden kaçanlar olarak, yeter bize bu kadar ölüm her şeye duyarsızız biz.

Yaşadığımız dünyaya, kendimize, sevdiklerimize, etrafımıza, yaşayan canlılara, bir arkadaşım şunu demişti yanlış hatırlamıyorsam ''bitkiler acır, acıyı hisseder, acı çeker''.

Bitkinin, bir yaprağın bile acıyı hissettiği bir dünyada insanoğlu acıdan kaçıyor. Sonra yüzyüze geldiğinde ise çok geç oluyor, kabullenemiyor. Çünkü uzun zaman görmezden gelmişti ve böyle acıların olduğuna inanamıyor, inanmak istemiyor. Çünkü yıllardır duyarsızlaşmış, duyarsızlaştırmıştı kendini.

İnsanlar mezarlıktan korkarlar. Çok ilginç bir korku aslında. Bence ölümden korktukları için korkuyorlar. Yoksa kimse arkasından gelip bööö diyeceğinden değil. Mezarlığa giden insanlar korkudan mı ağlıyor? yoo özlediğinden, sevdiğinden, acıdan. Zamanında bazı şeyleri söyleyemediğinden. Çünkü zamanında duyarsızlaşmıştı. Çoğu şeyin başına gelmeyeceğini düşünüyordu. Ona uzaktı, ölüm. Ben ölümü çok düşünürüm, gerçekten. Ölüme ait bir deliliğim vardır ama paylaşmam, düşünce olarak yani. Kötü mü bilmiyorum, düşünce işte. Kimseye zararı yok ama kötü, acıtıyor düşününce.

Tepki aklıma uzun zaman önce yazdığım bu yazımı çağrıştırdı gece gece. Tepkisiz insanlar topluluğu olmuşuz biz.

''Türkiye'de ortaya koyulmayandır.

Ortaya koyanlara ise deli gözüyle, kafayı yemiş gözüyle bakılıyor. Saatlerce bekleyeceğini bildiğin kuyrukta kimse sesini çıkarmıyor, çıkarınca herkes sana deli gözüyle bakıyor. Susuyor herkes, alıştım susmaya, alışmışız susmaya.

Bağırıp çağırdığında hemen bir güvenlik görevlisi geliyor ya kapı dışarı ya da işin hemen görülüyor ya da diğer insanlar sana tepki gösteriyor. ''saatlerdir biz de bekliyoruz, sanki bizim işimiz gücümüz yok'' gibi yüzlerce nefret cümlesiyle karşı karşıya kalıyorsun. Asıl tepki gösterilmesi gerekenlere gösterilmeyen tepki orada cılız tek başına sesini çıkarmaya çalışılan insana gösteriliyor. Ona destek olmak yerine onu susturmaya çalışıyor herkes. Söyledikleri ile alay ediliyor, ciddiye alınmıyor. ''sen çok biliyorsun, bir de seni çekemeyiz''

Geçen gün dar bir sokakta büyük bir arabayla ilerliyoruz. Sokağın tam girişine ve ortasına bildiğin yolun ortasına araba park etmişler. Şöför arkadaş son ses kornaya bastı, sonra bas bas bağırmaya başladı. 5 dakika bekledik. ne arabanın şöförü var ortada ne başka bir şey. Sokak karakolun tam önünde sayılır ve ne hikmetse polisler bunu görmüyor. Polisi bırak halktan kimse sesini çıkarmıyor. Kendini bilmez geldi ve yine bağırışmalar gıkını bile çıkaramadı haksız olduğundan. Bizim şöförden ben bile tırstım, hayatımda ikinci kez onu öyle görmüşümdür.

Tepkili insan bir şeyler söylediğinde 'acaba' diye kimse kendine bir şeyler sormuyor. Haklı ya da haksız olduğu üzerine düşünülmüyor. Tek yapılan tepkisine bir tepki göstermek ve orada asıl tepki görmesi gereken konu/olay hiç olup gidiyor.

Yazılır, konuşulur ama gösterilmez çünkü yemez. gösteren bir kaç insanda deli damgası yer.''

