30 Mayıs 2011 Pazartesi

Korku

Korku ile ilgili bir kaç tanıma baktım, en mantıklısı şu geldi:

Korku, ya'dır.

Her korkunun önüne bir ''ya'' ekliyoruz. Dile getiremesek bile içimizdeki ses kendi kendine konuşuyor ve seni her seferinde bastırıyor, susturyor ve sen kendi sesini duymak yerine her zaman olduğu gibi içindeki sese kulak veriyorsun ve evet yine aynı şey pişman olduğunla kalıyorsun. İnsanı en çok pişman eden şeylerden birisi galiba korkuları. Belki de hayatını istediği gibi yaşamasına bile engel hatta tek sebebi.

Ve bu korkuyu yaşarken en çok düşündüğü şey şu. ''Başkaları ne der acaba.'' Sürekli bu soru kafasında dönüp duruyor, bocalıyor. Tekrar tekrar bu soruyu kendine soruyor ve korkuları ağır geliyor, yine pes ediyor. Daha geçen gün karşılaştım bu manzarayla, başkalarının ne düşündüğünü merak ediyordu. Halbuki hayat onun, daha doğrusu hayat senin. Hayatına burnunu sokanları değil de o burunların sahiplerini tümden çıkarman en mantıklısı. İnsan geç bile olsa anlıyor bunu bir zaman sonra. Ama geç kalabiliyorsun işte. Başkalarının ne düşündüğüne kafa yorarken, başkalarının düşündüğü şey yanında olamayabiliyor.

''Korku bir kilittir, gerçeğe açılır.'' demiş bir başkası.

Belki de gerçeğin ta kendisi bu. Bir anahtar, çevirmekten korkuyoruz. Çünkü kapının arkasında neyle karşılacağımızı düşünmekten öyle yorulmuşuz ki, ön yargı denilen şey öylece duruyor içimizde. Ne atabiliyoruz ne de kapının arkasında ne var diye düşünmeden açmayı deneyebiliyoruz. Bekliyoruz ki kapı kendiliğinden açılsın. Görmek istediğimiz manzara kendi kendine gözümüzün önünde belirsin, biz de mesut olalım.

Kırılmaktan bile korkuyoruz. Oysa yıllardır kırıla kırıla, kendini kıra kıra, insanların seni kırmasına izin vere vere kırılacak bir parçanın kalmadığının dahi farkında değilsin. Hiç kırılmamış gibi davranıyorsun, yaşıyorsun. Bir kez olsun kendini kırmaya çalışmıyorsun. Yıllardır yaptığın şey insanların seni kırmasına izin vermek. Klişe geliyor, korkunun kırılmaya faydası yok. Biliyorsun içindekinin sesini yalnızca sen duyacaksın, bundan öylesine eminsin ki o ses şu ''çıt'' ve bir daha kıran olmayacak yanında, kalacaksın duyduğunla ve acısıyla.

Korku, bence de binlerce ''ya'' başka bir şey değil.

Ya ölürsem, (ölmeyeceğinin garantisi var)
Ya biterse, (başlayacağının garantisi var)
Ya giderse, (kalacağının garantisi var)
Ya sevmezse (seveceğinin garantisi var)


Bak mesela, ölmekten, ölümle yaşam arasında ince çizgi denilen yerden korkmuyorum. Yaşadım çünkü, hiç öyle korkulacak bir yanı yok ahah takmayın kafanıza. O an sadece, ''ölüyorum'' dedim başka da bir şey demedim. Bilincim de fazlasıyla yerindeydi. Demek ki ölüm korkusu, ölmekten korkmak dedikleri şey ya yalan ya da benimki bambaşka bir şeydi.

Binlerce 'ya' ile yaşıyorsun ve hiçbiri bitmeyecek ömrünün sonuna dek.  Buralara nereden geldim? korkumdan geldim nereden geleceğim hahah. Palyaçoluk bir yana şu satırlardan geldim. '''Yüreğimi dinleyecek yerde korkunun sesine kulak vermişim.''

Bu satırları yani yazının genelini yazan korkağın teki, bunu da açıkça söyleyeyim. ahaha sonunu düşünmeyen palyaço olamaz. Bahsettiğim korkular: köpek kovalaması, birisinin kafana silah dayaması değil, anladın sen korkakdaşım. Bak şu ne derin bir sözdür aslında. '3 günlük dünya'' gerçekten de bunu idrak ettiğin an bütün korkularını bir ihtimal mutluluğa dönüştürebilirsin.


