29 Mart 2011 Salı

Türkiye

Gece gece gazeteleri okurken yine aklım gitti. Her tarafı katillerle, sapıklarla, tecavüzcülerle, psikolojik sorunlularla dolu ülke. Hangi internet sitesini açsam, hangi gazete sayfasına baksam, karşıma çıkan manzara hep aynı.

begüm10 pedagog uzman bir nick alıp chat yapıyor ve onlarca sapık cinsel içerikli konuşmaya başlıyor. ''ben 10 yaşımdayım'' dediği halde.

Haber doğruysa erkek çocuklarına defalarca tecavüz ediliyor ve üstüne basa basa defalarca yazdıkları halde tecavüzü cinsel istismar olarak nitelendiriyorlar. Tecavüz lan işte, neyi istismar.

9 yaşında bir çocuk hunharca öldürülüyor.

3 tane ufak zavallı çocuk tecavüze uğrayıp öldürülüyor. Her gün işlenen kadın cinayetleri, töre cinayetleri, kadınlara ölüm tehditleri. Bak tacizleri suçtan saymıyorum bile bunların yanında. Çünkü, bu ülkede tacizin cezası yok, suçtan sayılmıyor.

Aklım almıyor, nasıl bir ülke. Her tarafta ciddi boyutlarda sapıklığa varan, sapıklığa yönelen insan barındırıyor. Evlensem, bir tane çocuğum olsa, hele kızım olsa korkarım bu ülkede bir kız çocuğu yetiştirmekten. Kimisi diyecek nasılsa hapiste şişlerler bunu, kimisi aldığı 10-15 yıl ile cezasını buldu diyecek, kimisi tıpkı onlar gibi tecavüzcüye tecavüz ederek ceza vermeye devam edecek. Adalet'i kompleks yapmış bir ülkede yaşıyoruz. Hem de kompleksin en büyüğü kartal'da yapılıyor. Olmayan şeyi kompleks yapmak bu ülkeye has.

Sonra ana haber bültenlerinde Antalya, Bodrum, Fethiye üçlüsü ile cennet vatanım. Haydi yaz geliyor, ana haber bültenlerinde bikinili turistleri göstermeye başlamalı. Turistlere cennet bu ülke.

Vatandaşına cehennem.

Sen söyleme ben kendime diyorum zaten. bazen gidesim geliyor bu ülkeden evet o dediğinden.

28 Mart 2011 Pazartesi

Sevmenin Acizlik Sayıldığı Yer

''Sevmenin acizlik sayıldığı yer'' bir nenni'nin mısralarında geçiyor.

Bu dünya mı? insanların kalpleri mi? yoksa gözleri mi?
Sevmek, bazen sana acizmişsin gibi davranılmasına sebep. O, sevilir mi? diyen sözlere, aptal bakışlara sebep. Sana da olmuyor mu bu? Şaşkın gözlerle, anlamsız bakışlarla, veremeyecekleri anlamı vermeye çalışırcasına seni izlerler. Yıllarca izlerler. Aslında sevmeyi bilmezler. Delilik addederler. Binbir tane isim takarlar bu sevgiye.

Bir şarkıyı seversin, aklına, diline dolarsın. Onlarca, yüzlerce kez dinlersin. Doyamazsın her gün dinlersin. Oradan çok bilmişin teki çıkar gelir der ki;

- dinlediği şarkıya bak, ne buluyorsun bu şarkıda.

Diyemezsin zaten sorun da bu ya, senin bulamadığını buluyor. ''Kendini''

Bir hayvanı seversin, cinsi ne olursa olsun. Ona karşı delice bir sevgi beslersin. Kimisi iğrenen gözlerle belli ederek seyreder bu sevgiyi, kimisi deli diye yapıştırır etiketi. Asla anlamazlar seni.

Bir filmi seversin, her repliğini kazırsın aklına. Ne zaman konu filmler olsa baştacı yapıp anlatırsın. Kimse bilmez, anlamaz başrolde senin olduğunu.

Asla ulaşamayacağın birini seversin. Senden haberi bile yoktur belki. Kalbinde yeri bambaşkadır, anlam veremezler bu sevgiye. Çünkü, anlam veremediklerini bilemezler.

Bir eşyayı, arabayı, cansız bir varlığı seversin. Gözün gibi bakarsın ona. Yine anlam veremezler. Çünkü, bilmezler sendeki hatırasını.

Sevmenin binlerce çeşidi işte. Eğer onlardan farklı seviyorsan, biraz farklıysa sevgin acizliktir. Onlara göre tuhaf, sana göre normaldir. Sevgiye, sevmeye bile ayak uydurmak zorunda bırakmak isterler seni. Onlar gibi sevmeni isterler, sevmenin ne demek olduğunu bilmezlerken.

Birini seversin, en güzeli de bu işte. Onu çok kişi sever, belki senden bile çok sever, sevilir. Fakat, bilirsin senin gibi onu kimse sevemeyecektir.

Sevmek ne uzun kelime. Sev sev bitmiyor, sevin.

27 Mart 2011 Pazar

Mutsuz İnsan

''Amethyst'' yazar olarak, insan olarak hele de dürüstlük olarak Ekşi Sözlükte en sevdiklerimden birisidir. Çok çok severim ve kendisiyle öyle güzel bir tanışmamız oldu ki neyse o kısım kalsın. Onun en sevdiğim entrylerinden birisidir bu mutsuz insan. Ekşi sözlük binlerce mutsuz insanın buluştuğu bir araya geldiği bir yer. Mutsuzlar ordusu diyorum ben kısaca. Belki kendim dahil, yazdıklarım, saçmaladıklarım, kısaca şiyir dediklerim mutsuzluk, hüzün akıyor olabilir, bilemem. Karşı tarafa yansıyan çok farklı. Senin verdiğin anlamla onun koyduğu anlam genelde aynı olmuyor. Çok kez yaşadım bunu. O yüzden geneli itibariyle mutsuzluk diye nitelendirebiliriz. Biraz önce yine rast geldim o mutsuz insana. O kadar o kadar mutsuz ki, mutsuzluğunun nefretini başka insanlardan çıkarmaya çalışıyor. Mutsuzluğunu yani nefretini başka insanların üzerine kusuyor. Fakat, kusmuklarında boğuluyor, farkında bile değil.