Tepkisiz, duyarsız bir ülke olma yolunda hızla ilerliyoruz ve tepkisiz, duyarsız insanlar topluluğu olma yolunda.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Evlenmek, Evlilik





İnsanların evlilikten anladığı ve benim anlamadığım ne çözemedim halen. Ele bir erkek ve bir kadını al şimdi ya da onlar birbirlerini alsınlar. Evlenecekler bu iki güzel aşık. Başlıyorlar çılgınlar gibi alışveriş yapmaya. Masraf üstüne masraf, borç üstüne borç. Eşyalar tamam, Sonra takı, salon, nişan, düğün, hazırlıkları. Borç hanesine buradan da bir sürü ekleme yapılıyor. Evleniyorlar bu borçlu iki insan ahahaha. lan allah akıl fikir versin size ya. Her neyse konuya döneyim.

Evlendiler ya, kendilerine ait bir ev lazım. Ne yapmaları gerekiyor. Evlendiler lan! evsizler bunlar. Hemen bir ev kredisi. Bilmem kaç milyar borç harç öde annem öde. En güzel zamanları, bebek yok, gençler, halleri vakitleri yerinde bu iki evli aşık ne yapıyor. Köle gibi ev sahibi olacağız diye durmadan çalışıyorlar. Borç ödüyorlar. O borcu ödemeye çalışırken borç üstüne borç yapılıyor. Halen bitmiyor o kredi. Yeni krediler birbirini takip ediyor. Bir de araba lazım, hoopp bir kredi borcu da oradan.

- Evli çiftimizi nasıl bilirdiniz?
+ Güzel yüzerlerdi, borç içinde.

ahahah.

Gelelim ev içindeki durumlarına. Akşam işten yorgun argın geliyor çiftimiz. Bütün gün gereksiz bin türlü insanla muhatap olmuşlar, yorulmuşlar, içmeden bi dünya olmuşlar. E şimdi bunlar en fazla ne yaparlar? Kanepeye uzanıp muhteşem dizileri izlerler, kendince yorum yaparlar. Başrolde ikisinin oynadığı En güzel diziyi çekeceklerini bilseler ya. Sonra derler ki ulen şöyle bir sevdiğim olmadı, beni deli gibi sevip bir cümle söylemedi. Sen öyle bir sevgili istedin mi?
Sonra saat 23-24 oldu mu hop yatağa. Bu rutinlik haftaiçi devam eder böyle. Lan bunun için mi evlendiniz siz diyemiyorsun tabi. Mutluluklar diliyorsun, aa ne güzel yakıştılar diyorsun. Facebook'ta düğün fotoğraflarına bakıyorsun. Haftasonu ise kaynana-kayınpeder ziyareti. Arkadaşlarla bir buluşma, outlet mağazalarda abuk subuk vakit öldürme liseli aşıklar gibi.

Sözlükte entry olarak yazmışım.

''Evlenmek, doğru kişi olunca güzeldir, hoştur, zevklidir orası kesin ve net. Ancak, günde yaklaşık olarak 2 saat kafamın, aklımın tabiri caizse değil tabiri caiz tecavüze uğradığı mevzu. Yok arkadaş süheyla olmadıktan sonra evlenmem diyemiyorum, yeter de diyemiyorum.

- Evlen palyaço, evlen.
+ Tamam, anladım, haklısın.

Yol bitsin diye içimden nasıl arapça konuşuyorum bilemezsin, aksilik bitmiyor da o yol. Diyelim evlendik, ben gecenin bilmem kaçında uyuyacağım hatta sabahın köründe ya da yalnızlığın köründe gelip diyecek ki;

- Palyaço, yatsana saat geç oldu.

Gel de laf anlat şimdi. Gecenin sırrına erdim desem, kavun musun sen diye soracak.

- Şu film çok güzel romatik komedi, biraz da dram, psikolojik vs.

Nickim kadar eminim yine izlemez.

Geceleri gökyüzüne baksam;

- Hayırdır, ne arıyorsun öyle yukarılarda.

diye sorular sorar. Yıldızları izliyorum tutamayağımı bile bile derim. Kafayı yemiş bakışı atar. Hadi süheyla olsa anlar, anlar o anlar anlamamazlıktan geliyor ayrı. ya şu şiyirlere ne demeli. Okusa anlamın a'sını verirse palyaço olayım.''

Bu yüzden bir çoğunun evliliği prefabrik oluyor. En küçük, şiddetli bir sarsıntıda yerle bir oluyor. Çünkü sağlam bir temel atmayı düşünmüyorlar. Borçları ödemek için yapılan bir evlilik. Ne anladım ben bu borçtan ahaha.


