26 Ocak 2012 Perşembe

Hikaye

Her şeyin bir hikâyesi var. Öğrendikten sonra bakış açısını değiştiriyor. Anlamsız gelen daha bir anlamlı oluyor. Tam anlamıyla olmasa bile hissedebiliyorsun birazcık. Ortak olmak belki de. Ne zaman fotoğraflara baksam dokunuyor, resimler kadar. Saçmalayasım bile yok. Kuşlar beni çağırıyorlar, biraz uçmam lazım izninizle.



21 Ocak 2012 Cumartesi

İyi İnsanlar Ağlar

İnşallah bizimkilerden kimse görmez diyerek içimden ve yazılı olarak duamı ediyorum. (amin) Fotoğraf gördüğümden beri acayip hoşuma gitti, öyle böyle değil. Fotoğraftaki güzel insan epey bir yakınımdır. Saçlarındaki beyazlar, daldığı boşluktaki bakışlar ne kadar hüzünlü di mi? Bana öyle geliyor, çünkü sebebini biliyorum. En son aklımda kalan ''Çatı katına çıktım, eşyalara baktım baktım oturdum bir saat ağladım'' cümlesi. Son gördüğümde yine gözleri bulutlu yine boşluktaydı. İnsan bir yarısını kaybetmeye görsün, olmuyor. Tam olan ne varsa artık eksik kalıyor. O zamanlar yıllar yıllar önce yanlarında kalmıştım 2 hafta kadar. En ufak oğulları yurt dışındaydı o sıralarda. Sabah kahvaltıyı hazırladıklarında bana onun adıyla seslenirdi. Kalk, kahvaltı hazır diye. Sonra da yine aklıma geldi, acaba iyi midir, ne yapıyordur şimdi diye söylenirdi kendi kendine.

Bir gün üçümüz pikniğe gitmiştik. Hani kartpostallarda olur ya kocaman bir tarla, ortasında kocaman bir ağaç. Öyle bir yer, halen durur orası. Ağacın gölgesinde piknik yapmıştık. Hiç unutmam. Ağacın gövdesine (hain palyaço) adımı kazımıştım ve tarih atmıştım. Bir daha gitmek nasip olmadı.  Bu olay yaklaşık yarım saat sürmüştü ve fotoğraftaki güzel insan şunu demişti, aklıma geldikçe gülerim.

Ben yarım saat elimdeki bıçakla ağacın gövdesine adımı ve tarihi kazımakla meşgulum. Sırtım onlara dönük, çömelmişim ve ne yaptığımı görmüyorlar.

- Palyaço, yarım saattir ne yapıyorsun orada yoksa dua mı ediyorsun?

ama söyleyiş tarzı, o anki durumum, azmim. Epey bir gülmüştük. 

Gece gece yine fotoğraflara gömüldüm. Öyle de bakılmaz ki be koca adam be güzel adam.


Edit: Dün gece yazdım bu yazıyı. Bugün ne oldu? İyi İnsan lafının üzerine gelir, çıkar gelir. Çıktı geldi, gülümsetti. :)

18 Ocak 2012 Çarşamba

Twitter / E

Bunun hakkında da yazmazsam çatlayabilirim. Bunun dedim çünkü isimlendiremiyorum halen.

Bak tek güzel tarafı var bu zamazingonun. Yalan doğru belli olmasa bile online bilgi alabiliyorsun. Bilginin ne olduğu önemli değil, online. Hiçbir yerde duyamayacağın şeyleri anında önüne getiriyor. Tek güzel yanı bu. Şu an mesela İnternet Tutulması diye bir şey var. Ondan haberim oldu. Siteler bir günlüğüne kapatılıyormuş.

Farklı bir gözden bakacağım. Aslında bu bizim yaşadığımızın tam adı olmalıydı. İnsanın ve zamanın hunharca harcanmasının ortak adı İnternet Tutulması. Eskiye özlem, arkadaşlara, dostlara, gerçek bir gülüşe, içten bir merhabaya, sarılışa, saatlerce sohbete, çalışmaya, verimli olmaya, dahası yaşamaya tek engel bu internet tutulması. Hepimiz gerçeğe değil de sanala tutulmuşuz.

- Ömrünü nerede tükettin?
+ İnternetin başında.

Diğer yanlarına gelirsek ben yazıp yazıp siliyorum. Sözlükte yaptığımdan pek farklı bir şey yapmıyorum. Ne kadar iki dizeliğim varsa buraya yazıp siliyorum. Arada şiyirleri ekliyorum. Yine siliyorum. Boş vaktimi boş işlerle değerlendiriyorum aferim bana. Geçenlerde 'ne yapıyorum' sorusunun cevaplarından birisi bu işte. Hiç. Şimdi beni çok matah bir şey yazıyormuşum gibi ekleyenler oluyor. Narsistlikten vazgeçtim. Adam bi bakıyor attığım tweet sayısı 0. Anında siliyor. Onu takip etmiyorum, anında siliyor, küsüyor resmen. Ahah sanki hayatın sırrını veriyorum. Son icadımı piyasaya süreceğim de onun tweetlerini atıyorum. Lan işte bildiğin saçmalamanın farklı bir versiyonu. Hayır yani ne bekliyorsun, beklenti ne? Zaten umduğun kadar önemli cümleler kursam, twitter yerine giderim makale olarak orada burada yayınlarım, kitap yazarım.