Ben uzun zamandır korkunun sesini susturmaya çalışıyorum  ve göreceğiz, susturup susturamadığımı. :)

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Konuşmasını Unuttum

Yazıyoruz, dur durak bilmeden yazıyoruz. Kelimelerin ne ifade ettiğinin, nereye vardığının pek önemi olmadan ya da bilinçli olarak nereye varacağını bildiğimizden acıtıp yazıyoruz.. Yazarken rahatız, umursamıyoruz. Kimin okuduğunun ve ne anlam çıkaracağının önemi yok. Sadece yazmak ve yazarak anlatmaya çalışmak. Aynı anlamı veremeyeceklerini bile bile. Konuşmaktan daha mı etkili yazmak? Yoksa dinlenmediğini fark ettiğinden mi? hangisi sence ya da bunu düşündün mü? Mektuplar neden bu kadar değerli acaba. Ne yazarsa yazsın, asla unutulmayan mektuplar. Geçenlerde bir mektup almıştım mesela: üç satırlık bir cümle yazıyordu ve halen aklımda. Yüzüm değişir o üç satırı düşündüğümde , yok yok aşk itirafı falan değil. Çok güzel ve çok kısa satırlar işte. Yüz yüze söylense unutulup gidecekti.

Yazmak imza belki de. Kelimelerle, cümlelerle hayata attığımız bir imza silinmesini asla istemediğimiz. Seçenek çok, sen hangisini yakıştırıyorsun kendine. Rahatlamak mı dersin, boşalmak mı dersin. Aklını boşaltmak. Bir ihtimal bu seçenek çoğu insana uyuyor. Düşündükçe seni mahvedenleri, beyninde kurgulamaktansa yazıya döküp aklının raflarından çıkarıp gözler önüne sermek. Bakın bunlar benim demek. Ya da bakmalarının önemi bile yok. Sadece aklından silmek için dışa vurmak. Dışa mı vurmak bu da bir diğer ihtimal.

Bir diğeri yazmayı seviyoruz. Yazdığımızın ne olduğunun önemi yok belki de çok önemli. Bunun için yazıyoruz. Binlerce sebep bulabilirsin. Geçenlerde bir sebep daha buldum bir kitabın sayfaları arasında. Bu da onlardan birisi olabilir dedim.

'' İki sayfa yazı yerine, iki saat yaşamak daha iyi demeyin, yazı daha yoksul, ama daha açık.''

Yazı daha yoksul ama daha açık. Daha net, daha anlaşılır olduğu için mi acaba. Bizi bu kadar çok yazmaya iten neden bu mu? İfadeler, anlatılmak istenenler yüz yüze daha zor ve anlaşılmaz olduğu için mi?

Ben kendime soruyorum bu soruyu ve cevabı başlıkta buluyorum. Bu iki kelimenin bu kadar büyük bir anlama dönüşeceğini tahmin etmezdim ama öyle oldu. Dinlenmediğimden, anlaşılmadığımdan ya da anlatamadığımdan değil, bazı insanlar konuşmasını unutuyor.

Hayatlarına ördükleri ağlarla öyle bir sosyalleştiler ki insanlar, onlar yazmasını biz konuşmasını unutan bir nesile dönüşüyoruz, dönüştük.

Yoksuluz, yoksunuz. Konuşmaktan ve yazmaktan.

27 Mayıs 2011 Cuma

Çıplak

Kimin karşısında çıplak kalabiliyorsun ya da çırılçıplak kalabilirsin. Bahsettiğim teninin çıplaklığı değil, tininin çıplaklığı. Hiç aldırış etmeden kafanın içinden bir bir çıkarabildin mi düşünceleri. Serdin mi önlerine ya da önüne işte bunlar içimdekiler, aklımdakiler, kalbimdekiler diyebildin mi? Onun ne söyleyeceğinin ya da düşüneceğinin önemi olmadan, sınırsızca sınır koymadan anlatabildin mi? Ne geçmişi, ne de geçmemişi düşünmeden.

İnsan örtüyor, insan örtünüyor. İnsan saklanmaya, saklamaya ihtiyaç duyuyor. İyi bile olsa iyiliği  saklıyor. Kötü zaten kötü, saklamadan yapılıyor, yerine getiriliyor zamanı gelince. Kötü olanı tüm çıplaklığı ile her yerde görebiliyorsun, görmek istedikten sonra, zaten bir süre sonra gözünün önünden gitmiyor kötüler tüm çıplaklığı ile. Fakat, iyiler, güzeller sana hep uzaklar, hep saklı hep örtülü.

Neden kaçıyorsun, neden örtüyorsun bir bir üzerini senin. Kat üstüne kat. Kattıkça üstüne katıyorsun bir parçası dahi görünmesin diye, uzaklaşıyorsun, kaçıyorsun. Utanıyor musun acaba bu çıplaklıktan? yoksa, yoksa, yoksa ne? Ben cevabı biliyorum galiba. Benim bütün cevaplarım bu kapıya çıkıyor. Öyle bir kapı ki ne zaman zile bassam üzerime kapanıyor ve ben çalmaktan yoruluyorum. Son bir gayretle o kapıyı çalmaya çalışıyorum, yine aynısı oluyor.  Bu sefer kapının ardında kimse yok, kapının ardında sadece ben, çalmaya bile değil çalmaya çalıştığımla kalıyorum. Bir de üstüne o cevap ekleniyor. Ya kapı açılmazsa.

