28 Nisan 2012 Cumartesi

Gülüşlerin


Gülüşlerin gülüş katıyor yüzüme. Senin sesini gülerken duymak mutlu ediyor beni.
Ansızın gelen misafirler gibi gülüşlerin. İçten bir hoşgeldin diyor yüzüm.
Sarılıyor, sarmalıyor. Dünyayı olmasa da dünyamı aydınlatıyor.
Ve benim dünyam dünyanın ta kendisi. Bir sigara yakıyorum efkârdan değil,
tek sebebi gülüşlerin. Senin gülüşlerin eşliğinde sigara içmek, bilemezsin tadını.
Tarif etmek gerekirse en basiti kahve ve sigara gibi. Sabah uyandığında pencereyi açıp
ne güzel bir gün demek gibi. Gülüşlerin güneş solgun dallarıma. Hayat veriyor
sararmış yapraklarıma. Filizleniyor hayatım senin gülüşlerinin ışığında.
Gülüşlerin güneş gri gökyüzümde.

Haha tamam be tamam uzatmıyorum. Bıktınız di mi benden, şiyirlerimden.
Ben de bıktım ama yapacak bir şey yok. Durup dururken yazıyorum arkadaş.

Sesin, gülüşlerin en güçlü antibiyotik bana hahah. :)
Tarihe kişisel bir not.

26 Nisan 2012 Perşembe

Yalnız Kenarı


Bir sigara yakıp deniz kenarındaki banklardan birine oturdum bugün.
Ne telaş içinde vapura yetişmeye çalışan insanları
Ne telaşla vapura yetişmiş insanları 
Ne çay bahçesinde bir şeyler yiyip içen insanları 
Ne vapurların peşinde uçan simit düşkünü martıları 
Ne balıkçı teknelerini 
Ne reislerini
Ne otobüs bekleyen mutsuz insanları 
Ne hayattan bezmiş tek başına başka bir bankta düşünen insanları 
Ne güneşi ne gökyüzünü
Ne denizin mavisini 
Ne iş çıkışı evine yetişmeye çalışan insanları
Ne beşyüze su satanları
Ne kuyrukta ömrünü harcayanları
Ne okuldan evine gitmeye çabalayan öğrencileri 
Ne de el ele yürüyen sevgilileri
Görmedi gözüm görmedi kimseleri
Kendi yalnızlığıma bakmaktan.

edit: çok az saçmalayıp gideceğim.

Yıllardır sigara içmeme rağmen dün dakikalarca sigaraya baktım yakmadan. Öyle duvara bakar gibi baktım.
Sonuç ne merak ediyorsun değil mi? Aynı anlamı veremezsen hiçbir şey ifade etmeyecek ayrı bir mevzu.

''Tütün bile kağıda sarılmış.''

19 Nisan 2012 Perşembe

Ben Bu Yazıyı da Sana Yazdım

Haha saat itibariyle palyaçoluğum üzerimde saçmalayacağım.

Sen yüzüme gülüş katansın.
Sen aklıma düşünce katansın.
Sen içime mutluluk katansın.
Sen ansızın gelen baharsın.
Sen sıcakta esen rüzgârsın.
Sen hayatın anlamısın.
Sen bütün boşluklarıma dolansın.
Sen uzakta olsan da en yakınsın.
Sen bu kalpte atansın.

Tamam daha fazla uzatmıyorum. Tarihe not düşüyorum sadece.
Mutluluğa garip anlamlar yüklediğimden.

İstanbul. Saat: 05:22
Telefonu kapattıktan sonra.

18 Nisan 2012 Çarşamba

Çığlık

Asıl çığlık bu. Bütün dünyanın görmesi gereken. Nedenleri, sebepleri, niçinlerini geçtim. Umurumda değil. Kim haklı, kim haksız. Ölüm var sonunda, 11 yaşında bir kız çocuğunun çığlıkları var. Neden sadece fotoğraf olarak kalıyor. Neden sadece ödüllerle anılıyor bunlar. İşte bahsettiğim bencillik bu. Evet tüm dünyanın görmesi, öğrenmesi için gerekli. Fakat bunu neden ödüllendiriyorlar aklım almıyor. Cezalandırılması gerekenler varken, sesini çıkartmak varken, bu fotoğrafın çekilmesine sebep olanlara gerekenlerin yapılması varken. cidden aklım almıyor.