Dünya, hayat dediğin ne ki? ''ölçüyü veren gidiyor'' terzi dükkanından ibaret işte.
Verdiğin ölçü ile hatırlanıyorsun en fazla 50 en çok 100 yıl çok çok büyük iyilikler ya da kötülükler yapmadıysan. İşte bu mutsuz insanlar hiçbir şey yapmadan mutsuzluğuyla seni de saçma mutsuzluklarına çekiyorlar. Evet saçma bana göre saçma. Al sana, bana göre mutsuzluk: Şu an en basiti Japonya'da binlerce insan. Rakamları vermemin bir anlamı yok. On binlerce insan. Bu mutsuz insan bana gelsin japonyadaki aç insanlardan, nükleer enerjiye maruz kalan insanlardan bahsetsin, beraber mutsuz olalım. Her gün okuduğum gazete haberlerinde cinayete kurban giden insanlar özellikle kadınlardan bahsetsin beraber üzülelim. Daha bugün bir tane genç kız başı taşla ezilerek öldürülmüş. Fakat bana gelip saatlerdir abuk subuk şeylere olan nefretini anlatıp mutsuzluk sandığı mutsuzluğundan bahsediyor. Bir adamın mutsuzluğu yılmaz morgül'ün gözlüğü olmamalı ya da elbisesi. Gerçekten laf olsun diye söylemiyorum bunları. Hayat yine de devam ediyor. Ama gazeteyi okurken ki yüz ifademi ben biliyorum. Gerisi mühim değil. Ne demek istiyorum, ekşi sözlükte mutsuz insan var ya hani mutsuz insan. Onun mutsuzluğu bombok sebeplerden o yüzden saçma diyorum. Uzak dur onun mutsuzluğundan, bırak okuma, üzülme, onun mutsuzlukları yüzünden sen mutsuz olma. Mutlu insan yok zaten bu dünyada. Mutluluk kalıcı bir şey değil çünkü. Mutluluk anlık bir şey. İnsanoğlunun doğasında var bu. Aynı anda kahkahalarla gülebilen bir varlık saniyeler içinde hıçkırıklara boğulabiliyor. Onun için mutluluğu arama, gülüşlerinin farkına varabilirsen zaten mutlusun. Gülüşlerinin tadını çıkar. Bırak onları kendi mutsuzluklarında boğulsunlar. Uzak tut kendinden.

Kendi yazdıklarıma gelirsem öz eleştiri yapayım, yapabilirsem. Mutsuzluk var mı o satırlarda. Elbette var. Mutsuz muyum? Elbette mutsuzum, dünyada mutlu insan yok. Bunun farkındayım. Ama inan benim mutsuzluğumun gerçek sebebi yazdıklarım değil. Yazmam da zaten. Yazsam benden çok üzülürsün belki. Bir anlamı yok üstesinden sadece kendinin gelebileceğin şeyler ile başkalarını da mutsuz etmenin ve bu mutsuzluğun hıncını başka insanlardan çıkartmaya çalışmanın. Size bulaşmasına izin vermeyin mutsuz insanın.

Mutluluk kaybolan çorap teki bunu unutmayın ya da kendinize fırlattığınız frizbidir.
Kendi kendinize oynamaktan asla bıkmayın. Göreceksiniz çok zevkli bir şey.
ahah çok güzel saçmaladım ve sizi Amethyst'in harika entrysiyle başbaşa bırakayım.
Mutsuzluklarınız gerçekten mutsuzluk mu? Bence bir daha düşünün.


''bulasici bir hastalik tasircasina/vebaliymiscasina/katilmiscesine kaciyorum senden mutsuz insan. eksi sozluk'tesin en cok; her yerdesin. ama buradasin en cok. binlerce stres sebebinin icinde gecirip, ruh sagligimi bozmamayi becerebiliyorum; ama seninle mucadele edemiyorum ben mutsuz insan. tatminsizligin, ofken, libidinal catismalarin, kimlik bunalimlarin, dizginsiz hirslarin ve komplekslerin beni hasta ediyor. you bring the worst out of me. eksi sozluktesin en cok.

baltaliyorsun gordugun/bildigini sandigin durumlari. karanliksin. dark side'larimizi savastirabiliriz seninle gunlerce. ve emin ol, bu konuda uzerime yok. ve emin ol, sana yillarca yetecek kadar zehir akitabilirim dilersem. agir ve sancili gunler cizebilirim. besin kaynagin bu cunku.

fakat benim cok vaktim yok. ne kadar hayatta kalacagimi bile bilmiyorum mutsuz insan; bunu icin, uzak duruyorum senden.
ve seninle paylasmayacagim kendimi/hayatimi/ruhumu.
benimle ilgili bildigini sandigin her bi sey de senin yine kendi frame'inden sonsuza dek yorumlanabilir.
cunku baska besin kaynagin yok.
karanlik ve mutsuz, hasta ve sakatsin. ustelik de yaslisin.

bana bulasmana izin vermeyecegim mutsuz insan.''

26 Mart 2011 Cumartesi

Alışkanlık


Ben bu adamla oturup iki kadeh içmek isterdim ya da anlat derdim. Tanımadan tanımak nasıl bir şey bana da öğret derdim. Yıllar öncesi onu ilk dinlemeye başladığım zamanlar. Evet, dinlemeye başladığım zamanlar. Kendi sesinden şiirlerini okuduğu bir kaseti vardı ve gecenin bir yarısı uyumudan önce ninni niyetine dinlerdim. Onu okudukça kendime hadi oradan palyaço diyorum ve hadiliyorum buradan, gel de hadileme. Gel de sevme. Bu adamla iki şey üzerine inancımız aynı. Bir tanesi şu;
''Aşkın karşılık beklemeden sevmek olduğuna inanıyorum.''

Sevdiğin insandan bir karşılık bekliyorsan ya da ondan bir karşılık bekleyerek seviyorsan hiç sevme. Ya da ona katlanıyorsan ve bu katlanmalara rağmen seviyorsan katlanma. Seven insan katlanmaz. Seven insan ancak sevdiğine katlanır kat kat soğukta.(çok bişi yaptı, ukala. palyaço burada kendine sesleniyor.)