Ahaha annem biraz önce dedi ki; adresi yanlış almışsın sen.
Yok yok, adres doğru.

Ne yazıcaktım nereye kaydı konu bilmiyorum. İkbal'le diyar diyar izleyin, orada çıplak insan çok ahah.

26 Mayıs 2011 Perşembe

Haberler

En nefret ettiğim konuların başında bu geliyor. Gerçekten, öyle böyle değil nefret ediyorum.

Daha dün, bir kadın kocasıyla kavga ettikten sonra kendini bıçaklamış. Kötü bir olay, kötü bir durum. Fakat gazetelerin internet sitesinde bir fotoğraf var. Kadın sedyenin üzerinde yatıyor. Yarı baygın bir halde. Bıçak halen karnının üzerinde. Beni deli eden kısım ise; kadının gömleğinin düğmeleri açık, göğüsleri daha doğrusu sütyeni olduğu gibi ortada. Bunu haber diye, fotoğraf diye baş köşeye koymuşlar. Hangi küfürü etsem bilemiyorum, küfür edince bir şeyin değişmeyeceğini de biliyorum.

Geçenlerde bir başka haber, televizyonda da çıktı. Yine internet sitesinde fotoğraflar var. Kadın yabancı uyruklu otobanda arabadan atılmış, her yeri yara bere içinde yarı baygın bir halde yine. Üzerinde bir etek var
ve muhabir kılıklı olduğu gibi boydan boya bacaklarını çekmiş, bunu haberin fotoğrafı yapmış. Olaya bakıyorsun kadına şiddet var, fotoğraflara bakıyorsun boydan boya bacakları görünen bir kadın. Her olayda kadını seks objesi olarak fotoğraflıyorlar.



Ulan zaten Türk insanının bir kadında baktığı ilk yer göğüs ve bacaklar. Tamam bunu herkes biliyor da, daha fazla reyting uğruna bu rezalet neden. Yetmiyor mu sitedeki çıplak kadın fotoğrafları.

Bir diğeri ise geçenlerde gazetede de okumuştum. Yurtdışında özellikle Amerika'da terör ile ilgili haberlerde ne bir görüntü, ne bir fotoğraf tek bir an yoktur televizyon ve gazetelerde. Ancak kıyıda köşede gizli saklı kalmış ise uzun zaman sonra bir şekilde görebilirsin. Daha halen ikiz kulelere yapılan saldırıların yayınlanmayan görüntülerini yeni yeni çıktığını varsayarsak. Binlerce kişi öldüğü halde, ne bir cenaze töreni ne de ölenlerin kimlikleri.

Bugün yine bir olay oldu. Detaylara girmeme gerek yok, biliyorsunuzdur zaten. İnsanlar yaralanmış, bir kadın ağır biçimde yaralanmış, bir uzvunu kaybetmiş. Ve o dakikadan itibaren bunu flaş haber olarak internet sitelerinde, gazetelerde, televizyon kanallarında görüyoruz. İnsanların duygularıyla oynamak için, içlerindeki nefret duygusunu canlı tutmak için, herkesi birbirine katmak için. Ayrıca bir diğer sebebi bu eylemi yapanları mutlu etmek için. Çünkü bütün güçlerini bunlardan alıyorlar. Ne kadar zarar verirlerse, ne kadar acıtırlarsa o kadar çok mutluluk duyuyorlar.

Neden bunu insanlara duyurma ihtiyacı, neden gerçekten bunu da aklım almıyor. Ters etki yapacak bir strateji izleyemiyorlar. Bütün önlemleri alıp yayınlamamak yerine boy boy fotoğraflar, görüntüler günlerce ekranlarda dönüp duruyor. Habercilik etiği denilen şey ne gerçekten merak ediyorum. İnsalık etiği miz yok bizim. Bugünkü olayda ağır yaralanan kadının geçmişte çektirdiği fotoğrafları yayınlıyorlar, izin dahi alınmadan. Ailesini, yakınlarını düşünemiyorum bile. O haberi izledikçe içlerinden bir şeyler kopup gidecek. İnsanlar üzülecek çünkü, içini acıtacak. Vefat etseydi, cenazesinde lanetler okuyacaktı herkes ve yine unutulup gidecekti.