''Evleneceğim insan; deliliklerime anlam verecek değil, deliliklerime eşlik edecek insandır.''

demiş ünsüz düşünür sivil palyaço.

Bana göre; Eğer birisi senin yaptıklarına anlam vermeye çalışıyorsa onu orada bırak ömür boyunca senin yaptıklarına anlam vermeye çalışsın. O Ömrünü böyle tüketirken sen keyfine bak, anlamlarınla mutlu ol.

Anlamlarının yanına anlam olmaya çalışmayıp, anlamlarını çözmeye çalışandan pek fazla bir şey beklememek lazım. ;)

Sizin evlenmekten anladığınız evlenmek, ötesi yok.

Araya şu berbat sorumu sıkıştırıyorum :)

Biz Seninle Niye Evlenmiyoruz Süheyla?

'Ciddiyim bak
bu şiir değil
biz seninle niye evlenmiyoruz
düşünsene bizle ısınan bir yuva
yuvamız
sonundaki ek'e bakar mısın
mız
yani bizim
bize ait süheyla
gel evlenelim seninle
bi de o hayalim var ya
hani söyleyeceğim zaman lal kesileceğin
onu gerçekleştiririz
ikeadan öykü odası bile alırız
öykü mü?
adını öykü koydum
şöyle 4 oda iki salonlu bir ev
ne güzel olurdu
şiir odası yapardık birini
şiyirlerimi okurdum sana
pişman olsan da
sen o çalmayı sevdiğin
şeyi çalardın evet evet onu
ne romantiğiz di mi süheyla
zili olmazdı kapımızın
bu romantikliği hiçbir zil bozamaz diye
telefonlar telef onlar
bizi telef ediyorlar
kapatırdık
senin gözlerinde huzur bulmuşken
hiçbir telefon çalamaz bu evde
duvarları yağlı boya şiirlerimle süslerdik
demiştim kıyma mı bu
yağsız şiir mi olurmuş
boş kalan yerlere bizi asardık
çerçevelettiğimiz bizi
garip bir telaş olurdu
bizden başka kimsenin anlam
veremediği
biz olurduk be süheyla
çok mu şey biz olmak
çok mu zor
gazetedeki ilanlara baktım da
ucuzundan bi ev buldum
gel evlenelim süheyla seninle
tek korkum bakiyem sıfır
ve kalbim kaç para ediyor
bilmiyorum ona göre
sonra yarı yarıya deme
evet mi,
evetse arıyorum emlakçıyı.'

13 Şubat 2011 Pazar

Arağacı, Töre, Namus, İnsansızlık




Ne Kadınlar Tanıdım'ı yazarken birden bire aklımdan çıkan kelime arağacı.

Neden sadece kadınlar asılıyor diye düşündüm bu arağacına. Neden sadece kadınlar kirletiyor namusu ya da neden sadece kadınlar namussuz oluyor diye sordum, tek bir cevaba vardım yine ''Erkekler ya da Namuslu erkek egemeni olan Toplum.''

Töre adı altında yanına namus eklenerek onlarca kadın öldürülüyor.

Ve daha geçenlerde üstünden zaman bile geçmedi; aklı, iş hayatı,konuşmaları, söyledikleri, cümleleri her şeyiyle hesapta zeki bir adam tanıyorum, susuz getirir cinsinden. Dedim ki;

- Töre hakkında ne düşünüyorsun, bu işlenen cinayetler hakkında.

+ Toplumdaki hastalığı yok ediyor, Bir çok şeye engel oluyor. Kargaşayı, karışıklığı önlüyor. Eğer töre olmasaydı insanlar gerekeni kendileri yapmasaydı, insanlar (kadınlar) özgür olsaydı önüne geçemezdin çoğu şeyin.

- Peki erkekler, onlar neden namus diye öldürülmüyor, her istediklerini yapıyor.

+ Erkek kirlenmez, toplumda bir ailenin yerini aşağı çekmez. Kadın kirlendiği an o aile de kirlenir. Ve bunu o kadını öldürerek temizlerler.