''Nelerine katlandım ben senin, saçımı süpürge ettim, varımı yoğumu harcadım senin için.''

dediysen, demeyi aklının ucundan geçiriyorsan ardına bakmadan çek git. Çünkü, ardında kocaman bir hiç duruyor senin için. Bir hiç uğruna değmez gözyaşına.
Neyse konu dağılmasın, paylaşmak istedim yalnızlığın köründe. Alışkanlık ya da tutku. Ümit Yaşar alışkanlık demiş ben tutku diyorum. Çünkü, bana göre insan alışkanlıklarından vazgeçebiliyor ama tutkularından asla.


''Gitgide alışıyorum sana, hiçbir alışkanlık bu kadar güzel olamaz. ellerin ellerimden uzaksa nasıl güçsüzüm bilemezsin. yanımda olduğun zamanlar sigara dumanı gibi ciğerlerime doluyor, alkol gibi damarlarıma yayılıyorsun. durmadan başım dönüyor verdiğin hazdan. alışkanlıklar daima korkutur beni, düşün ki ben yaşamaya bile alışkın değilim, kendimi, kendime alıştıramadım yıllardır fakat şimdi sana alışıyorum. alıştıkça özlemim artıyor, daha yoğunlaşıyor. yalnız içimde garip bir korku var. sana alışmaktan değil seni kendime alıştırmaktan korkuyorum. bir gün sana şimdi verdiklerimden daha güzelini, daha değerlisini verememekten korkuyorum. bir gün ansızın ölmekten ve seni, bana olan alışkanlığınla yapayalnız bırakmaktan korkuyorum.

Oysaki her zaman ve günün her saatinde yanında olmalıyım senin. bana alışmış olmaktan
pişmanlık duyacağın bir dakikan bile olmamalı. bütün zamanlarını zamanlarımla karıştırıp
emsalsiz bir zaman bileşiminde yaşatmalıyım seni, uykularda bile aynı rüyayı görmeliyiz.
her şeyin ve her zevkin yarısı senin olmalı, yarısı benim. "bana alış" demeyeceğim... nasıl olsa alışacaksın bir gün. şimdi çirkinliğimde güzellikler bulan gözlerin, o zaman en güzeli görecek bende! alışkanlığınla, sevginle yepyeni bir "ben" yaratacaksın benden! ilk defa sevilmenin ürpertileri içindeyim inan. sevgimle mukayese edebileceğim tek şeyi beni sevmende buldum. ömrümde kimse bana sevmenin gerekliliğini öğretmedi. kimseden sevgisini istemedim, verdiler almadım. bencildim bir zamanlar, sevmek benim hakkım diyordum. oysaki şimdi bir zamanlar hiç sevmemiş olduğumu, kendi kendime biraz da utanarak itiraf ediyorum. asıl büyük sevgiyi seni sevmekte buldum ve sevgim senin sevginle değerleniyor, ayrı bir anlam kazanıyor. sevgin olmasaydı değersiz bir cam parçasıydım. sevginle bir aynayım şimdi. bana bakanlar baştanbaşa
seni görecekler içimde. bir zincirin iki halkasıyız seninle anlıyor musun? aynı kadehte karışmış iki içkiyiz. iki kelimeyiz seninle birbirini tamamlayan. her yerde iki olduğumuz için bir bütün haline geliyoruz durmadan.

Alışkanlığım devamlı sana çekiyor beni. durup durup dudaklarını öpmek geliyor içimden. saçlarını okşamak geliyor, ellerini tutmak geliyor, kokunun tenime sindiğini hissediyorum geceleri. teninin dudaklarımda eridiğini hissediyorum, boynunun en güzel yerini benden başkası bilemez artık. seni kimse benim kadar benimle bir bütün olduğuna inandıramaz gitgide bu alışkanlığın içinde kaybolduğumu hissediyorum. beni yaşadığım zamanın dışına çıkarıyorsun. bir gün tarih öncesinde yaşıyoruz, bir gün bulutların üstünde uzun süren bir baygınlık sonrasının, o anlatılmaz baş dönmesi içindeyim. bütün merdivenler birbirine eklendiği zaman, seninle vardığım yüksekliğe erişemez.

Açılmış bütün kuyuların derinliği içimde seni bulduğum yer kadar derin değil. alışkanlık kozasını ören bir ipekböceği gibi gitgide tamamlıyor bizi. emsalsiz bir oluşun içinde yuvarlanıyoruz. korkunç bir yangın başladı yüreklerimizde. özlem, kıskançlık, arzu ne varsa içimizde hepsi birdenbire tutuştu. alev almayan bir yerimiz kalmadı. alevlerimiz muhteşem bir kızıllığın içinde yıldızlara kadar uzanıyor. hiç bir su, bu ateşi söndüremez artık. nehirle, denizler boşalsa üstümüze hiç sönmeyeceğimizi biliyorum. bu yangın biz birer kor haline gelinceye kadar sürecek. önce bakışlarımız alıştı birbirine, sonra parmak uçlarımız bu oluş tamamlandığı anda yeryüzünde bizden güçlüsü olmayacak! en mutlu olduğumuz yerde en güçlü de olacağız seninle
bu bir sonun değil bir varoluşun başlangıcıdır. geçmişteki tüm alışkanlıkların bana alışmanı önleyemez artık.''

Ümit Yaşar Oğuzcan.

Sezenler Olmuş

Tek başına almayın bu şarkıyı kalbinize dokunur benden söylemesi.

Seni yerlerde göklerde bulamazlarken
Bende gizli olduğunu sezenler olmuş
Dumlu dumluymuşsun yüreğimde
Kımıl kımılmışsın bileklerimde

Domur domur ter ışıl ışıl fer
Ellerimde gözbebeğimde

Aramızda dağlar yollar yıllar var iken
Beni sana sımsıkı sarılı görenler olmuş
Sargın yaprakmışım dallarına
Yangın toprakmışım yağmurlarına

Türkü olmuşsun, umudummuşsun
Sevdama yarınlarıma


25 Mart 2011 Cuma

Ofsayt

Sadri Alışık hayranlığı babamdan miras kalacak bize. Babam, televizyonda hangi filmini görürse görsün, kaç kere izlemiş olursa olsun işi gücü bırakır ve Sadri Alışık'ı izler. Bütün filmlerini, repliklerini ezbere bilir neredeyse. Aynı anda güldüren diğer yandan hüzünlendiren insan.