Nefret ediyorum bu haberler diye sunulan, gözümüze gözümüze sokulan rezaletlerden. Sanma ki üzülmüyorum, burada 'ben'  demek istemiyorum, kalsın. İnsan olan zaten üzülür. Asıl sorun; insan olan bu görüntüleri, fotoğrafları para uğruna insanlığını satmaz. Belki de olmadığından satıyor.

Nefret ediyorum.

Kafka'nın Aforizmaları

''İnsanın belli başlı iki günahı vardır, öbürleri bunlardan çıkar: sabırsızlık ve tembellik. Sabırsız oldukları için Cennet'ten kovuldular, tembelliklerinden geri dönemiyorlar. Ama belki de belli başlı sadece bir günahları var. Sabırsızlık. Sabırsızlıklarından ötürü kovulmuşlardı, sabırsızlıklarından geri dönemiyorlar.

Bastığın yerin iki ayağının kapladığından daha büyük olamayacağını anlamak ne büyük bir mutluluktur.

İnsanlarla iç içe olmak, insanı kendini gözlemlemeye götürür.

İki olanak: Kendini sonsuz küçültmek ya da sonsuz küçük olmak. Birincisi mükemmellik, yani eylemsizliktir; ikincisi başlangıç yani eylemdir.

Yaşamın daha başlangıcında iki ödev: Giderek çevreni daraltmak, ve kendini bu çevre dışında gizleyip gizlemediğini sürekli denetlemek.''


Çok güzel aforizmaları var, çok derin. Kitaplarını ödünç alırken, aldığım güzel insan şöyle bir şey dedi;
''Ben okudum anlamadım, bakalım sen anlayabilecek misin? Anlarsan bize de anlatırsın.''

Anlayamam ama anlamaya çalışırım dedim sadece.

İlk anlamaya çalıştığım ise ''Babaya Mektup'' isimli kitabında neden yazdığını, neden yazar olduğunu söylemiş
iki kelime ile özetlemiş bence;

''Konuşmasını unuttum.''

Milena'ya Mektuplar'ı ise ayrı bir derinlik. Çok deli, yani çok akıllıca çok değişik tespitleri var. Şaşırıyorsun okurken hatta birinci mektubunun başı şöyle. Okur okumaz çarptı.


''Size Prag'dan, sonra da Meran'dan yazmıştım. Karşılık vermediniz. Gönderdiğim o pusulacıklara karşılık beklemem gereksiz, biliyorum. Yazmadığınıza bakılırsa iyi olmalısınız; bizler çoğunlukla iyi olduğumuz zaman susarız, böyle ise sevinmem gerekir.''

Ne garip değil mi insan mutlu ve iyi olduğunda susar, fakat mutsuz ve kötü olduğunda birilerini arar, paylaşmak ister ama paylaşacak kimse yoktur yanında. Bunun da bilincindedir ve en kötüsü de budur.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Tümünü Göster

Tümünü görebildiğiniz kaç kişi var hayatınızda. Size kaç kişi tümünü gösterebildi. Doğrusuyla, yanlışıyla, hatalarıyla, iyi ve kötü taraflarıyla kimi tam anlamıyla görebildiniz. Gördüğünüz, gördüğünüzün ne kadarıydı.
Bedenen değil, ruhen kaç kişinin ruhunu görebildiniz. Onlarca kişi girip çıkmış hayatınıza, hangisinin tenine
değil de tinine dokunabildiniz. Bu yüzden mi kayıplar, kaybedişler ya da kazanamayışlar. Kaç insan kaybettiniz, tümünü göremediğiniz için. Ya da kaç kişi kaybetti sizi, tümünüzü göremediği için.

Saklanmadan, saklamadan, susmadan, sonunu düşünmeden 'ben buyum' diyebildiniz mi?  Bak bu resim benim diyebildiniz mi. Geçmişte atılan yanlış fırça darbeleri , üstüne eklenen koyu renkler ve yanlış çizgiler hepsi bana ait diyebildiğiniz oldu mu? Her şeye rağmen bu resme bakınca beğenecek misin diye sorabildiniz mi? Duvarına asmasını isteye bildiniz mi ya da asabileceğine inandınız mı? Ona kendinizi anlatabildiniz mi? Anlamayacağını bile bildiğiniz halde  ya da anlam vermesini beklemeden, anlam verme ihtimalini hesaba katıp anlatmayı denediniz mi?

Ne kötü değil mi? Ne siz, ne biz, yani hepimiz aslında hiçbirimiz kimsenin tümünü göremiyoruz.
Kimse oluyor birer birer en yakınındakiler ve sen onlar için kimse oluyorsun. Bir yabancı oluyor bir anda, hiç beklemediğin bir zaman, yavaş yavaş uzaklaşıyor hayatından. Tanımak garip şey. Sana kendini anlatırken aslında anlattığı kendi mi yoksa görünen suretini mi anlatıyor sana, her zamanki gibi hatta senin yaptığın gibi görüneni anlatıyor. Görünmeyeni hep kendine saklıyor.