Bir de akıl sır erdiremediğim diğer konu; adam binlerce kişiyi takip ediyor. 1000 küsür kişi arkadaş.  Nasıl bir vaktin var senin. Nasıl bir okuma hevesi, merak, takip etme isteği. Ciddi ciddi okuyor, yorum yapıyor. İlgileniyor, özen gösteriyor. Komiklik yapan mı dersin, sevdiği insana bir tane güzel söz söyleyemeyen ama binlerce özlü sözlü yayınlayan mı dersin. Annesine canım demeyen, kızkardeşine bir tanem demeyen adam sevdiğim, sevdiğim diye inleyip duruyor özlü sözlerle. Başkalarının yazdıklarını habire twit atan mı dersin. O kadar retwet yani iletilen tweetler içinde bir tanesi acayip hoşuma gitti. Onu da daha dün gördüm, görselini ekleyeceğim. Portresini kimse çizmeye yanaşmamış. Bir arkadaş çizmiş eline sağlık çok güzel olmuş.

Birini Tanımanın En İyi Yolu / Shoulder to Shoulder

Uzun zaman önce yazmışım bunu.

''O insana vermek. ahaha fesat olmayın hemen sıralıyorum.

* Zamanını.
* Dostluğunu.
* Gülüşlerini

Bunları verdikten sonra;

* Yalnızlığını
* Gözyaşlarını
* Mutsuzluğunu

Sen vermeden alırsa bu iş oldu demektir, doğru yolda gidiyorsun demektir.''

Gidip penceresinde kafayı yiyorum hacı dediğim bir adam var. Yazmıştı ki; bir insanı tanımak istiyorsan, onun tanımadığı insanlara davranışlara bak. Sevgilisi, arkadaşları, ailesi değil de diğer insanlara nasıl davranıyor. Tavrı, yaklaşımı nasıl bunu gözlemle. O zaman o insanı daha iyi tanırsın minvalinde bir şeyler.
Hak vermiştim. Hepimizin genel olarak yaptığıdır zaten. Yıllardır tanıdığımız insana davranış şeklimiz genelde aynıdır/iyidir. Onun isteklerini ve istemediklerini biliriz. Neleri sevdiğini, nelere sinir olduğunu. Yüzüne baksak anlarız. İşte tam burada devreye giriyor bu olay. Tanımadığı bir insana nasıl davranıyor. Sırf şekil olsun diye mi iyi davranıyor yoksa öyle gerekmesi gerektiği için mi? Gereklilik bile değil esasında, öyle olmalı.

Yolda yürürken, bir markette alışveriş yaparken, bir cafede otururken, konuşurken hal ve hareketleri nasıl?
En önemli kriterler ahah atomun parçacıklarını anlatıyorum sanki. Ama bence böyle. O çevresindeki tanımadığı insanlara insan gibi mi davranıyor yoksa aşağılayıcı gözlerle mi bakıyor. Onlara etrafındaki insanlara verdiği değer kadar değer veriyor mu? Elbette başının tacı yapmaz ama en azından kırmadan, incitmeden olması gerektiği gibi davranmalı. En basitinden bir cafede garsona, selam vererek, gülümseyerek, teşekkür ederek
hizmet beklemeli. Param varbirbirbir dememeli.

Ayrıca kendi dediğime gelirsem. Ver bakalım o insana, değerli zamanını, dostluğunu, gülüşlerini. Her zaman yanında seni böyle gören insan. En kötü zamanında senden uzaklaşıyorsa (sen böyle olmasını istesen dahi) seni yalnız bırakmıyorsa dostundur. Gözlerine bakıp anlat diyorsa, sen anlatmasan dahi, susuşlarını dinliyorsa, ellerinden sarılmaktan başka bir şey gelmiyorsa, mutsuzluğunda seninle beraber mutsuz olabiliyorsa o da dostundur. Bir insanı en kötü zamanında tanırsın. Sadece parasal ya da maddi konularda değil. Maneviyatının en dipte olduğu zamanlarda yanında oluyor mu? Sarıl, bir daha sarıl. Bazen insan kendi omuzlarına ağır geliyor, taşıyamıyor. İşte o zaman onun omuzları sana omuz oluyor. Shoulder to Shoulder olmak zordur ama bunu başarırsanız hiçbir zaman yalnız kalmazsınız, ikinizde.

17 Ocak 2012 Salı

Sekmeler /Franz Kafka

Bilgisayarı açtığımda otomatik olarak açılan ve sık kullanılanlarda ekli olan sekmeler var. Sürekli girip baktığım siteler; gazeteler, sözlük, bloglar, (kısa bir süredir twitter, içiciyim.) mailler, youtube, fizy.