Sen ofsayt nedir bilir misin?
O, benim.

24 Mart 2011 Perşembe

Kalpleri Bembeyaz

Ben bu adamın yerinde olmak isterdim, inan isterdim. ''Deli'' tabir edilen insanlarla oturup konuştunuz mu hiç? Onlardan korkmadan fiziksel bir zarar göreceğiz mi sorusunu sormadan yanlarına oturup muhabbet edebildiniz mi? En sevdiğim şeylerden biridir. Çok mu yapıyorum? hayır. Fakat hayat bir şekilde karşı karşıya getirdi mi, bu karşılaşmayı asla es geçmiyorum. Belki şu an aklımdan geçenleri yazıya dökemem ama bu adamın yerinde olmak isterdim. Memiş'in ya da kemal'in ya da general'in ya da sürekli dondurma yiyip ateş eden o adamın yerinde olmak isterdim. Geleyim diğer soruya. Akıllı mıyım? elbette hayır. Sadece akıllı damgası yemişlerden birisiyim.

Ne kötü akıllı damgası yemek. Her yaptığınıza saçmalık gözüyle bakılması. Onlar gibi olmanız istenmesi. Ne yapsan ''o yapmaz böyle şeyler akıllı birisi'' denmesi arkanızdan. Fakat deli damgası yedin mi bir kez. O meşhur atasözünü senin için milyon kez söylerler. ''delidir ne yapsa yeridir.'' Aynı işi deli ve akıllı damgası yiyen iki insana yaptır. Akıllı olan hatalı, suçlu bulunur. En basiti hiç unutmam en çok güldüğüm anılarımdan birisidir. Gecenin bir yarısı sabaha doğru hava henüz aydınlanmamışken bir arkadaşımla dağa tırmanmıştık. Sebebi de güneşin doğuşunu izleyecektik. Bütün arkadaşlarımız aynı şeyi söylemişti ikimiz için.
- Deli misiniz, ne işiniz var. Yatın uyuyun.

Evet deliydik ve tırmandık o dağa. Patika yolu da kaybettik, bildiğin amatörce tırmandık, düşüp ölme ihtimalimiz bile vardı. Sigara üstüne sigara içip saatlerce oturduk ve güneşin doğmasını bekledik. Etraf yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı.

Ne diyordum ben bu adamın yerinde olmak isterdim. Kalbi bembeyaz bu adamın.

Bu arada güneş önümüzdeki dağın ardından çoktan doğmuştu haha. O arkadaşıma tüm gün küfür etmiştim.