Galiba kimse tümünün görünmesini istemiyor. Ne dersin?

Bu yüzden mi çok az insan kendi olabiliyor. Herkesin gıptayla baktığı, hayatına ve yaptıklarına imrendiği bir kişi olabiliyor.

Kaç kişi 'kendini anlatır mısın' sorusunu duyunca kendini anlatıyor. Yoksa senin duymak istediklerini mi anlatıyor. Anlattığı kendi mi yoksa gördüğün mü? Sana gördüğünü anlatıyor uzun uzun.

Galiba tek sebep bu, tümünü göremediklerine tümünü göstermiyorsun, anlatmıyorsun, paylaşmıyorsun. Zaten tümünü gördüğün insan sayısı bir ya da iki kişi şu kısa hayatta ve sen sadece bu bir iki kişiye uzun duruyorsun.  Olabildiğince sen, olabildiğince ari duruyorsun karşısında.

Tümünü göster. Belki de bu yüzden seni daha çok severler.

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Sevgiliyle

Sözlükte çoşmuşlar yine ahaha güldürüyor bir yandan adamlar aç azizim ben ne yapayım. Fakat aklıma bambaşka bir şeyi getirdi. Gözlüğüme çarpan iki başlık şuydu;

''Sevgiliyle çırılçıplak banyo yapmak.
Sevgiliyle uyumak.''

Sonrasında diğerleri aklıma geldi.

Sevgiliyle televizyon izlemek.
Sevgiliyle tavla oynamak.
Sevgiliyle sinemaya gitmek.
Sevgiliyle gezmek.
Sevgiliyle ps. oynamak.
Sevgiliyle tatile çıkmak.
Sevgiliyle yemek yemek.
Sevgiliyle boş boş oturmak.
Sevgiliyle içmek.
Sevgiliyle müzik dinlemek.
Sevgiliyle maç izlemek.
Sevgiliyle alışveriş mağazalarını gezmek.
Sevgiliyle basketbol oynamak.
Sevgiliyle konsere gitmek.
Sevgiliyle dans etmek.



Daha fazla uzatamadım bu listeyi. Bunun yanına binlerce aktivite ekleyebilirsin. Hepsi de birbirinden güzel. Zaten sevgiliyle yapıldığı için güzel, buna lafım yok. Geleyim yazının temasına.

Sevgiliyle insan her şeyi ama her şeyi yapıyor. Aklına gelen, gelmeyen ne varsa yapılıyor.
''Sevgiliyle Konuşmak''  diye bir düşünce, eylem kimsenin aklına gelmiyor ya da ben saçmalıyorum yine. Gerçekten ciddi ciddi oturup her konuda, her şekilde sevgilinizle konuşabildiniz mi? Aklınızdakileri paylaşabildiniz mi? Bence hayır. Eğlenmek, gezmek, yürümek, içmek her şeyi yapıyorsun işte.

Fakat konuşmaya gelince susuyorsun. Ne acı bir şey. Cidden, karşındaki kadın/erkek ile kafanın içindekileri paylaşamadıktan, anlatamadıktan sonra ne anlamı var ki? ya da bir anlamı var mı? Ya da korkmadan, çekinmeden boş gözlerle karşılaşmayı bile göze alıp anlatabildin mi? Bence hayır.

ay aman of saçmaladım işte haha. Haydi güzel tatiller :)

19 Mayıs 2011 Perşembe

İhbar Servisi

http://www.ihbarweb.org.tr

Geçenlerde Türkiye'de Ensest başlıklı bir yazı yazmıştım.

Google aramaları ile yazıma ulaşmış insan görünümlü şahinin birisi, kendi berbat blogunun adresini  yorum olarak bırakmış yazıya. Umarım bunu da okur.

Yasalara aykırı, illegal her türlü  siteyi bu adrese girerek ihbar edebilirsiniz. Siteye bakamadım bile. Erotik hikayeler adı altında yaklaşık 10--15 site yönlendirmesi bulunuyordu, umarım bir işe yarar ve kapanır.

tecavüz hikaye
Oglum
ensest hikayeler
Annem

siteden bazı başlıklar bunlar, okumadım. bakmadım, bakamadım ama şikayet ettim. Siz de böyle sitelere denk gelirseniz hiç çekinmeden şikayet edin.

Ah!