Son zamanlarda bir bloga takıldım kaldım. Canım sıkıldıkça dönüp dönüp okuyorum. Almış olduğum kitaplar yanımda değil. Deli gibi okumak istiyorum onları, yanımda olmadığı için okuyamıyorum. (okuduğum halde)

Franz Kafka okur musun? Ben okumazdım. İtiraf etmek gerekirse hiç okumamıştım. Aylar öncesinden piraye'mden kitaplarını ç alana kadar. Raflarında duran ne kadar F. K. kitabı varsa doldurdum poşete. 3-4 kitabını okudum bile. Babasına ve Milena'ya yazdığı mektuplar ayrıca Aforizmaları dahil 3 kitabını okudum. Tekrar okuyacağımı adım gibi biliyorum. 2 tane de F.K. ve kitapları hakkında yorum içeren kitap okudum.
Ne okusam kesmiyor. Sözlükte 18 sayfa entel yorum okudum ahaha, bizi enteller.

Eğer okumuşsan ve F.Kafka'yı merak ediyorsan geniş kapsamlı bir site mevcut burada hem de Kafkaca.

http://www.franzkafkatr.com/

Bir arkadaşla konuşurken şu anlık satırları yazdım.

''Bu adamı okurken aynaya baktığımda gördüğüm kendimden daha çok görüyorum kendimi.''

Kürt Böreği

Bazı sabahlar uyuyamıyorum. Bunun bir sebebi gün içinde çok uyumam 46 saat falan. Konu bu değil. Konu, bu uyku tutmayan bazı sabahlarda yatağın içinde bir o yana bir bu yana debelendikten sonra işe gider gibi kalkıyorum. Giyiniyorum, hazırlanıyorum. Beni görsen dersin ki 'kesin acele bir işi var, sabahın köründe niye kalksın.' Peki ben ne yapıyorum. Börek yemeye gidiyorum ahahah. Kürt böreğinin hastasıyım. Normalde hamur işiyle, tatlıyla, yemekle hiç işim olmaz, kilomdan da anlaşılıyor bu zaten yaklaşık 46 kiloyum. :) Yok be o kadar da zayıf değilim. Ama son bir haftadır yemek olarak ne yedin diye sorarsan hatırlamıyorum, inan hatırlamıyorum.

Bu sabahta aynısı oldu. Bu karda kışta kıyamette hiç üşenmeden hazırlandım, kalktım, gittim. Bir güzel böreğimi yedim geldim. Evde kahvaltı olmadığından falan değil. Seviyorum bu börekle çay ikilisini. Annem benim o halimi görünce aynen şunu dedi;

- Çık dışarıya kartopu oynayalım, bütün sinirimi alayım senden.

ahaha bir kaşık kartopunda boğacak beni, başımı karlara sürtmezse bir şey bilmiyorum ama kıyamaz be. Annem haklı, ikimizde gülüyoruz bu halime.
 

Diploma

Tam benim düşünüp dile getiremediğim bir konu. Gayet güzel açıklanmış, dile getirilmiş. Olduğu gibi alıntılıyorum.

''İnsanlık, öyle görünüyor ki, aptalca diplomaları beklediği sürece çaba gösteriyor sadece, sonra da toplum içinde bunlarla övünüyor, elinde bu budala diplomalardan yeterince varsa kendini salıveriyor. Çoğunlukla bu diplomaları ve unvanları elde etmek için yaşıyor, başka nedenle değil; bu diploma ve unvanlardan yeterli sayıda elde ettiğine ikna olduktan sonra bu diploma ve unvanların oluşturduğu yumuşak yatağına giriyor. Öyle görünüyor ki başkaca bir yaşam amacı yok. Öyle görünüyor ki kendine özgü, bağımsız bir yaşama ilgi duymuyor, bağımsız bir varoluşa; ilgisi yalnızca diplomalara ve unvanlara; insanlık yüzyıllardan bu yana bunların içinde boğulma tehlikesiyle karşı karşıya. Bağımsız olmak ve kendi başına ayakta kalmak için zorlamıyor asla, kendi doğal gelişimini sağlamak için zorlamıyor; yalnızca diplomalara ve unvanlara koşuyor ve bu diplomalar ve unvanlar ellerine koşulsuz olarak verilecek olsa ölümü bile göze alırlar; işte çıplak ve bunaltıcı gerçek bu.

Yaşamın kendisini böylesine küçük gördükleri için yalnızca diplomalar ve unvanlar var kafalarında, başkaca bir şey yok. Onları evlerinin duvarlarına asıyorlar; usta kasapların ve felsefecilerin, aşçı yamaklarının ve avukatların ve hakimlerin evlerinde diplomalar ve unvanlar asılı ve bunlara doyumsuz gözlerini dikip yaşamları boyunca bakıyorlar. Kendileri için, ben temelinde şu ya da bu insanım demiyorlar, ben şu ya da bu unvanım, şu ya da bu diplomayım diyorlar. Ve onlar şu ya da bu insanla görüşmüyor, şu ya da bu diplomayla ve şu ya da bu unvanla görüşüyorlar. Ve biz de hiç çekinmeden, insanlık içinde insanların birbirleriyle ilişkide olmayıp diploma ve unvanların birbirleriyle ilişkide olduğunu söyleyebiliriz.