Bir Delinin Sayıklamaları

''insanı sevdiği üzmez, insan sevdiği için kendini üzer''
demişim uzun zaman önce
belli ki sevdiğim için üzmüşüm üzülmüşüm gözlerimde binlerce damla hüzünmüşüm
karanlık gecelerde azar azar yanaklarımdan süzülmüşüm
bir kuşmuşum yalnızlığa uçan kanatlarını yorulana dek kimsesizliğe çırpan
çığlıklarından hiçbir şey anlaşılmayan bir martıydım belki de şiirlerin içine uçan
aynı dünyada ayrı dünyalarda olmak ne zormuş olunca anladım meğer en güzel şarkının adıymış
senin adını da ben koydum binlerce kez haykırdım da ardından duymadın
belli ki süheyla değildi başkaydı adın yoksa bir kez bile olsa dönüp bakardın
sevseydin bakardın bakardım deme hele sevdim hiç deme sevseydin yazmazdım bunları
yazacak vaktim bile olmazdı bütün vaktimi yazmak yerine
seni sevmeye harcardım, ben seni seninle sevmek yerine seni sensiz yazmaya bir ömür harcadım!
acıyorum bazen kendime hayret bir şeysin diyorum aynadaki aksime
biliyorum hayret edilecek kadar bir şeyim
fakat adımı koyamadın bir türlü sahi ben senin neyinim?
çok düşündüm ben senin neyindim hiç çalmadığın, ellerinle tutmadığın
sana huzur bile verirdim içimden gelen sesle yaşatacağım sessizlikle
sana öylesine güzel susardım ki her gün susa bana derdin bilirim derdin
benimse sensizlikti tüm derdim
ben seninle hep kelimeler sayesinde oynadım
istediğimde küçük bir aşk oyunuydu hiç oynayamadım
senin gözlerin beni hiç tutmamıştı sen bana hiç tutulmamıştın
bütün hiçlerin benimle anlamlaşmıştı hiçlerin bende anlam kazanmıştı
neyindim ben senin? buldum! hiçindim ben senin bir insanın hiç'i olmak ne kadar zormuş
bilmez kimse hiç'i ne kadar yormuş yorgun bir hiçim şimdi
canımı sıkıyorum olur olmaz şeylere olur olmaz yere çıksın diye içimden
inat ediyor ''canınım ben senin'' diye gitmek bilmiyor bu bedenden
bir kez ölüyordum ben az kalsın az kalmıştı hissettim
o ince kıyıya tam atacakken adımlarımı ölümle yaşam arasındaki
seni düşündüm geri attım adımlarımı senin için ölümden bile dönmüştüm! oysaki
içmeye başladım uzun zamandır içiyorum bir bardak daha koy saki
şimdi çekilebilirsin beni şiirimle başbaşa bırak hatta şişeyi de masaya bırak
biliyorum en kötüsü de bilmenin acısıymış bu yalnızlık bana senden baki
şimdi aklım karışık kalbimde insan kalabalıkları
hepsi beni bir yerlere çekiyor fakat benim canım içlerinde bir tek seni çekiyor
canım tarafından çekiliyorsun haberin bile yok
bazen gülüşlerini çekiyorum kare kare aklımın duvarlarına mandallayıp asıyorum
yüzümü nereye çevirsem gülüşlerinden asılmışsın aklıma
saçlarına astığım gibi kendimi bu arada saçların ne alemde halen aynı mı?
geceydi saçların gözlerin gibi her bir teli de yıldız
gözümü alırdı saçların sen gözlerimde tel tel parlardın
sigara üstüne sigara içesim var sen yerine kendimi
başka şeylerle zehirleyesim var bu sensizlikte ölesim var
bazen kendime olur olmadık küfürler ediyorum
seni nasıl sevdim diye
sahi seni nasıl sevdim biliyor musun?
seni, beni unutarak sevdim seni, beni acıtarak sevdim
seni, beni kırarak sevdim seni, beni ağlatarak sevdim
seni hangi renkte sevdim biliyor musun?
seni acımtrak sevdim ben
gecelerin koyusunda yalnızlığın koynunda
siyahın mateminde bağlanıp karalara
seni çok koyu sevdim ben
koyunun bile koyusuydu sana olan sevgim
fakat bana geldiğinde bitmiş bir resimdim
şimdi hangi şarkıyı dinlesem dudakların gelir aklıma
sonra gözlerin, sonra ellerin, sonra sonra
bana koşa koşa gelen ayakların şarkının bitmesine yakın
büsbütün tamamlanır ve bana gelirsin
bu yüzdendir her dinlediğim şarkıyı sana armağan edişim
bu şiir de benden sana gelsin
''hangi kitabı okusam sen çıkıyorsun satır aralarından''
dedim geçenlerde
saat sıfır iki elli dört
günlerden cumartesi henüz yeni başlamış
bir kitap okuyorum seninle alakanın a'sı kadar alakası yok
ve ne olsa beğenirsin? ya da ne olursa olsun beğenir misin?
sen çıkıyorsun gözlerimin karşısına sayfa 88 ve 89'da
adın geçiyor sen geçiyorsun
gözlerimin önünden biz dilimden edemediğim ahlar geçiyor
buruk bir gülümseme yerleşti şimdi dudaklarıma
hiçbir söz hiçbir satır boşuna söylenmemiştir
şairin mürekkebi aşkıdır
herkes şiir yazdığını sanır galiba diyorum içimdeki sese
aldırış etmeden yüzümdeki burukluğa
ne zaman aklıma düşsen
kalbimi burkuyorum
her seferinde bir yerimi sakatlıyorum
sakat bir sevda kırıklarla dolu her yanım
en çok da sol yanım
sana dair ne desem unutamıyorum
beni bile unuttum senden geçmemek için benden geçtim
''hangi filmi izlesem sen çıkıyorsun karşıma en güzel kareden''
hangi köşeden dönsem elele anılarla biz çıkıyoruz karşıma
oraya bir daha asla gitmedim, bilirsin orasını gidemedim biliyor musun
bir kez önünden geçtim de boş gözlerle masalara bakındım
anlatamam sana o günkü hayalimize ne kadar yakındım
orada öylece oturuyorduk bir merhaba desem
merhaba diyecek kadar canlıydık
yoldan geçen bir arabanın sesiyle irkildim
ve sonra anladım ki bir çölün ortasında seraptık
sana kırılıyorum ben öyle güzel kırılıyorum ki
sıcağı sıcağına bir acı tam şuramda
şuramı bilirsin epeydir yuva kurdun oraya bir kuş misali
acı diyordum acı deyince o şarkı geliyor aklıma
''yaşadım en karasını sevdaların''
yaşadım en acısını sevdaların gözlerin gibi bir şarkı bu da
hayaline dalıp dalıp gittiğim kimse bilmedi
boşluğa anlamsız dalışlarımı
bütün boşlukları seninle doldurdum ben
denize baksam sen
gökyüzüne baksam sen
bir kuşun kanadında uçuyorsun sen
bir bilsen nasıl özgür nasıl mutlu bir sen
sapanı kalbime kalbime tutuyorum
sırf sen özgür ol diye kendimi vuruyorum
12 den vuruyorum beni sana
seninse bana olan bütün bakışların karavana
hangi kapıyı açsam açılıyor yalnızlığa
kapı gibi bir yalnızlık
aşık olmuşsun benim gibi köpek yalnızlığına ben dururken karşında
bir duraktayım şimdi onlarca otobüs geçiyor önümden
el edip birisine binmiyorum
bineceğim otobüste sen yoksun gideceğim yerde de yoksun
mecburen anılara gidiyorum anıların sana selamı var
seni soruyorlar içli içli
gelsin de yaşayın diyorlar bizi
yarım bırakmak yakışmazmış bize
halbuki çok yakışmışız biz bize
anılar bile neredesin diye soruyorlar
sen en güzel anımdın
en güzel anım seninle yaşadıklarımdı
sen en güzeliydin anlarımın
sen yaşadığım en güzel an tutulmasıydın
son bir sigara içelim öyle git gideceksen
çalıyor şimdi dur sigarayı yavaş iç
sakın gitme şiir daha bitmedi
fakat uykum geldi
uykum bile geldi
sen gelmedin.

22 Mart 2011 Salı

I Shall Not Hate



Hürriyet gazetesinde yayınlanan bir haber. Haber deyip geçiyoruz, diyemedim bu sefer. 3 kızı gözlerinin önünde paramparça olan bir baba röportajı veren. Israrla Nefret Etmeyeceğim diyor, etmediğini belirtiyor. Nefretsizliğini kitap haline getirmiş, tüm dünyaya duyurma çabasında gerçekleri.

''İnsanların, dünyanın başka yerlerinde yaşananlar üzerine düşünmesini istiyorum.''

Bazen anlamsız nefret duyduğum olaylar, kişiler, anlamsızlıklar yüzünden nefretimden nefret ediyorum. Nefretimizi bile ne kadar boş şeylere harcıyoruz. Kitaptan alıntı yapılan kısım çok acı, dayanıklı değilseniz okumayın ya da okuyun bunun üzerine siz de düşünürsünüz belki.

''3 kum tanesi
savrulmuş çöl rüzgârında
geride gözü yaşlı bir adam
her şeye rağmen nefret kusmayan
İçine içine akıtmış nefretini
Sevgi bürümüş yaşlı gözlerini
Nefret etmek yerine
kendini adamış sevmeye
Ölüme bile güzel bakıyor
3 kum tanesi
binlerce kum tanesini
hayatta bıraktı diyor
Her şeyde vardır bir hayır
belki de savrulmak
onların kaderinde vardı
3 kum tanesi
gözüme kaçtı bu gece.''