''etsem tutar, tutar mı? tutar sigarayı mazgala atıp tutturamayan benim ahlarım çok güzel tutar
anla işte ne kadar şansızım, sanaydı benim bu bitmeyen köpek yalnızlığım
''yalnızlığımı anla sana, bu adam yalnız sana'' dedim de iki dize sandılar
binlerce dize yalnızlıktı aslında bu adam sana, suretimi bile gölgem sandılar
ah! diyordum ahım boynuna asılı kalır bir kolye gibi, etmem
tutulursun sana tutulduğum gibi ahıma, alma ahlarımı sakın tutulma
biz tutulması yaşamıştık, dört günlük bir şeydi yani, gibiydi, en azından öyleydi, bana göreydi
aslında ben tutulmasıydı ben sana tutuldum tek bakışta, bakışlarımda, bakışımlarımda
canım acıyor yazarken bile seni satırlara bir ağrı giriyor ansızım sol tarafıma
en sevmediğim yanım: sol yanım kırıklarla dolu, hepsi dalgınlığıma ait
dalgınlığımdan, dalgınım ben sana ne garip değil mi? sana ne yazsam gülümsetiyor acı içinde
sana beni yazdım fakat hiç gülümsemedin bana halbuki sen hep gülümsendin dudaklarımda
gülüm sendin anlasana gülüm sendin diyorum kırılgan bir adamım ben kırılıyorum, kırıyorum sen hariç her şeyi
karmakarışığım üstümde hüzzam bulutları dolanıyor yalnızlık makamında bütün şarkılar için için ağlıyor
her şeyim karışmış iç içe geçmiş bir yapboz gibiyim bakacak ayna yok artık yüzüme yüzüne bakamıyorum diyorum,
pişmanlığımın izleri feri sönmüş gözlerimde seni sevdiğime pişman falan değilim merak etme
sana çok adam geç kaldığına pişman bu adam ne geldiyse başıma biliyorum benim yüzümden
sırf bu yüzden kırdım bütün aynaları yine sen yerine tuz buz oldu şimdi aynalardaki aksim
ah! diyordum yine dedim bir ah, bu sefer etmedim sen de merak etme ah dedim
ah! acısından sol yanımın bir kez olsun bir kez olsun bir kez olsundu zaten bir kez oldu
kezlerce keşke dedim o oluştan sonra soruyorum bazen kendime bu oluş bir yokoluş muydu?
aşk; nefes nefese kaldığımız çıkamadığımız bir yokuş muydu?
biz düşünebiliyor musun? halen biz diyorum son vapurduk birbirimize çok geç kaldığımız
şu martıları görüyor musun? simithorları bir şiirin içine uçuyorlar, çığlık çığlığa bir simite lâl kesiliyorlar
sana ne yapsam bana lâl kesilirsin? sana sussam kesilir misin? bana dal dal
lâl! dal diyorum bana dal, boşluktaki bakışlarını daldır bana öyle saatlerce bak dalasıya
bir çakmak var elimde şimdi, sanma ki sigara yakacağım
bir şiir yakıyorum sana alev alev kor kor yokluğun bana çok kor gözyaşı döktüm üstüne yine de sönmüyor
şiir yazmak ne garip şey, siz benim şiir diye ne saçmaladığımı nerden bileceksiniz
bak tesadüfe bak şiir aşkına; o da dertli sol yanından ''sol yanımı boş bıraktım'' diyor
biz, saçlarımızdan sonra birbirimizin başına gelen en güzel tesadüftük (gülümse diye)
geçen gün bir otobüs durağında seni gördüm desem inanır mısın bana? o zaman inan bana
seni gördüm ve yanından sessizce geçip gittim sadece rüzgarı öptüm yanaklarına konsun diye
saçların ne güzel olmuş böyle gözlerin gibi saçlarında, sanki gece
yetmiyor güzelliğini anlatmaya gelse de bir araya binlerce hece
yüzüne baktım üşümekli bir halin vardı üşüyor gibiydin soğuktan
bir an ellerimi uzatmak istedim tutuşalım diye sonra dedim ki içimdeki sese: ''başını çevir ve tanımamazlıktan gel''
bazı zamanlar gelindiğin gibi içimdeki ses ilk defa kulak verdi bana
kalbimi çınlatırcasına gözlerimin direği kırıldı gözyaşlarım diken diken oldu
fark ettin mi? hiç nokta koymadım bu ah! a virgüllerle dolu sen soru işaretlerinin arkasında ben virgüllerin
bekliyorum ellerimde pespembe güllerim geleceksen gel, gelecek tekim sayılı günlerim!
her şeyimi alırsın ahlarımı alamazsın vermem ah larımı sana tutulursun çünkü
ah! ladım, ah! larım bana lazım gelmediğin her an için sızısı için sol yanımın ansızım bir ah! daha etmeliyim
soran olursa bir şey yok omzum acıyor diye her zamanki en pembe yalanıma sığınmalıyım
bana sarılır mısın? desem ne anlarsın evet bile demeden sıkı sıkı sarılır mısın?
yoksa bir ömür saklanmak için içime sarılır mısın bana? sarıl bana sen yara ben ilaç, acılarına
sarıl benimle, saklan tenimde ah! bak yine sol yanım acıdı desem de inan/ma
ah! larım lâl kesiliyor sana ah! larım her acıda bakma sen bana lâllerim kesildikçe, kanıyorum ben sana
farkındayım çok uzadı bu ah!
sen bu ah! ı oku
ben sensiz, bir başıma
devam edeceğim ''canıma'' okumaya''

15 Mayıs 2011 Pazar

Ekşi Sözlük

Nehir, ırmak, akarsu ya da dere gibi bir şey. Denize ulaşıyor oradan da okyanusa.Boğuluyorsun, boğuyor seni.