 İnsanlık içinde insanlar, kabaca söylersek önemsizler; önemli olan yalnızca diplomaları ve unvanları. Yüzyıllardan beri insanlar gözükmüyor; yalnızca unvanları ve diplomaları gözüküyor. Bay Huber'le buluşmuyorlar kafede, doktora unvanlı Huber'le buluşuyorlar; yemeğe Bay Maier'le gitmiyorlar, aynı adlı diplomalı mühendisle gidiyorlar. Görünüşe göre insan değil de diplomalı mühendis olduklarında amaçlarına ulaşıyorlar; artık yalnızca Bayan Müller değil, bayan yargıç olduklarında insan olduklarını sanıyorlar. İşyerlerinde de genç bir bayan değil karşıladıkları, mükemmel bir diploma. Bu diploma ve unvan tutkusu doğal olarak bu yüzyılın icadı değil; insanlar hep bunların peşindeydi. Kendilerini çok kısır gördükleri için yüzyıllar önce bir gün kendilerini diploma ve unvanlara teslim ettiler; kendi kendileri karşısında varlıklarını sürdürebilmek için.''

İçeri Açılan Kapılar


''İçeri açılan kapılar
Sadece bizim yüzümüze kapandılar
Bizi dışarıda bıraktılar
Sonra biz dışarıyı sevdik
Dışarıda güzeldik
Dışarıda bizdik
Onlarla bir türlü
Olmayı beceremediğimiz biz
İçeri açılan kapılar
Şimdi ardına kadar açılsalar
Neye yarar
Geçti artık geçti
Saat değil onlar
Geç kaldılar.''

16 Ocak 2012 Pazartesi

Mantık Yalnızlığı

Mantık yalnızlığı mı dersin bu yaşadıklarına? Yoksa yalnız bırakılmak m? Yoksa, yoksa onları yalnız bırakmak mı kendinden.

Bir zamanlar onlar seni yalnız bırakırdı. Alışkanlıkları bırakmak gibi bir şey. Onlar için alışkanlıktan ibaret olmak. Ne zaman aydın, bunun farkına vardın işte o zaman mantık yalnızlığı ufaktan devreye girmeye başlıyor. Gözün artık onları değil, seni görmeye başlıyor. Önemli olan onların istedikleri, yargıları, kararları değil. Senin istediklerinmiş. Öyle bir tarihe ertelemişsin ki hayalleri yani gerçek seni, sanki çıkmaz yalnızlığın son perşembesi, bir türlü gelmek bilmiyor o gün. Fakat bir gün rüyadan uyanır gibi uyanıyorsun. Kalbinle, duygularınla değil de mantığınla yalnızlaşıyorsun. Aslında bu yalnızlaşmak değil, kendi kendine yetebilmek. Bunun farkına varıyorsun. Herkesin bildiği senden, ortaya çıkarıyorsun hiç kimsenin bilmediği senleri. Gittikçe bunun tadına varıyorsun, hazzını yaşıyorsun. Onlara göre tam tersi yalnızlaşıyorsun, uzaklaşıyorsun.

İnsanın kendine edebileceği en güzel tekliftir, eğer gücü varsa. Yüzük almayı unutmayın.

15 Ocak 2012 Pazar

Çizmek Zevklidir

O halde çizelim.

Girişte pek bir şey yok. Hoşgeldin yazan gülen suratlı şapşal paspas dışında. Kapı en çeliğinden ve kilitli içeriden. Ayakkabalık sade ama hoş. Gösteriş yok, kalite ve kullanım açışından güzel. İçeri girdikten sonra direkt salon ve mutfağı görüyorsun. Açık mutfak yani ama yemek kokusu ıvır zıvır kokusu yok, bar taburesinde otururmuş gibi düşün kendini. Mutfağın dolapları beyaz, ince böyle, göz yormayan cinsten. Mutfak masası var pratik çok yer kaplamayanından 6 kişilik o da beyaz renk. Esas yemek masası salonun ortasında. Masa değil aslında, mermer bir diktörgen, üzerinde aynı boyutta cam. Yemek burada yeniyor genellikle ve 2 kişilik bu masa. Yemek masasından çok sanki aşk masası. Salonda 2 çekyat var karşılıklı. Karşısında film izlemek haricinde nadir açılan bir televizyon. Hemen yanında filmlerle dolu cd'lik, şık bir şey. Duvarlar ilginç resimlerle dolu. Bir çoğunun ne olduğu belirsiz. Dikkatle bakıldığında görülen resim kadın yüzlerinden ibaret sanki. Cam kenarında bir koltuk var o da diktörgen şeklinde, sedir misali tam uzanmalık. Bir kaç fotoğraf var duvarda, galiba ailesinden birileri.