''Filistinli doktor İzzeldin Ebuleyş (55), 12 Aralık 2008 günü, altı kızı ve iki oğlunu Gazze’nin biraz dışındaki sahile gezmeye götürdü. Eşi Nadya lösemiden öleli 3 ay olmuştu. Çocukların en büyüğü Bessan 21, en küçüğü Abdullah 6 yaşındaydı. Hem biraz nefes alsınlar istemişti hem de önemli bir haber verecekti.


Kanada’daki Toronto Üniversitesi’nden iş teklifi almıştı. O günü hepsi neşe içinde geçirdi. Piknik yaptılar, oynadılar, kuma isimlerini yazdılar. 27 Aralık 2008’de İsrail, Gazze’ye girdi. Sahildeki günden bir ay sonra, 16 Ocak 2009’da, Ebuleyş ailesinin evi vuruldu.
Kızları Aya, Mayar, Bessan ve yeğeni Nur öldü. Bessan, ikinci bombada hayatını kaybetti. İzzeldin Ebuleyş, Cebaliye mülteci kampında başlayan hikâyesini, doktor olma azmini, Gazze ile İsrail arasında; geçiş kapılarında beklemekle geçen gündelik hayatını, ailesinin başına gelen trajediyi kitaplaştırdı. I Shall Not Hate (Nefret Etmeyeceğim) isimli kitap geçen yıl Kanada’da yayınlandı. O, başından geçen her şeye rağmen barışın hâlâ mümkün olduğunu, hatta çok da yakın olduğunu düşünüyor. Kendisiyle, ailesinin kalanıyla taşındığı Toronto’da, telefonla görüştük.

İnsan, hayatınızı okurken bile isyan ediyor. Bu hayatın kahramanı olan siz, nasıl oldu da aşırı uçlara savrulmamayı, bir intihar bombacısına dönüşmemeyi becerdiniz?

- Ben inancıyla gurur duyan bir Müslüman’ım. Allah’tan gelen her şerde bir hayır vardır. Bir trajedi bile iyiye hizmet edebilir. Mesleğimin de çok faydası oldu tabii. Acil durumlarda hızlı karar vermeyi öğretti. Ayrıca mülteci kampında doğmuş bir Filistinli, her türlü felakete hazırdır.

Böyle bir felakette bile hayır vardır diyorsunuz. Üç evladı kaybetmenin nasıl iyi bir tarafı olabilir?

- Gazze’de olup bitenlere tüm dünya seyirci kalmıştı ve kimse savaşı durdurmuyordu. İsrail bölgeye askerler dışında kimseyi sokmuyordu, içeriden haber almak, yaşananları bilmek imkânsızdı. Filistinliler birer rakama dönüşmüştü. Her gün sayıyla ifade edilen ölüler... Ama benim evim isabet aldığında yaşananları tüm dünya duydu. Kızlarımın odası vurulmadan birkaç saniye önce ben de o odadaydım. Birkaç saniye daha odada kalsaydım, ben de ölecektim. Kimse olanları öğrenemeyecekti. Ben ve ailem de istatistikten ibaret olacaktık. Ayrıca, o gün bir İsrail televizyonu ile randevulaşmıştık, ev isabet aldığı sırada onlara röportaj veriyor olacaktım. Bu sayede tüm dünyaya canlı yayınlandı başımıza gelenler. İsrail Hamas’ı değil, sivilleri vuruyordu. Evi vurulan bu adam, Yahudi bebeklerin dünyaya gelmesine yardım eden bir doktordu. Ölenler de onun kızlarıydı. Ehud Olmert derhal ateşkes ilan etti, bu sayede pek çok hayat kurtuldu. Kızlarım sayesinde pek çok Filistinlinin hayatı kurtuldu. Boşa ölmediler.

İsrail o sırada, sadece Hamas’a ait veya Hamas’la bağlantılı hedefleri vurduğunu söylüyordu. Nasıl olup da evinizin isabet aldığına dair bir açıklama yapıldı mı?

- Hayır, hiçbir açıklama yapılmadı.

Peki özür dilendi mi?

- Hayır. Ama pek çok yalan söylendi. Önce evin çatısında keskin nişancı gördük dediler. Çatıda nişancı gördüyseniz neden onu değil de, kızlarımın odasını vurdunuz, dedim. Üstelik bir değil iki kere. Zaten emin olun çatıda kimse yoktu. Sonra odada militanlar olduğu açıklandı. Ardından yeğenimin bedeninden aldıkları şarapnel parçasının bir Hamasroketine ait olduğu söylendi. Ben evimi kimin vurduğunu biliyorum, o bir İsrail tankıydı. Yaralı çocuklarımı ve kardeşimi, çalıştığım İsrail hastanesine kaldırdık. Oraya her gün, İsrail askerlerini ziyarete üst rütbeli subaylar geliyordu. Hiçbiri yakınlarımın nasıl olduğunu sormadı. Geçen aralık ayında İsrail hükümeti aleyhine dava açtım.

Başınıza ne gelirse gelsin, hep karşı tarafı anlama çabanız var. Bu çabayı her koşulda sürdürmeyi nasıl başarıyorsunuz? İnsan hiç mi kendini kaybetmez?

- Acım büyük ve yaram derin. Kontrolü kaybetmek çok kolay. Ama kontrolümü kaybedersem, kendime ve amacıma zarar veririm. Benim bir amacım var. Kızlarımın ölümüyle ilgili olarak adaletin yerini bulmasını istiyorum. Unutulmalarına mani olacağım.

Kitap fikri nasıl ortaya çıktı?

- Aslında kızlarımın ölümünden birkaç yıl önce başladığım bir projeydi. Mülteci kampında doğmuş, doktor olmayı başarmış bir Filistinlinin hikâyesi olacaktı. Amacım diğerlerine de ilham ve umut vermekti. Kızlarım öldüğünde, kitabın büyük bölümü tamamlanmıştı.