- Biz kimiz?
+ Nasıl?
- Öldürme hakkını nereden buluyoruz, kimden alıyoruz? Biz kimiz yani, Neyiz biz. Müslümanlıkta öldürmek yok en başta, Bir insanın canını belirli durumlar dışında zorda kalmadıkça alamazsın, islami kitaplarda böyle yazıyor, hadislerde. ( İslami bilgisi iyi, kendine göre, bana göre)

+ Dediğim gibi bir hastalık önleniyor, yok ediliyor, önüne geçip engel olunuyor.

Ertesi gün;

+ Zina ile ilgili bir kaç şey okudum da, 100 kırbaç cezası veriliyormuş. Bir de şahitler falan gerekiyormuş. Ölüm cezası yokmuş.

Daha fazla uzatamadım bu mevzuyu. Neresinden bakarsan bak işte ona göre töre ile ilgili bir düşünce, olması gereken görüş bana göre saçmalık.

Allahtan diyebildim yani; çok saçma bir düşünce, asıl hastalık Töre adı altında kadınları öldürmek, hayatına son vermek ve bunu meşru kılmak. İnsanları özellikle kadınları öldürmek için nasılda namus denen saçmalığa sığınıyor insanlar. Uzatmadım sonra bu insanın ne kadar namuslu olduğunu da biliyorum. Yakınen tanıyorum yani. İş ahlakı diyeyim tek bir namussuzluk yok. Benim bunu bile söylemeye dilim varmıyor.

Ümit Yaşar demiş ya;

"aradım yıllardır seni her yerde
bir türlü karşıma çıkmadın namus''

Herkes namuslu, ben, sen, o hepimiz. Namussuz olanlar onlar. Onlar kim bilmiyorum ama namussuz olanlar onlar.

Sözlükte bir yazı okudum;

''2009’da töre cinayetleriyle ilgili ankara üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü’nde doktora tezi yaptım. tezim için yaklaşık 23 cezaevinde 120 töre cinayeti failiyle, ortalama 3 saat ve üzeri mülakatlar gerçekleştirdim. bu çalışma beni çok çarpıcı bir gerçekle yüz yüze getirdi: doğu ve güneydoğu’daki töre cinayetlerinde, bir tecavüz olayında öldürülen kişi, genelde erkek değil, tecavüze uğrayan kadın oluyor. buraya kadar biliyoruz, ben size şimdi muhtemelen bilmediğiniz bir şey söyleyeceğim. o görüştüğüm insanlardan biri, kendi ailesinden bir kadına tecavüz eden kişiyi öldürdüğü için cezaevindeydi ve konuşurken, şöyle bir tespitte bulundu: ‘biz buralarda, namusumuzu temizlemek için, tecavüze uğrayan kadınları öldürürüz. çünkü o zaman, olay biter. ama erkek öldürülürse, kan davası başlar ve bir sürü erkek ölür, o yüzden tecavüz eden erkeğe dokunulmaz. bana göre bu delikanlılık değil. o yüzden ben, tuttum tecavüz eden erkeği vurdum, namusumuzu öyle temizledim! çünkü ben delikanlıyım...’ bunları anlatan kişiyle konuştuğumda öğleden sonra 1 ile 3 arasıydı. ve saat 5’te kötü haber geldi. söz konusu kişinin, erkek kardeşi vurulmuştu. o gün, orada, bir kan davası daha başladı.''

Namusu kirleten Erkek, düşünebiliyor musun? Kirleten erkek ve öldürülmeme sebebi kan davası, bunun ucu da başka bir saçmalığa çıkıyor, kan davası. Toplumdaki hastalığı durduran düşünceye bakar mısın? ''bir tecavüz olayında öldürülen kişi, genelde erkek değil, tecavüze uğrayan kadın oluyor.''

Tecavüze uğrayan, tecavüz edilen, zorla sahip olunan kadın öldürülüyor. Sağlıklı insanların düşüncesi bu işte ve buna töre diyorlar. Bu töreler, örf ve adetler olmasa yüzyıllardır bu insanlar ayakta kalamazdı diyorlar. Örf ve adet hukuku adı altında örf ve adet hukuksuzluğunu uyguladıklarının farkında değiller.

Sadece adını bildiğim Selcen, şöyle bir şey yazmış;

'' biri eksisozlukte yazmisti, bu ulkenin sagcisi solcusu, dinsizi dincisi, alevisi kurdu ermenisi hepsinin tek ortak kimligi am bekcisi olmak.''