Açtığım her gazete sayfasında ölüm haberi. Masum insanların boş yere ölmeleri. Dün okumuştum, bir doktor, 26 yaşında öldürülmüş. Bir kadın kocası tarafından 12 kere bıçaklanmış. Kahvaltı masasında adam kardeşini öldürmüş. Bir başkası, bir başkası, bir başkası.

Belki komik belki saçma gelecek şimdi şu  satırlar. Biraz önce bankaya giderken yolda genç bir kız gördüm. Eline eldivenleri takmış. Üzerinde tulum, şu 30 40 kg'lik bidonlardan birisini temizliyordu. Dışını, içini ovuyordu. Dünya geldi aklıma. Keşke bir cif olsa da bütün pisliklerini temizleyebilsek bir şekilde diye düşündüm. Evet, kafayı yiyorum. Nasıl yapacaksın palyaço hayal alemine dalma deme. Cif, bizleriz.

İnsanların, dünyanın başka yerlerinde yaşananlar üzerine düşünmesini istiyorum

Çenem çok düştü bugünlerde ama yazacağım. Kendini anlat deseler ya da kötü özelliklerini sırala deseler iddia ederim milyonlarca insan negatif anlamda bu özelliklerin arasına ''bencillik'' yani bencilliği eklemez. Koymaz, düşünmez bile, aklına getirmez. Çünkü, insan kendine ve etrafındakilere göre bencil değildir.

Düşünsene ne kadar iyisin? Paylaşımcısın, yardımseversin. Yok, gram ironi yok, dalga da geçmiyorum. Bu özelliklerin hepsi mevcut. Gerçekten iyisin, paylaşmayı sevensin, yardım edensin. Yeri geldiğinde, gelmediğinde, açık seçik ya da gizli bir şekilde bunları yapıyorsun.

Başlık eski bir entryimden alıntı. Ne kadar bencil olduğumu/zu hatırlattı yine. Ne kadar benciliz, ne kadar az düşünüyoruz. Tek düşündüğümüz kendimiz. Berbat hayatımız, güzelliğimiz. Tuttuğumuz takımın o haftaki durumu, siyasi partimizin durumu, takip ettiğimiz şarkıcının hayatı, aşkları, kaç aylık hamile olduğu. Dizilerin konusu, facebook'ta eklediğimiz arkadaşlarımızın fotoğrafları, ne kadar güzel çıktıkları. Twitter'da yazdığımız özsüz sözler, kaç kişini retweet yaptığı.

Benciliz biz
tek düşündüğümüz kendimiz.

O kadar çok ki derdimiz, başkalarının derdini düşünümez olduk. Hatta onlar bize dert bile değil. Akşam haberlerinde ekranda beliren 2 dakikalık bir görüntü ah'lar eşliğinde.

Nasıl hiçleşiyoruz farkında mısınız? Bizi hiçleştirmelerine günden güne izin veriyoruz. Susuyoruz, sustukça sesimizi unutuyoruz. Bağırdığımız tek yer stadyumlar artık. Üzüldüğümüz tek şey kaçan goller.

Garip lan sabahın 5: 30'u üzgünüm şiir yazamıyorum. Çemkireyim bir daha şiir yazarken iyiyidi ama.

Dünyanın başka yerlerinde yaşananlar üzerine düşünebilsek keşke. Dominik cumhuriyetinde aç kalan gönüllülere üzülmek yerine başka şeylere üzülsek. Ne kadar güzel bir dünya olurdu inanın tahmin edemiyorum.

Edit: Şu kuş sesleri olmasa durmam buralarda bir dakika, ciddiyim.

Şiir Yazarken İyiydi Ama

ahahah tamam gülüyorum, ediyorum da. Harbi şu an şu üstteki başlığa nasıl gülüyorum anlatamam. Sitemime bakar mısın?

Şiir yazarken iyiydi ama di mi? He. İlla güleceksiniz, illa hüzünleneceksiniz. Televizyondaki abuk subuk show programlarının yorumlarını okuyacaksınız. Maçları izleyip anında yorumlar bekleyeceksiniz değil mi? Ya da akp-cemaat karşıtı saçma sapan yazılar yazıp (nefret ederim her iki kurumdan da ayrıca belirteyim) Atatürk'ü seviyorum diye güzel yazılar yazmalıyız değil mi? İç burkan detayları yazacağız. Sonra, sonra nick altlarınızı şenlendireceğiz. Böyle iyi böyle güzel. Az kaldı zaten gideceğim, Vecihi 'giderimi' değil bu cidden gideceğim.