Dünyanın dört bir yanında konuşmalar yapıyorsunuz. Daha ne kadar dünyayı dolaşmaya ve hikâyenizi anlatmaya devam edeceksiniz?

- Yaşadığım sürece. İnsanların, dünyanın başka yerlerinde yaşananlar üzerine düşünmesini istiyorum. İşgal edilmiş bir ülkenin varlığından haberdar olmalarını istiyorum. Ve tabii bir de gittiğim her yere umut taşımak. Biliyorum, değişim yakın.

Kitaba gelen tepkiler nasıl?

- Büyük bölümü olumlu ve umut verici. Her gün pek çok e-posta alıyorum. Satış rakamını bilmiyorum ama yayınlandığından beri Kanada, İngiltere ve ABD’de çok satanlar listesinde. Fransızcada yeni yayınlandı. Önümüzdeki ay Almanya baskısı yapılacak. Aralarında Türkçenin bulunduğu 15 dile çevrilecek. Önümüzdeki ay İsrail’de satılmaya başlanacak.

Biraz kitabın kapağında fotoğrafı olan günden bahsedebilir miyiz? Tüm çocuklarınızı olaydan birkaç hafta önce deniz kenarına götürdüğünüz günden...

- Annelerinin ölümünün verdiği acıyı biraz olsun unutsunlar, iyi zaman geçirsinler, iyileşsinler diye götürmüştüm çocukları sahile. Çok mutluydular. Hepsi kuşlar gibi uçuşuyordu sanki. Kuma adını yazan çocuklarımın hayattan silineceğini kim bilebilirdi ki. Biliyor musunuz, o gün sadece ölen kızlarım kuma isimlerini yazmıştı.

Hayattaki çocuklarınız nasıl şu anda?

- Allah’a şükür iyiler, yeni hayatlarına alıştılar. En büyük kızım Toronto Üniversitesi’nde inşaat mühendisliği okuyor. Saldırıda ağır yaralanan ve bir gözünü kaybeden kızım Şatha, bilgisayar mühendisliği okuyor. Dokuzuncu sınıftaki Muhammed de derslerinde gayet iyi. Diğer kızım Refah 5, oğlum Abdullah
3. sınıfta.

Toronto’daki iş teklifi 5 yıllık. Ondan sonra ne yapacaksınız, Gazze’ye geri mi döneceksiniz?

- Yarın ne olacağını kimbilir? Siz istediğiniz kadar planlar yapın, hayat hepsini değiştirebilir. Ülkeme dönmek isterim tabii ama tüm dünya benim evim aynı zamanda. Çocuklarım ne isterse, onlar nerede ve neyle mutlu olursa onu yapacağım.

Evinizi özlüyor musunuz?

- Elbette. Annemin, karımın mezarları orada. Tüm akrabalarımız orada. Evim, köklerim orada. Daha geçen ramazan gittik hep birlikte.
Bu yıl yine gideceğiz.

KİTAPTAN...

Eşya, giysi ve beden parçaları birbirine karışmıştı

“Şatha, Mayar, Aya ve Nur (yeğeni) ödevlerini yapmak ve kitap okumak için odalarına gitti. Büyük kızlarımın kaldığı oda büyüktü. Bir cephesi boydan boya camdı.(...) Refah mutfakta sandviç yapıyor, Bessan da ona yardım ediyordu. Muhammed ön kapıdaydı, soğuk ve rutubetli evi ısıtmak için kömür taşıyordu. Ben de evde kapalı kalmaktan çok sıkılmış olan Abdullah’la oyun oynuyordum. O anda korkunç bir patlama oldu. Sanki her yer yıkılmış gibi geldi. Gök gürültüsünü andıran ses bedenimin içinden geçti sanki. Kör edici bir ışık parlaması oldu. Ardından da kör edici bir karanlık geldi. Her yer toz dumandı. Boğuluyorum sandım. Abdullah hâlâ omuzlarımdaydı. Refah mutfaktan çığlık atarak geldi. Muhammed donup kalmıştı. Bessan’la aynı anda kızların odasına doğru koştuk. O anda gördüğüm şeyi kimsenin görmesini istemem. Odadaki mobilya, giysi ve eşya parçaları beden parçalarına karışmıştı. Ayakta kalan bir tek Şatha’ydı. Gözü yanağındaydı, bedenindeki yaralardan kan akıyordu. Bir parmağı neredeyse kopmuştu. Mayar’ın başsız bedeni yerdeydi. Beyninin parçaları tavana yapışmıştı. Hangisine ait olduğunu bilemediğim eller ve ayaklar yere saçılmıştı. Sanki biri telaşla düşürmüş gibi. Odanın her yeri kandı. Sevgili çocuklarıma ait, tanıdık kazak ve pantolonların içindeki kollar ve bacaklar tuhaf açılarla sağa sola yaslanmıştı. Yardım istemek için dışarı koşmak istedim ama yapamazdım; sokakta askerler vardı...”''