Namus denince akla neden sadece bu gelir bu ülkede. Namussuzluk sadece bu mu? Zina yapmak mı, bir kadının zina yapmasa mı, yoksa bir kadının kendi bedeni üzerinde hak sahibi olmasının insanlara batması mı? 15 yaşında genelevlerde ya da 20 yaşında askere gittiği şehirde ilk seks deneyimini yaşayan erkeklerin olduğu bir ülke burası. Nedense namus namus diye inleyen insanlar yine bunlar. Bana çok batıyor bunlar. İkiyüzlü olmak, gerçekten çok batıyor. Ve hani bir erkek olduğun için çok denk geliyorsun, senin yanında rahatlıkla anlatıyorlar bunu, Namussuzluğu namusluluk addettikleri için belki de.

Al sana, bana göre en basit namussuzluk örneği. Namuslu adam: karısına, kızına, ablasına, annesine herhangi birisi onlar hakkında tek bir kelime söylese en basitinden orospu dese ve bunu duysa o namuslu adam kan akıtır, inan akar. Fakat, bu adam tanımadığı kadın için diyor ki; şu kadın orospu.

Ne dersin sen şimdi, cinnet geçirebilirsin, küfür edebilirsin. Ya da her zamanki gibi çaresizce otur ağla bu insansızlığa. Bu da şimdi aklıma geldi, insansızlık bu ülkede, dünyada özlemi duyulmayandır. Çünkü had safhada.

En namussuz, en ikiyüzlü, en sahtekar toplumda yaşıyoruz. Bu ülkenin insan gücüne değil insanlığa ihtiyacı var hatta dünyanın.

Arağacının dallarına yüzlerce kadın asılıyor ve son dilekleri ölmeden önce başka kadınlar asılmasın.

Bugün okuduğum bir haber neresinden bakarsan bak acı. Arağacı

12 Şubat 2011 Cumartesi

İstanbul

İstanbul dedi, istanbul insanı her şeye alıştırıyor.

Lafını acıyla kestim, dedim ki;

- Özellikle yalnızlığa.

Gülümsedi acıttın der gibi.

İstanbul insanı çok değiştiriyor. Herkes 'seni yenecem İstanbul' diye atıyor kendini tren garından içeriye bu şehre. Merdivenlerden inerken yüzünde bir tebessüm var, önce etrafa sonra istanbul'un farklıymış gibi gözüken gökyüzüne bakışlarını atıyor. 'Ben geldim, seni yenmeye' diyor. Kimse yaşamaya gelmiyor istanbul'a her gelen yenmeye. Bir itiraf yapayım 465 yıldır istanbul'da yaşıyorum en güzel semtlerinden birisine bu geçtiğimiz yaz gittim ve yaklaşık olarak 2 saat yürüdüm. Sağda solda ne var izleyerek, görerek, yavaş yavaş istanbul'u içime çekerek. İstanbul'u kokladım o gün. Baya eğlenmiştim, gülüyordum günün sonunda. Yuh dedim kendime. Daha önce neden gelmedim diye.

En son ne zaman yürüdüm diye düşündüm İstanbul'un kaldırımlarını. Epey olmuş yine geçenlerde, geçen yaz. Taksim/den başlayıp abartıyorum Aksaray'a kadar yürümüşüm. İstanbul'u yürümeyi seviyorum. Kadıköy, Bahariye ve Moda üçgenini ayrı bir seviyorum. En çok sevdiğim köşe yazmıştım, O Eski Türk Filmlerinin Afişlerinin asılı olduğu dükkan hastayım o dükkana. Sağdan gidersen bahariye boyunca görürsün, ama dikkatli bak. İstanbul'u yenmeye değil, istanbul'u gezmeye geldim. Tarih, güzellik, insanlık, hayat, yaşamak, mutluluk istanbul'u gezmeye gelenlere görünüyor. Çünkü, bakmasını biliyorlar. Canım isterse o manzarayı oturup seyrediyorum.

Neydi? İstanbul insanı her şeye alıştırıyor.

Trafiğe, mutsuzluğa, strese, sinirliliğe, kuyruğa, ölüme, kavgaya, gürültüye, küfüre, kalabalığa, yorgunluğa, güneşsizliğe, çamura, çamur insanlara istanbul insanı mutsuzluğa alıştırıyor.