Arkadaşım mutsuzsun, ama öyle saçma bir mutsuzluk ki seninkisi yüzüne söylemiyorum. Tüm besin kaynağın mutsuzluk. Beni geç, benimkisi bir delinin sayıklamaları başka bir şey değil kimse inanmasa da. Nasıl bir saçmalık üzerinde yaşıyorsun anlatamam. Senden sadece bunları yazman bekleniyor. Yok yeminlen o iki salak buton ilgilendirmiyor. Hayatta silmem, bütün entrylerimi silerim acımadan onu silmem, ki yapmışlığım var yani bilirsin hiç üşenmeden 2 bin entry sildim yine silerim. Yaklaşık iki saat oldu okuyalı halen düşünmelerdeyim ciddi ciddi. Buraya da yazacağım merak etme.

''İsrail, dünyanın Cem Garipoğlu'sudur.'' (kaknem)

Başka bir şey demeye ne tarihsel, ne de siyasi bilgim yetmiyor. Ama vicdanım bunu diyor.
Kaknem'ime ait bir tanım. Altına imzamı attığım, yanına kalbimi koyduğum bir tanım. Okumadıysanız okuyun, çünkü öyle güzel hiç kimse dökülmüyor.

Yargılama

Yalvarırım yargılama, cidden yargılama. Bırak insanların dış görünüşünü. Saçını, sakalını, bıyığını. Makyajını, elbiselerini. Bırak artık şu görüntü ve güzellik klişesini. Senin gözlerin güzelse eğer baktığın kişinin güzelliğini görürsün. Bak annesi  ne diyor; 'Nur yüzlü' Evet, şimdi sana da aynı onun gibi gelecek. Belki 'uzaylı' diyeceksin. Ya da Palyaço bi çay koy diyeceksin, de umurumda değil. Belki de başka bir sıfat kullanacaksın.

Cidden bırakın insanları dış görünüşüyle yargılamayı. Uzun zaman önce bıraktım ben. Evet, önceden yapardım, yalan yok. Jeton sonra sonra düşüyor. İnsan kendi olunca, kendi olursa mutlu oluyormuş. Bunu çok geç idrak ediyorsun. En mutlu insanlar, başkalarını umursamadan yaşayanlar. En basit örneğini vereyim. 'Türk erkekleri beyaz çorap giymesin.' Bütün dünyanın hastası olduğu tek adam Michael J. adam bütün konserlerinde, kliplerinde o beyaz çorabı ile beraberdi. Ama o mj değil mi? Şu sörvayvır, herkes saç sakal birbirine karışmış halde ama gayet normal geliyor değil mi? Fakat tanımadığımız, yolda sokakta, televizyonda gördüğümüz biri söz konusu olunca durum değişiyor. Sanatçı denilen ya da adının önüne 'ünlü' sıfatı eklenen birisi yaptığında gayet normal karşılanırken sen ya da ben yaptığımda neden saçma oluyor? Benim çok sevdiğim çengelköy hıyarı bir arkadaşım var. :) Yaşı da benden epey ufaktır. Giyim tarzı, saçı, sakalı, küpeleri, hayat görüşü, konuşmaları her şeyi bambaşkadır. Lakin, arkadaşların arasında en karizma kim desen onun adını söylerim. Bildiğin karizma. Fakat bir başkasına göre yargılayacak ya kesin uzaylı muamelesi görür. Adım gibi biliyorum.

Allah aşkına yapmayın. Bırakın, insan şu hayatta her şey olabilir. Gerçekten olabilir. Doktor olursun, bilim adamı olursun, çok zengin olursun, çok yakışıklı olursun. Aklına gelebilecek her şey olursun. Ama en zoru, bir insanın kendisi olabilmesidir. Bak işte o saçma sıfatı alanlar kendi olan insanlar.

"Hayatım boyunca kendi bildiğim gibi yaşadım. İnsanların bana karşı gösterdikleri tepkilere sürekli gülümseyerek karşılık vermeyi seçtim ve pişman değilim. Sadece kendim oldum. sadece ben."

Uyumuycam'cım bir soru sormuştu. Kim olmak isterdin? diye.
Epey düşünmüştüm ve şu cevap çıkmıştı ağzımdan. '':Kendim olamadım ki''
Bu yüzden ayrı bir severim kendi olabilen insanları. Etrafındakileri takmadan, umursamadan hayatını şekillendirip yaşayanları. Robot gibi yaşamadan, 'hayatım benim' deyip hayatını yaşayanları.