Link; http://www.hurriyet.com.tr/pazar/17320767.asp?gid=59

3 Mart 2011 Perşembe

Acının Şiiri



Acının rengine baktım boyamışlar, acının resmine baktım yapmışlar.
Acının şiirini aradım kimse yazmamış, demek ki kimse acımamış.
Kişinin acıdığını anladığı anlara kimse denk gelmemiş
Ben hep gazete sayfalarının köşelerinde denk geliyorum acılara
Eski bir resim ve adı unutulsun diye nokta koymuşlar sonuna
Tıpkı hayatına koydukları gibi, hayallerini gözlerinde noktaladıkları gibi
Töre ve namus cinayetleri diyorlar adına, kısa kesiyorlar üç beş satırla
Unutulacak nasıl olsa, hükmü verip öldüren ailesi bize ne oluyorsa!
Acının biraz da olsa siz de acının, görmezden gelmeyen artık acınanların acısının
Binlerce acı biliyorum, binlerce acı tanıyorum
Kimisinin adı hatice, kimisinin adı fatma
Uzak diyarlarda, son verilmiş hayatlarına
Asılmışlar bir bir arağacına, namus ve töre adı altında
Kurban edilmişler hayatlarının baharında baharlar
Aile meclislerinde kurulan mahkemede
Mahkum edilmişler ölüme tek celsede
Ailem diye melek bildikleri dönüşmüş azraile
Demişler ki bunları ya öldürmeli ya yakmalı
Çok büyük günah işlemişler canlarını almalı
Arağacına asmış en yakınları
İpi boğazına geçirmiş en arlıları
Sandalyeyi çekmiş ayağının altından en arlıları
Her gün bir çiçek soluyor uzak diyarlarda
Nerden bilecek ki bahar diye bildiği ismi
Sararıp solacak kısacık ömründe
Son bulacak ona canım diyenlerin ellerinde
Sonbahar olacak, bir bahar sararıp solacak
Bu acı bize ait, çağımızın acısı
Çoğumuzun acısı, halimiz içler acısı
Bir cinayete susarak ortak oluyoruz
Her susuşumuz, bir kadının ölmesi
Çok şey bir kadının ölmesi
Bir anne ölüyor, bir insan ölüyor
Göz göre göre, gözleri göre göre öldürülüyor
Kimbilir o anlarda ne düşünüyor
Gözleri ona benzeyen küçük kızını mı? getiriyor aklına
Yoksa gözü yaşlı annesini mi?
Yoksa uğruna ölümü göze aldığı sevdiğini mi?
Yoksa uğruna öldüğü namusu mu?
Ölmek ne garip şey! masum kadın
Ölüm bile nerede doğduğunla ilgili ipuçları veriyor sana
Doğduğun şehir eğer biraz doğudaysa
ve bir kadın doğuda doğduysa
Ya namusu yüzünden ya da namussuzluğuyla
Önce sevdiği sonra ailesi tarafından
Terk ediliyor ölüme arağıcında
Bugün yine içim acıdı benim
Bir hatice ölmüş hayatının baharında
Çalmışlar baharlarını
Kimbilir kaç bahar yaşayacaktı
Şimdi hepsi soldu açmadan, yaşanmadan
Üüşüyor mudur acaba şimdi
Yoksa mutlu mudur bu lanet dünyadan
Kurtulduğuna
Ne kadar yaşabilirdi ki bu namusluların
arasında, ne kadar dayanabilirdi
Bütün namuslular
Kadınların eceline susamışlar
.

2 Mart 2011 Çarşamba

Bloguma Dokunma, Aklıma Dokunma


Kapatılan aslında düşünen insanlar, konuşan insanlar. Bir şekilde iyi ya da kötü aklını ortaya döken insanlar. Konu ne olursa olsun, bir fikir ortaya atan insanlar. Erişim yasağı sitelere değil insanlara, düşünen ve paylaşan insanlara. Dünyanın bir ucunda bana kendini anlatan insana, Kendini paylaşan insana. Yemekmiş, modaymış, filmmiş, şiirmiş, kitaplarmış. Yasaklanan bunlar değil aslında, insanlar. Bizim istediğimizi yapacaksınız diye engellenen insanlar.

''Düşünce,
kaldırmıyor
bu insanlar
bu ülke.''

demişim bir zaman. Düşünce kaldırmıyor, bu ülke bu insanlar. Görmezden geliniyor düşünceler. Düşünmek halen suç bu ülkede. Yazmak, anlatmak, paylaşma, gülmek, eğlenmek, tartışmak bizim neyimize?

Biz kimiz ki?

En iyi ihtimalle blogspot okuyan ve kullanan: aklını, zevklerini, gülüşlerini, nefretini, beğendiklerini, sevdiklerini, sevmediklerini kısaca kendini paylaşan 500 bin kullanıcı/nın suçu ne?

1 Mart 2011 Salı

Büyüdüm Ben Anne


Büyüdüm ben anne; geçmiyor acılarım, boşuna öpme!
Büyüdüm ben anne; beraber dertlerimle, bana herkes her şeyi yapıyor anne.
Pembe bir yalanmış; 'ben varken sana kimse bir şey yapamaz' demelerin.
İçimi acıtıyor bu dünya, bu insanlar gerçek değilmiş anlattığın masallar.
Büyüdüm ben anne; geçmiyor acılarım, boşuna öpme!
Kısa pantolonlarımı özlüyorum, misketlerimi, paçamı zincire sıkıştırdığım bisikletimi.
Ben öpünce geçen yaralarımı özlüyorum anne. aklım uf olmuş, geçermi ki öpsen yine?
Kanmaya razıyım yine dudaklarının pembeliğine.
Hani dünya güzeldi, hani insanlar güzeldi, peki bunca beyazı kim kirletti?
o insanlar nasılda çirkinleşti. Ben çocukken bana canım diyenleri özlüyorum anne.
Canını acıtıyorlar canlarının. İnkar etme, yalan söyledin anne. geçmiyor artık yaralarım bir öpücükle
Bir güvercin ölüyor gökyüzünde, uçurtmam bulutlara takılıyor her seferinde
düşüyor gözlerimin önünde. İpim kırmızıya bulanmış, sanki bir kuş kanamış
uçurtmamı bile vuruyorlar. Can veriyor kuyruğunu çırpa çırpa.
Büyüdüm ben anne; geçmiyor acılarım, yalvarırım öpme!
geçmiyor işte. nerden bilirdim ben, büyürsem adam olmak yerine
acılarım da büyüyecek. Hiç büyür müydüm o zaman? küçülürdüm git gide küçülürdüm.
Ufacık dünyamda inanırdım yine anlattığın her masala.
İnsanlar kötü, dünya kötü, masallar anlattıkların hep masallar.
Bütün iyilikler masallara konu olmuşlar.
Büyüdüm ben anne; geçmiyor acılarım, boşuna öpme!
Bir çocuğun adı barışsa, iki çocuğun adı savaş
Yaşamak bir yarışsa, neden ölüyorlar yavaş yavaş?
Masallar neden yemyeşil bir ormanda geçiyor?
Neden ortasında bir nehir var? peki masallardaki bu çocuklar
Neden yüzemiyorlar? neden hepsi öğreniyor
Yüzmeyi acı içinde, neden acı var yüzlerinde?
Büyüdüm ben anne; geçmiyor acılarım, boşuna öpme!''

Kısaca

Fotoğrafım
Email: sivilpalyanco@gmail.com