Bir kaç güzel şey var işte, onları görüp kaçabilirsen bunlardan yüzün anlık gülüyor. İstanbul deniz, damlalarında yüzmek gibisi yok.

İstanbul güzel de İstanbul, İstanbul'u yemeye gelenler yüzünden güzel değil.

11 Şubat 2011 Cuma

Biri'me

Biri var
bin'e binlere bedel
farkında bile değil
binlercem olduğunun
onu binlere değişmeyeceğimin
bana aklını sokuyor
hayata döndürüyor
aklı panzehir bilmiyor
bana aklını acıtıyor
aklım acıyor
kalıyorum
sonra kendimle başbaşa
aslında kalıyorum sana
kendimi peki derken buluyorum
pe'de boynum yana yatıyor
ki'de büküyorum
aklına aklım bükük
aklın diyor
aklım diyorum
bu değil diyor
doğru diyorum
yaz diyor
niye bilmiyorum
yazamıyorum
yazmıyorum
biri
biliyor beni yazmıyorum
herkes beni okuduğunu sanıyor
o beni okumak istiyor
yazacağım beni sana
oku diye
biriciğim
birim
biri
herkese, her şeye
bedel biri.''

yok, yok olmuyor son bu zaten. pastik sözü haha.:)

Ben Bu Dünyayı Sevmedim Belki de Ondandır

Galiba, ben bu dünyayı sevmedim, çok şeye değer veremedim. Az şeyler ne onu da bilmiyorum. Düzene ayak uydurdum mu elbette uydurdum. Robot gibi davrandım mı davrandım? Bağırdım mı peki, hayır. Sesimi bile çıkarmadım. Çıkaramadığımdan değil, çıkarmak istemedim. Görmezlikten de gelmedim.

Sustum, çok güzel susarım ben. Bu sefer komiklik olsun diye söylemiyorum bunu. Gerçekten çok güzel susarım ben, Öyle bir susarım ki gözlerim kırmızı kırmızı haykırır ama benden başkası göremez. İçimde çok yer olduğundan olsa gerek. İkiyüzlü, insanların ikiyüzünü fark edeli çok zaman oldu.

Kaç insan gördüm? çok insan gördüm başı ne kadar dik olursa olsun. Para dedin mi o baş yerden kalkmıyor. Eğiliyor, eğiliyor etekler öpülüyor. Parayı hiç sevemedim, yaptığım iş gereği haşır neşir olsam da parayla. Gerçekten nefret ettim, halen ediyorum. Bir ömür devam eder gibi bu da.

Sırf bu yüzden yani paradan nefret ettiğim için ne arkama ne önüme ne de ileriye baktım, parayla ilgili mevzularda. Dedim ya düzene ayak uyduramadım diye. O çarkın dişlisinden biri olmaktan hep kaçtım. Siz, kapitalizm mi diyorsunuz buna bilemem. Sadece sıkıldığım, bunaldığım an kaçtığımı biliyorum. Bir kaç gündür telefonum susmuyor. Yine kaçtım çünkü. Açmıyorum telefonu, bir adam susuyorsa(romantik bişi bekleme) bir adam susuyorsa susar, bi anlamı yok bu susmanın. Kaçtım tek anlamı bu. Ben mutsuz olduğum an kaçıyorum bulunduğum yerden bunu anladım. Karşılığında bana verilen bedel ne olursa olsun, sunulan şartlar, imkanlar ne kadar iyi olursa olsun. Parayla mutlu olamıyorum ben. Ama inan parasız mutlu oluyorum, olabiliyorum. Hayatını devam ettirmek için gerekli olan paradan bahsetmiyorum burada.

Mutsuz olduğun bir yerde kazandığın, kazanmaya çalıştığın paradan bahsediyorum. İsterlerse bilmem kaç para versinler, mutsuzsan o para mutluluk getirmiyor sana. Hani hayret ediyorlar ya insanlar bilmem nerenin sio'su istifa edip balık tutmaya başladı, milyon dolarlık şirketi parayı ve ünvanı bıraktı. Hayret ediyor insanlar buna. Ben hayret etmiyorum işte. Anladım en güzel şarkının adı da olsa anlıyorum o sio'yu. Adam mutlu değil lan, senin gibi mutsuzdu ve bunun farkına vardı. Kendine senin soramadığın soruyu sordu. Ben ne yapıyorum? Şimdi deme bana çok gibi parası var, hayallerini istediği gibi gerçekleştirebilir. Kral olmana gerek yok ki hayallerini gerçekleştirmek için.