Bir tarafta Laik olduğunu düşünenenler.
Bir tarafta Dindar olduğunu düşünenler.
Bir tarafta Sağcılar tam karşılarında Solcular.
Bir tarafta Önemli ay, gün ve yılcılar.
Bir tarafta Spor adı altında sadece futbol yazanlar.
Bir tarafta Naklen yayın yapan televizyon izleyecileri an itibariylecileri.
Bir tarafta  Seks ilahları.
Bir tarafta komikler. (kizil sakal bu kadını ayrı bir yere koyuyorum, komik değil, ciddiyim.)
Bir tarafta depresyondakiler.
Bir tarafta liseliler.
Bir tarafta onları hor gören üniversiteliler.
Bir tarafta bunları hor gören akedemisyenler.

Bir hıncı var hepsinin. Dikkatle okursan fazlasıyla görülüyor bu hınç. Hesabını kimseye soramadıkları bir nefretleri var. Neden taraf olduklarını, neye taraf olduklarını bile bilmiyorlar. İnan bilmiyorlar. Biraz önce bir kaç başlığa tıkladım.

Diyor ki; ölsün gebersin.
cevap geliyor hemen; sen öl geber, onlar da insan. (çünkü sen dediği insan değil, taraf)

Bilmiyorlar ki görünen renk aynı. Birbirlerinin koyusu ikisi de. Taraflar.
İkisi de aslında bir düşünceye, ideolojiye falan taraf değil, apaçık ölüme, öldürmeye taraf.
Ekşi sözlük dışarıdan nasıl görünüyor bilmiyorum. Bana soruyorsan tek kelimeyle Berbat. Ne arıyorum diye soruyorsan, hiçbir şey aramıyorum. Önceden bulduklarım bana yetiyor. Bulduklarım ne dersen, bir kaç tane güzel insan, güzel düşünce, farklı bakış açıları.

Bana özgürce saçmalama hakkı sunuyor ekşi sözlük, şiyirlerimde yaptığım gibi. Kimsenin umurunda değil, en çok bunu seviyorum yazarken. Şiire taraf değil ekşi sözlükte hiç kimse. İyi ki değiller. Hepsi bir şeylere karşı. Fakat neye karşı olduklarını bile bilmiyorlar. Bir söz var aklıma geliyor hep;
''Kim olduğun öyle bir haykırıyor ki, ne dediğini duyamıyorum.''

Kim olduklarını bile haykıramıyorlar. Birbirlerine hakaret etmekten, küfür etmekten, aşağılamaktan ne dedikleri anlaşılmıyor. Ölmesin diye her başlıkta yırtınan insan diyor ki; ölün, geberin köpekler. Nerede senin samimiyetin? Yok işte, olsaydı kimse ölmesin diyebilirdin. Bak şimdi bu entryi ekşi sözlüğe yazsam neler neler denir. Taraf değilim desen, hepsi senin karşı tarafta olduğunu düşünecek emin ol. Taraftarlıkları öyle bir ön yargı yerleştirmiş ki beyinlerine ne dersen de objektif olamazsın. Şimdi nefret söylemi diye bir şey çıktı. Eşcinsellere, kadınlara, çocuklara vs. nefret söylemi yazılmasın, çizilmesin diye bas bas bağıran adam, taraf olan kişiye gebeeeerrr diye bağırıyor, köpek diye bağırıyor, kusuyor resmen. E hani nefret söylemi? İşin kötüsü ne biliyor musun? Badi olayı çok kötü. Çünkü hiçbirisinin dostu yok orada. Pohpohluyorlar, ne güzel yazdın, ne güzel ayar verdin, süper küfür ettin, en güzelini söyledin diyerek gaz veriyorlar. Dostları olsa bir tanesi çıkıp derdi ki, hani kimse ölmesindi, hani herkes insandı. Tatlı söylüyor onların dostları. Yazık, gerçekten yazık.