Sonra diğer oda. Salon kadar büyük bir oda. Hatta sonradan öğrenildiğine göre yanyana olan 2 odanın aradaki duvarı yıkılmış ve bu odalar birleştirilmiş. Oda bomboş gibi duruyor ilk bakışta. Kocaman bir oda. Ne bir yatak ne bir eşya herhangi bir şey yok. Evet, var bir şey var. Rafları alabildiğine kitap dolu olan kitaplıklar. Odanın 4 köşesi de kitaplık. Nereye baksan kitap, nereye bakmasan da kitap. Hepsi özenle yerleştirilmiş, ayrıştırılmış kitaplar. Kimisi konusuna göre kimisi de yazarına göre. İlk göze çarpan kitaplar romanlar. Hemen hemen bütün büyük yazarların romanları sırasıyla var. Daha sonra şiir kitapları yerli ve yabancı. İç ses diyor ki bunları toplamak için epey uğraşmış olmalı. Odanın lambası yok. İlginç bir şey daha. Mum dolu oda. İki pencerenin önü de mumlarla donatılmış. Bir masa var üstünde okunmayı bekleyen kitaplar ve tabi ki gece lambası. Bir ilginç detay daha odanın lambası olmamasına rağmen kitaplıkları aydınlatan lambalar var hepsinin üzerinde. Belki de evin en ilginç ve en güzel köşesi burasıydı.

Bir diğer oda yatak odası. Her şey yerli yerinde, derli toplu. Elbiseler askıda, çamaşırlar katlanmış dolabın içinde ve çekmecelerde. Hoş bir koku var odanın içinde ilk girildiği an fark edilen. Dağınıklıktan eser yok. Yatağın hemen yanında bir ayna önünde bir masa üzerinde ise not kağıdı ve yanında gece lambası bir de kalem. Pek fazla bir şey yok yatak odasında. Dikkati çeken tek şey duvardaki perdeydi. Dikkat et penceredeki değil, duvardaki perde. Banyo ve tuvalet bildiğimiz gibi pek bir farkı, özelliği yok. Ev gibi, gösterişten uzak. Daha ziyade mutlu olmak için bir kaçış ortamı düşün. Öyle evin her köşesi. Dakikalardır çalan eski şarkılar insanı mutlu ediyor, bir yandan da hüzünlendiriyor. Ona sorarsan, iyi geliyor.

Devamını ya da daha detaylısını yazarım  bi gün. Gözlerim kapanıyore.

13 Ocak 2012 Cuma

Özledim

Özledim, tek başıma sigara yakıp saatlerce oturduğum caminin arkasını bile. Görüntüleri dikkatle izlerken aklıma bir deliliğim geldi. Dakika 2:58-59-3:00,  iki tane yanyana çok katlı (6-7)  binaya zoom yapıyorlar, arkasında bir cami var. Nasıl ve neden yaptım bilmiyorum. O binanın bir tanesi çatı katı olan manzaralı  bir dairedir. Bir akşam üstü otururken o çatı katında duvarın üstüne çıkıp yürümüştüm. Aşağısını hiç sorma ama yürüdüm yani yaptım. Gece gece aklıma neler geliyor. Kekikten yaptıkları çaya yani kekik çayına ''Dallı'' derler, aklınızda bulunsun. Sonra o çay bahçesi orada abartısız saatlerce otursam sıkılmam. Yüzlerce kez yapmışlığım vardır bunu. Sabahtan akşama kadar oturmuşumdur. O dağlardan 3 tanesine çıkmışımdır.
Yemediğim halt kalmadı oralarda. En çok karda yürümeyi özledim gecenin bir yarısı sarhoş sarhoş.
Bu video ne alaka diyorsanız gece gezmelerimde tesadüfen karşıma çıktı. Şu süper hayatımın en güzel yıllarından bir kaçını burada yaşadım. : )


Sütçüler eski zaman (1) from Mahmut Altunay on Vimeo.

İnsanlık

Biraz önce televizyonda bizimkilerle beraber ''Kim 500 Bin TL Kazanamaz'' adlı yarışma programını izliyoruz. Abartmıyorum, sorulan her soruyu şıklar ekranda belirmeden  cevaplıyorum. Evet, arada bilemediğim çıkıyor. Fakat genellikle biliyorum. Annem;

-  Katılsana burada böyle cevaplayacağına.

Babam ise yaran yorumunu yapıyor.

- Ona para değil,  insanlık lazım.

Aralıksız 5 dakika gülüyoruz. Bunun nesi komik diyebilirsiniz, hakkınız. O an için dalyaço ve bizi yarıyor. Babam komik adamdır, muhabbet adamıdır. Babam diye diyorum; senle sen, çocukla çocuk, akıllıyla akıllı, garibanla gariban olur. Etrafındaki herkes sever sayar, muhabbet edip konuşmak ister. Arkadaşları 2 gün görmesin nerede bu adam diye söylenmeye başlar. İyi adamdır iyi.

Konuya dönersem babam haklı arkadaşlar. :)

12 Ocak 2012 Perşembe

İnternet

Bak biraz önce yazdığım napıyorum lan yazısının içinde bu karelerden de var.
Yazmıştım iletişim çağında insanın yalnızlığı diye bir şeyler. Sebeplerinden birisi de bu, belki de hepsi.

Neyse yazdım sildim hepsini. Karikatür yazacağım yazıdan daha çok şey anlatıyor. Neden bilmiyorum göğsüm sıkışıyor.