Mutsuz bir kral olmaktansa, huzurlu bir çoban olabilirsin. Mutluluk, hayallerinin büyüklüğü ile orantılı değil.

Fakat herkes kral olmanın peşinde. Kimse çobanların mutlu olabileceği ihtimalini aklına bile getirmiyor. 40 tane koyun aldım, gidiyorum köyüme. Palyaçoluk bir yana kaçtım dedim ya işin aslı çok güzel istifa ediyorum ben.

Bugüne kadar 1343535 tane işe girdim, hepsinden istifa ettim. Yok arkadaş, parayla kendini adam sanan adamcıkların yanında yapamıyorum. Sahte gülümsemeler, sahte canımlar, sahte nasılsınlar,sahte insanlar.

Para aslında bir kalpazan, insanları sahteleştiren. Belki de bu yüzden bu nefretim. iki dakika da bütün olayı çözüp mor ışık oldum ya haha.

Ne diyordum istifa ettim yine, kaçtım. Kendimi parayla değiş tokuş edemedim.
Karşılığım olmadığından değil, bedelim yok galiba. Parayla ölçülebilen bir bedel koymadım kendime. Umurumda mı? Elbette değil, inan değil. Merak etme sio falanda değilim. Dedim ya önümü, arkamı, sonrasını düşünmüyorum. Bildiğim tek şey açlıktan ölmem herhalde. Bu yüzden kimseye eyvallahım olmadı.

Kime baksam yaptığı işten farklı bir iş yapmak istiyor, şu anki işinden memnun değil. Ben zaten işimi sevmiyorum, gerçekten sevmiyorum ve bu yüzden kaçıyorum. Yerine getiremediğimden değil. Aksine şu satırları yazarken yine aradılar, açmadım telefonu. hint kumaşı da değilim ama yerine getiriyorum işimin gereğini.(çalışırım) Fakat sen, o ceketini alıp çıkamıyor o ofisten, gidemiyor. Çakmış kendini bir çivi gibi o koltuğa yıllarca emeklilik hayali kuruyor. Lan hayat bitiyor, hayat. Hayatın bitiyor. Sen, bi ti yor sun.

Bir ev alacağım önce, sonra evleneceğim, bir çocuk yapacağım, yıllarca çalışacağım ve emekliliğimde torunlarımla bunun keyfini çıkaracağım.

Lan arkadaş iyi güzel de sen bunları yapmak için ''hayatım'' dediğin hayatını gün gün, saat saat bitiriyorsun. Bitiyorsun sen farkında olmadan. Bilmem kaç yıl bir evin kredi taksitlerini ödeyeceksin, sonra bilmem kaç yıl bir-iki çocuğun, çocuğunun geleceği için kendini heba edeceksin. Onlara sunduğun imkanlarda fazlasıyla kısıtlı. Sen bunları mutluluğun olarak addetmiş olabilirsin ya da sistemin sana sunduğu mutluluk bu olmasın? Çark dedikleri şey böyle ilerliyor, dönüyor olmasın?

Sonra yaşlanınca dudaklarından dökülen cümleler şunlar olacak.

- Ah keşke senin yaşında olsaydım. Bütün hayallerimi gerçekleştirirdim. Yapmak istediklerimi yapardım. Görüyorsun şimdi huzurevinin bahçesine zor çıkıyorum. (evlatları bile bakmıyor)

İstifa demiştim di mi? Şu hayatta beni mutlu eden ender şeylerden birisi istifa etmektir. Sonu paraya çıkan bütün yollardan geri dönüyorum. Kahraman olmak için değil ama bir kez istifa etmeyi denesene, yıllarca o çakılı kaldığın koltuktan ayağa kalkmayı denesene. Aynada kendine baksana, Sende onlar gibi mi olacaksın? O işyerinde 20. yılını doldurmakla mı övüneceksin. 20 yıl sonra kendini düşün ve gerçekleştirdiğin hayallerini. Söyledim işte, en fazla bir ev, bir araba, 2 tane çocuk, emeklilik ikramiyesi. Başka bir şey değil. Yıllar sonra emeklemek için 20 yılını vermeye değer mi? Ben halen düşünüyorum ve bir türlü değdiremedim, bu yüzden kaçıyorum arkama bile bakmadan, bir iz bırakmadan.