Ama olmuyor değil mi? Yaşayamıyoruz değil mi? Önünde maddi ve manevi engeller var değil mi?
Hepsi hikaye bana göre. Çünkü yaşadığımız hayat bizim değil. Hayatımız, hayatımız değil. Şu yukarıdaki cümlelere gelince en sevdiğim sözlerden birisidir. Hiç kimseyi umursamadan hayatını yaşayan bir adamın sözleri. Tüm dünyanın hayran olduğu bir adam. Zaten yaptıkları ve kendi olduğu için tüm dünya hastası.

Son olarak bir şey söyleyeyim de gideyim. Sen dünyalısın da ne oldu?


17 Nisan 2012 Salı

Kupa

Bazen kendini ortaya sürersin ama karşılığın hiçbir şey ifade etmez. Klişe ise klişe değişmez. Garip. Neden böyle diye yüzlerce, binlerce kez yazabilirim şu an. Yok yazmayacağım. Okuyamazsın, okusan bile anlayamazsın ama ben sordum. En fazla ne oldu diye sorarsın. Vereyim cevabı; bir şey olmadı, olmayacak asla. Bu mutsuzluk da garip bir şey. Küçültüyor, gittikçe küçülüyorsun. Neyse uzatıp daha fazla saçmalamak istemiyorum, güzel şarkı.


Ağla ma

Geçen gece bunu yazdım, niye yazdım neden yazdım bilmiyorum. Bir anda yazdım işte.

Gözlerin uzakta
Gözlerin boşlukta
Ne kadar inansan da
Gelmeyecekler bakma boşuna
Hüzünlü tebessümlerin
Eksik gülüşlerin
İstemesen de
Terk edip gidiyor en sevdiklerin
Alnına düşen saçların
Saklıyor kara yazını
Sen, 'bahara allah kerim' dedikçe
Yaşatıyor sana kara kışları
Ağla güzel kadın ağla
Ağlamak, hiç bu kadar yakışmadı
bir kadına.

Yalnızlık

Geçen gün okuduğum bir yazının en vurucu cümlesi buydu galiba. İlk önce ezberleyeyim dedim, içimden bir iki kere tekrar ettim. Aradan 5-10 dakika geçtikten sonra unuturum diye bir kağıda yazıp not ettim.

''En büyük yalnızlık yanlış kişiyle yaşamaktır.''

Yazının geneli insanların günden güne yalnız kalmak istemesi üzerine idi. İnsanlar git gide artan bir yalnızlık eğilimi gösteriyor. Herkes birbirinden kaçıyor. İyi günde ve kötü günde dahil. Uzaklaşmak istiyor, dinlemek, duymak istemiyor. İnsanlar birbirine dayanamıyor, tahammül edemiyor. mu? Herkes sorunlu, herkes dertli. Kime sorsan, sorma diyor. Hahah ben özellikle soruyorum bazen. Derdini dinledikten sonra derdine bir sana iki diyesim geliyor, susuyorum. Adam sanki dünyaları kaybetmiş, ömrünün en kötü anını anlatıyor. Ne olduğu önemli değil saçma sapan bir konu işte ve inanır mısın saatlerce konuşabiliyor bu konu üzerine. Yok, saatlerce dinlemiyorum. İlk beş dakikadan sonra bir şekilde uzaklaşıyorum.

'Sıkıldım' diye bir yazı kaleme almıştım, inanır mısın yazarken bile sıkıldım, yarım bıraktım. Sıkıntı olmayan sıkıntılar insanı sıkıyorlar. ahah aforizmaya gel. Vallahi deli ediyorlar beni. Sanırsın ki adam Afrika'daki açlık üzerine, savaş üzerine, ölümler üzerine konuşuyor. Diyelim ki bunun üzerine konuşuyor. Şunu diyor aynen; ''bilmem kaç bin mülteci gelmiş yine.'' Adamın derdine bakar mısın? Gelsin diyorum, gelsin valla gelsin. Adam hayatta kalmaya çalışıyor, kaçıyor. Ölmekten kaçıyor işte. Sana ne zararı var ki? Sahiplenmek böyle bir şey işte. Ama ölmek üzere olup hayatta kalmaya çalışan insanları değil, toprağı sahiplenmek. Bir şekilde hayattasın, her gün karnın doyuyor. Hayatını idame ettiriyorsun. Bilmem kaç bin kilometre ötedeki adamın sana ne zararı var ki? Uzar gider bu konu.