He

Napıyoruz, napıyorum, noluyor lan dediğiniz oluyor mu? Herhangi bir şeyi yaparken nedenini sorgulayıp, saçmalığının farkına vardığınız? Uzun zamandır oluyor bu bana. Hele bu sıralar fazlasıyla.

Bir an durup kendi kendime diyorum ki; ''Ne yapıyorsun palyaço'' O an etrafıma bakınıyorum. ''Burada ne yapıyorsun'' diye bir soru daha tetikliyor cevaplayamadığım ilk soruyu. Hiçbirinin cevabı yok. Biraz önce yaklaşık olarak 3 dakika önce yani yazıya başlamadan aynı sorunun bir farklısını sordum. 'Ne yapıyorsun?' yok bir cevap yok. Sadece saçmalığının ve bunu yapmak istemediğimin farkındayım. Hani sigaranın zararını bilirsin, buna rağmen içersin ya. Ama yok böyle bir şey değil, diğer taraftan seni rahatlattığını düşünüyorsun. Bu ise rahatlatmıyor sadece ve sadece sıkıyor, bunaltıyor, daraltıyor. Yıllarca aynı rutini yaşayıp, geçmişe baktığında keşke diye bir pişmanlık duyarsın ya. O pişmanlığı yaşamak istemeyip, bile bile yaşamak. Sıkışıp kalmak mı dersin? Neyse daraldım bak yine.

Artık sigara alırken 2-3 paket alıyorum yetmeyecek korkusuyla. Öyle çok içiyorum ki. Birini yakıp birini söndürmesem bile gözümü kapatmadan ardı ardına 2 tane yakıp açtığımda 2 daha tane yakıyorum. Anlayacağın durum vahim. Şu an bir tane daha yakacağım. Saydım, akşam 19'dan bu yana 1 paket bitmiş bile. Üzülme yedek paket cebimde.  Alt metine inersen yarasalaştım iyice. Bazen öyle bir dalıyorum ki, gözlüğümün camının tozlandığını bile fark etmiyorum.

'Bazen öyle yalnız kalır ki insan, baktığı bütün resimler onunla konuşmaya başlar.''

Biraz önce yazmışım.

Bugün bildiğin bir öküzlük yapıp telefonu ''he'' diye açtım. Normalde ya 'Efendim' ya da 'Alo' diye açarım. Kayıtlı olmayan bir numara, ben rüyanın en boktan yerindeyim. Gerçek hayatta karşılaşmak istemeyeceğin bir manzara, fakat karşılaşıyorsun günün birinde. Rüyanın etkisi devam ederken telefonu açtım uykulu gözlerle ve hee dedim. Lan palyaço ne heesi neyin heeesi. Bir güzel fırça yedim karşı taraftan. Fırçanın darbeleriyle kendime geldim. ''Buyur abi'' dedim. Abi de cidden buyuran bir abi, büyüktür gözümde, iyidir kısaca.

Bir de şey var.

Ne yaparsan yap geçmiyor. Geçen tek şey; zaman tek başına geçirdiğin ve tek başına geçireceğini bildiğin.

Twitter özlü sözlerinden bir tanesini okudum şimdi, hoşuma gitti. Haklılık payı var fazlasıyla.

''Sohbet edebildiğin biriyle hayat kurulmalı.  Zaman geçer, aşk biter, güzellik gider, yataklar ayrılır geriye cam önünde sohbet kalır.''

İnsanlar konuştuğundan ve anlaşamadığından değil, konuşamadığından anlaşamıyor.
Birbirlerine sordukları yok fikirlerini. Anlamaya çalışmak en zoru. Çünkü onun verdiği anlamı veremeyeceksin asla. Oluruna bırakmak en güzeli. Bırakacaksın, canı öyle istiyor diyeceksin. Hatta ona ayak uyduracaksın. Sohbet edemediğin, konuşamadığın insanla neyi paylaşacaksın ki? Sinemaya gitmek, içmek, eğlenmek, seks, hepsi bir yere kadar. Bitiyor, bitecek. Her gün bunları yapmayacağın besbelli. Geriye kalan ne. Koca bir sessizlik. Hayata bakışımız farklıymış. Siz birbirinizin hayata nasıl baktığını biliyor muydunuz?
Hiç konuşmadınız ki bunu. Hiç paylaşmadınız birbirinizi. Paylaşılan şey bambaşkaydı.

Bir insanla evlenmeyi istemek uzun bir yol arkadaşı seçmektir kendine. O uzun yolda her şey çıkabilir karşına ve bunlara rağmen onun yanında olabilmek mesele. Onun da senin yanında olabilmesi. Kendiniz dahil her şeyi konuşabileceğiniz birini seçin yoksa çok yanlış olur yaptığınız seçim.

11 Ocak 2012 Çarşamba

Sigortalı Olmayanların 213 TL Ödeme Zorunluluğu

Sözlükte baktım nedense kimsenin ilgisini çekmemiş bu konu. Haha yok be derdim para değil, zaten para umurumda değil. Aynen alıntılıyorum, maddeye bakar mısın?