İstifa edilmek üzere vardır, dile getirmek üzere değil. Şimdi yine deme bana, palyaço uzaktan davulun sesi hoş gelir, benim davulun sesi de hoş değil ama dedim ya umurumda değillll. Açlıktan ölmeyeceğimi biliyorum bu davulun tüm sesini susturuyor.

Para kendini değil, insanları sahteleştiriyor.

9 Şubat 2011 Çarşamba

Değer

- ne istiyorsun benden
+ seni istiyorum.
- ben seni istemiyorum.
+ öyle söylemiyordun ama kendi rızanla gelmiştin yalan mı benden hoşlanmadın mı inkar etme
- eden kim, çok hoşlandım senden ve korktum. korktuğum içinde kaçtım.
+ neden, neden korktun.
- seni sevmekten.

korktuğun daha çok sevmişti bilmezken sen.


Değer be ...... değer.




5 Şubat 2011 Cumartesi

Güç, Tutku, İnanmak, Kendine İnanmak, Başarmak

Sen neden güç alırsın, hiç düşündün mü? Seni bu hayata bağlayan şey ne? Sırrına erebildin mi?  yoksa halen o sırrı çözmeye mi çalışıyorsun. Kendini halsiz ve yorgun hissettiğinde, tam bittiğini düşündüğün anda tam yıkılmak üzereyken ney sana güç veren? Yeniden ayakların üzerine diken, sana kendine gel diyen? hiç düşündün mü? Cevabı yok bu sorunun. Çünkü, senin bir tutkun yok. Sana güç veren, seni hayata bağlayan, kimsenin anlam veremediği ama senin delice sevdiğin ve onu yaptığında mutlu olduğun bir tutkun yok. Bu yüzden o bitmek bilmeyen mutsuzluğun. Bu yüzden güçsüzsün. Kendini tükenmiş hissediyorsun. Denesene kendini ayağa kaldırmaya, zor çok zor. Önünde engeller var senin, tutkularını bile ertelediğin sayesinde. Seni saçmasapan şeylere esir etmişler, seni senden azar azar çalmışlar. Bırak dalga geçsinler senle, bırak alay etsinler, gülsünler hatta desinler ki haline gülmekten öldük. Sen de onlara gül fakat acı acı.

Bütün vaktini, varını yoğunu harca o tutku uğruna. Bir ömrü nasıl böyle bitirebiliyorsak bırak ömrünü en sevdiğin şey uğruna bitirmeyi dene. Hiç değilse belki, bir ihtimal mutlu olacaksın, ölürken yüzünde mutlu bir ifade olacak. Çünkü tutkularını gerçekleştirmenin hazzını ertelemeden tatmış olacaksın.

Sen en son ne zaman kendine inandın? başarabilirim dedin kendi kendine. Herkes sana gülerken 'yaparsın sen bunu' dedi içindeki ses sana? Bana en son ne zaman söyledi sana söyleyeyim. 2004 yılında ve inan başarmıştım. Şimdi yine aynı ses bana aynı şeyleri söylüyor, yapabilirsin diye.

Denizi seven demiş ki
''damlalarda yüzmek gibisi yok''

Tutkuları gerçekleştirmek gibisi yok. Herkes sana hayran hayran bakarken sen onlara tebessüm edeceksin sadece, tutkularını gerçekleştirirsen, kendine inanırsan ve değer verirsen.

Sen bu hayatta ondan başka neyi çok sevdin?

''onun tutkusunu sevdiği kadar hayatımda hiçbir şeyi sevemedim.''

Hiçbir şeyi, hiçbir şeyi sevemedin. Çünkü senin güç alacağın bir tutkun olmadı.

Benim 2 tutkum var güç aldığım. Biri o, diğeri de o. İnsanı tutkuları yaşatıyor ve güç veriyor. Gücü tükendiği anda bittiği noktada. Kendine inanan her insanın bir tutkusu var şu hayatta. Kendine inanmayanın ise bitmek bilmeyen acıları.

Bir kez olsun kendine inanmayı dene.
Kaybedecek bir şeyin yok fakat, seni kazanırsın.

Kısaca

Fotoğrafım
Email: sivilpalyanco@gmail.com