Yani diyeceğim; en büyük yalnızlık yanlış kişilerle yaşamaktır. Yanlış kişilerin yanlış düşünceleriyle aynı ortamda bulunmaktır hem de bir ömür. Bir ömrü tüketmek ve sonra bunun bir hata olduğunun farkına varmak ne acı değil mi? İşin teknolojik boyutuna gireyim mi? Yazının devamında bu da vardı. Teknolojinin insana ne kadar faydası olsa da daha çok yalnızlığa itiyor. Ayrıca fast food gıdalar da depresyon sebebi haha bilginiz olsun, fazla tüketmeyin. Güldüğüme bakma ciddiyim. Hızla tüketilen yani hızlı tüketim insanı mutsuzluğa sürüklüyor. Ardından da yalnızlığa.

Bir de istemek söz konusu. Bak bu yalnızlık değil işte. Yalnız kalmak istemek. Bu bir tercih, seçim, istek. Bilerek ve isteyerek. İstersen kaçmak, uzaklaşmak de. İnsanın kendi kendisini yalnız bırakması. Boşluktan elini eteğini çekmek. Çünkü görünen kalabalık ardında öyle bir boşluk var ki. Ne diyor Vaiz; "Boşların boşu, Vaiz diyor, boşların boşu, her şey boş!" İşte bu kalabalık boşluğun farkına varan yalnız kalmak istiyor ve kalıyor da. Sonra binbir tane sıfat ekleniyor kendini yalnız bırakan insana. Asıl sıfat eklenmesi gerekenler yalnız bırakanlar.

O değil de şu söze dönersem tekrardan ne kadar acı değil mi ya? Bir ömrü, (en fazla 30-40 sene) beraber yaşacağın insanı seçiyorsun ve o karardan geri dönemiyorsun mecburiyetten ötürü. Katlanmak zorundasın ve katlanıyorsun. Hani diyorlar ya 'çocuklarım için yaptım'. Ne acı lan bu. Çaresizlik resmen. Katlanmak dedim aklıma başka bir şey geldi. Cevaba  gel ahah en sevdiğim cevaplardan birisidir;

Erkek - Bana neden katlanıyorsun? Ama öyle bir cevap ver ki benimkiyle aynı olsun.
Kadın + Seni sevdiğim için.
Kadın - Peki sen bana neden katlanıyorsun?
Erkek + Ben sana katlanmıyorum ki.

Direkt ayrılık sebebi hahah. Katlanılmaz arkadaş. Eğer katlanıyorsan en büyük yalnızlığı yaşıyorsundur. Bütün saçmalığım üzerimde hahah güzel günler. :)

11 Nisan 2012 Çarşamba

Çifte Kumrular

Bizim apartmanın önü bahçeli. Erik ağacı, dut ağacı, incir ağacı, çiçek, böcek ne ararsan var. Bir de bunların devamlı misafirleri var. Kuşlar. Kuşlar evet, bahar geldi ya her sabah nasıl cıvıl cıvıllar. Yazın gece-gündüz-sabah-akşam odamın penceresini açık bırakıyorum. Sabah saatlerinde o ötmeleri yok mu? var. Ahah ne güzel.

Uzun zamandır her sabah ezanından sonra bir yerden, yakınlardan 'guguk guuuguguguk, guguguguk' diye sesler gelmekte. Pencereyi açıp bakıyorum etrafta kumru denilen o guguklar yok. Ama ses gitmiyor. Var yani bir yerlerde kumrular var hem de çifte. Kafayı mı yiyorum diyorum kendime ama sesi duyuyorum. Öyle de yakın geliyor ki anlatamam. Dakikalarca kumruları dinliyorum. Yavaş yavaş her şey yavaş yavaş oluyor merak etmeyin ahaha. Hüzünlüdür bu cümle güldüğüme bakma. Bir gün öğle vakti dışarıya çıkıyordum. Yine aynı sesi duydum. 'guguk guguguk' kafamı kaldırmamla bu çifte kumruları görmem bir oldu. Kendi salaklığıma gülüyorum. Kondukları yer yaklaşık olarak başımın 20 cm üzeri. Ben sağda solda arıyorum, onlar başımın üstünde. Ara ara yine geliyorlar ziyaretime ahahah.

Kısaca

Fotoğrafım
Email: sivilpalyanco@gmail.com