"Kayıt dışı çalışan 18 yaş ve üzerindeki kişiler, işsiz üniversite mezunları, sigortalı olmayıp sağlık giderlerini kendi cebinden karşılayanlar, sigortasız tarım işçileri, ev hizmetlerinde çalışan ve hiçbir sosyal güvencesi olmayanlar" 5510 sayılı sosyal sigortalar ve genel sağlık sigortası kanunu’na göre, bu kişiler 1 ay içinde sosyal güvenlik kurumu il müdürlükleri ile sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları’na başvurmak zorundalar ve burada yapılacak gelir testine göre de prim ödemek zorunda kalacaklardır".

Gelir testi kısmında ise şu ilginç madde var: "sosyal güvencesi olmayan ve gelir testi yaptırmayan vatandaşların da aylık geliri asgari ücretin iki katından (1.773 tl) fazla kabul edilecek ve aylık 212,8 tl prim alınacaktır"

''İşsiz üniversite mezunları, sigortalı olmayıp sağlık giderlerini kendi cebinden karşılayanlar, hiçbir sosyal güvencesi olmayanlar''

Maddenin içeriğine bakar mısın? Bak bir daha bak. ben baktım, onlarca kez baktım.
Arkadaş çıldıracağım. bir adam işşizse;

1. seçenek bu insanın bir geliri yoktur. İş bulamadığı için sosyal güvencesi yoktur. E sen bu adamdan daha ne diye gelir testi istersen, ne diye ''bize işsiz olduğunu kanıtlamak zorundasın'' diye zora koşarsın.

2. seçenek; Bu insan zaten kendi cebinden karşılıyorsa sağlık ihtiyaçlarını demek ki parası vardır, bir şekilde hayatını idame ettiriyordur ve senin vermiş olduğun hizmete itibarı ve ihtiyacı yoktur.

3. seçenek; Nereden biliyorsun hiçbir sosyal güvencesi olmadığını? Bu ülkede en büyük sosyal güvence her mecreda, her kurumda para. Adamın çok gibi parası vardır belki.

3. seçenek; sana ihtiyacı yoktur.

213 TL ve bildirim yapmazsan daha fazlası ceza olarak posta kutunda belirecek. Ulan ondan sonra meclisin önünde, yolda sokakta birisi bağırıp çağırdı mı feryat figan etti mi, herkes deli diyor ya. Gel de delirme.

Sanane arkadaş benim sigortalı olup olmadığımdan. Madem o kadar umurunda sigortasız insanlar kpss denen zımbırtıya girip açıkta kalan binlerce işsiz insana iş ver. Onları düşünsene. Bir de rakam veriyorlar. 1,7 milyon kişi. Onların sosyal güvencesi olup olmadığını araştırıp bunu resmiyete dökeceğine iş bulsana bu kadar insana.
Onlara bunu neden zorunlu kılıyorsun? Kayıt altına almaya çalışıyorsun. Hiçbir mantıklı sebep, yön bulamıyorum şunda.

Siz söylemeden ben söyleyeyim. Ne zaman olur bilmem, ben bu ülkeden bir gün siktir olup gideceğim. Ciddi ciddi arkama bakmadan giderim, yapabilirim bunu. Hani insana şans bir kez gülermiş ya ömrünce eğer bir gün böyle bir şansım olursa hiç düşünmeyeceğim. Yapamazsınmış, alışkanlıkmış, özlemmiş bilmem ne. Hepsini silebilirim. Öyle de gamsızımdır annemin dediği gibi. Of benim berbat ülkem. Söylemiştim; bu ülke sadece ve sadece turistlere cennet.

Konuyla ilgili detaylı bir yazı.

/http://timur34.wordpress.com/tag/sigortali-olmayip-saglik-giderlerini-kendi-cebinden-karsilayanlar/

2 tane yorum ve bilgi içeren yazı daha buldum.Buyrun okuyun, görmezden gelmeyin bu sıfatını bulamadığım şeyi.

http://www.alitezel.com/tezel/index.php?sid=yazi&id=5112

http://www.alitezel.com/tezel/index.php?sid=yazi&id=5108

Sabri Amca

Uzun zamandır yazmıyormuşum farkında bile değilim ilham perim söyledi ahah. Sözlükte zaten yazmıyorum. Yazacak çok hiç var. Dur bir sigara yakayım. Yazıyorum aslında ama buraya yazmıyorum. Kenarda duruyor öylece, benim gibi. Uzun upuzun bir şey. Sonunda ne olacak merak ediyorum. Çünkü ne yazdığımın farkında değilim daha doğrusu ederinin. Eğer sonucunda güzel bir şey olursa, sizden değerli mi? olmazsa da paylaşırım ama bir gün.

Konuya dönersem işte size Sabri amcam. Yok, öz amcam değil. Devamlı gittiğim, çay ve sigaramı içip günlük gazete okuma rutinini gerçekleştirdiğim emekli kahvesi var bir tane. Oranın üst katında oturuyor. 80 küsüre yangın merdivenini dayamış, emekli bir insan, yaşlı. Tek başına yaşıyor. Alt katta yeğeni ve onun çocukları oturuyor. En alt katta ise emekli kahvesi var. Her gün gelir, çayını söyler ve gazetelerin bulmaca eklerini alıp bir köşeye oturur tek başına, başlar bulmacaları çözmeye. Bir de öyle uyanık ki, bazı bulmaca eklerinin arkasında cevapları var. İlk önce ondan başlıyor bulmacayı çözüyor. Arada sigara içmek için kalkar sigara odasına geçer. Sonra tekrar geri gelir, bulmacasını çözmeye devam eder. Ezan okunduğu vakit kalkar gider, namazını kılar ve geri döner. Tekrar bulmacalar, bulmacalar.  İstisnasız her gün bunu yapar

Beni çok sever hahah ciddiyim. Bazen sigarası biter, (samsun 216) bakkala sigara almaya bile gönderir, o derece yani. :) Kızarım bazen, 'yine sigarayı çok içmeye başladın' diye.

Geçenlerde tek başıma oturuyorum sigara odasında. Bulmacalarını aldı geldi, yanıma oturdu. Biraz konuşturayım, konuşalım dedim kendi kendime. Başladım sormaya;

- Sabri amca evde sigara içiyor musun?
+ Yok, hiç içmem. Aklıma bile gelmez.
- Bi tane bile içmiyor musun?
+ Ayda yılda bir aklıma gelirse.
- E burada birini yakıp birini söndürüyorsun.
+ Karışma işimee.
- Sabri amca, gençliğinde keşke şunu yapsaydım dediğin bir şey oldu mu?
+ Yok, hiç olmadı.
- Gerçekten? Keşke şunu yapsaydım dediğin, içinde kalan hiç mi bi şey yok?
+ Yok be palyaço. Ben gençliğimde güreşirdim. Dağ gibiydim. Yıkılmazdım. İyi kötü geçinirdim. Bakkalım vardı benim. 40 sene bakkalık yaptım İstanbul'da. Dur, dur var bi şey var.
- Ney? (işte dökülecek dilinden keşkeleri)
+ Bir tane motosikletim olmasını isterdim. Onunla köyleri gezmek isterdim bak.
- Bu mu, başka bir şey yok mu?
+ Yok vallaha, ben hayatımı istediğim gibi yaşadım. Ne iyi ne kötü, iyiydi yani, mutluydum.

Demek ki herkesin yapmak istediği yapamadığı bir şey varmış içinde kalan. Onunkisi de motosiklet alıp gezmekmiş. Bugün yine aynı rutinimi gerçekleştirirken gaz odasından bulmacalarıyla çıktı geldi Sabri amcam. Direkt benim yanıma geldi, oturdu. Hiçbir şey demeden bulmacasını çözmeye devam ediyor. Arada kafasını kaldırıp bana bakıyor, yine önündeki en büyük meşguliyetine geri dönüyor. Bir ara kafasını yine kaldırdı ve

- Yanaş, yanaş bir şey söyleyeceğim.
+ Söyle, Sabri amca duyuyorum.
 - Yanaş şöyle, ben duymuyorum!! (ahaha)
-  Geçenlerde doktora gittim. Kulaklarım hiç duymuyor, damla verdi. Kullanıyorum bir kaç gündür.
Şu kahvedeki gürültüyü hiç duymuyorum. Ne güzel tek duyduğum milletin gülüşleri, kahkaha sesi.

Telefonu çaldı sonra. Aysel aradı aahaha. Aysel kim di mi? Ben nereden tanıyorum. Aysel'i arayacağı zaman Sabri amca telefonu çıkartıyor cebinden ve bana uzatıyor. ''Aysel'i çevir bakayım'' diyor.

Geçenlerde sobanın peteğinin yanında ayakta durup ısınıyorum. Yaslanmışım peteğe, bir ileri iki sağ sol yapıp duruyorum. Sabri amca tam önüme oturdu, her zamanki gibi bulmaca çözüyor. Ben aynen ısınmaya devam ediyorum. Bir ara dedi ki;

- Otur şöyle.
+ Sağol, sabri amca ısınıyorum iyi böyle.

Kendi kendine söyleniyor ama besbelli. Ben yine aynı şekilde peteklere kedi gibi sürtünüp duruyorum. Bir ileri iki geri sallanıyorum.

- Otursana palyaço, ayakta durma.
+ Yok, Sabri amca böyle iyi, oturmayacağım.

Ve işin aslı iki dakika sonra anlaşılıyor.

+ Otur şöyle, gölge ediyorsun. Göremiyorum bulmacayı.
- Ahaha baştan söylesene Sabri amca, beni düşündüğünü sanıyordum. Gölge etme başka ihsan istemem diyorsun yani.


İlahi Sabri amca diyorum kendi kendime. Dediğim gibi 80 küsür yaşında, saçlar beyazlamış, başında kasketi, omuzlar biraz çökmüş. Yine tek başına otururken bu fotoğrafı çektim. Yaşlıları sevelim, onlarla konuşalım, gülümseyelim onlara. Onlar yaşlı değil yaşamış.

Kısaca

Fotoğrafım
Email: sivilpalyanco@gmail.com