İnsanlar gurur duyuyor ya taraflılığı ile. Sesi, duruşu, bakışları değişiyor, göğsü falan kabarıyor taraflılığını belirtirken. Büyük bir övünç ve gurur kaynağı onun için.  Sadece seyrediyorum, bu ismini koyamadığım şeyi.
Kaos, taraf olmanın kaosunu yaşıyorlar.  Her şey elden gidiyor inan gidiyor. İnternet elden gidiyor diye kafayı yiyecek duruma gelen bizler sokaklara dökülecek onbinler(elbette dökülsün), ''Türkiye, Dünya, Biz'' elden gidiyoruz. Farkında bile değiliz. Çünkü taraf gözlüğü takmışız. Kılı bırak, tüyümüzü bile kıpırdatmıyoruz.

He ben neye tarafım, 'o kadar yazdın söyle' diyorsundur.

Söyleyeyim; İnsanlığa tarafım, gülmeye, paylaşmaya, beraber yaşamaya, yaşatmaya.  Ne siyasetle, ne dinle, ne futbolla ne onla ne de bunla hiçbir şey ile taraf olamadım. Sadece izliyorum bu hengameyi uzaktan. Galiba taraf olmaktan nefret ediyorum.

Sözlüğe yazmıştım buraya da eklemeden geçemeyeceğim. Ü.Y.O. İnsanoğlu

ne tuhaftır şu insanlar
kimi zincirler içinde hür
kimi esir olmaktan bahtiyar
kimi de benim gibi bin bir şeyi düşünür

ne tuhaftır şu insanlar
kimini yel alır, su götürür
kiminin çilesi sürer mezara kadar
kimi de gününü gün etmeyi düşünür

insan insanın kadrini bilmezmiş meğer
anlaşılmadı gitti mısralarım
çünkü; insanlar benim halime güler
bense onlar için ağlarım

insan insanın kadrini bilmezmiş meğer
birimiz gülsek, ağlıyor onumuz
bizden kara değilmiş geceler
bari karanlık olmayaydı sonumuz

nice insanlar gördüm ki ben
dudaklarında en ateşli türküler
barış içinde yaşamayı bilmeden
bir savaş meydanında öldüler

nice insanlar gördüm ki ben
dudaklarında en bayağı şarkılar
ve gözlerinde ihtiras ışığı eksilmeden
birer ilah gibi yaşadılar

yarabbi, adaletin bu mu
kuş uçar, yılan sürünür
düşünmek istemem fâni olduğumu
verdiğin nimetlere şükür

yarabbi, adaletin bu mu
yaşayan yaşar, ölen toprağa gömülür
ve hayat sadece bir arzu mu
bizi korkutan ölüm müdür

vaktiyle bir kadın tanımıştım
güzel bir kadındı, sonra öldü
bense hayata karıştım
fakat onu unutamadım bir türlü

vaktiyle bir kadın tanımıştım
hayata küsmüştü
ben ölümle barıştım
mezarlarımız yan yana düştü

bir gece mezarlık girdi rüyama
gittim ecelle lades tutuştum
nihayet canımı verdim, ama
''lades'' demeyi unutmuşum

bir gece mezarlık girdi rüyama
taşları paramparça, selvileri asırlık
baktım ki; ölümün gözler âmâ
en vefalı dostum oldu sağırlık

bir şaire ''en sevdeiğin bir şeyi söyle'' dediler
o, düşündü düşündü ve söyle cevap verdi
-yalnız aşkı severim, şarisem eğer-
halbuki eskiden güzel kadınları da severdi

bir şaire ''en sevdeiğin bir şeyi söyle'' dediler
halbuki o bir tek şeyi sevmiyordu
o, söyledi soranlar dinlediler
anlamadım, acaba neyi sevmiyordu

söyleyin ey çizgiden hayaletler
artık ihtiyar olduğumuz gerçek mi
kaybolan o gamsız saatler
hiç geri gelmeyecek mi

söyleyin ey çizgiden hayaletler
in misiniz, cin misiniz
ya siz, ey eşsiz faziletler
fazilet olduğunuza emin misiniz

her şey unutulur zamanla
sonra tekrar tekrar yaşanır
çünkü yağmur vardır; damla damla
çünkü yağmur vardır; sağnak sağnak boşanır

her şey unutulur zamanla
dostlar, sevgililer, bütün hatıralar
farkı yok unutulanın, unutmayanla
acaba insanlar ne için ağlar

hani, benim saadetim nerede
söyleyin gözlerim, bu dert ağlamaya değer mi
göz nurunun geçmediği yerde
gözyaşı para eder mi

hani, benim saadetim nerede
toprak altında mı, bulutlar üstünde mi
tat yok, bu zindan gecelerde
yoksa, sevincimiz en son günde mi

karşıki mor dağlar olmasaydı
acaba yaşar mıydık
tanrım! iyi günlerimden bize ne kaldı
bu kadar günahkâr mıydık

karşıki mor dağlar olmasaydı
bize ölümü ne düşündürürdü
nice yollardan geçtik ki kısaydı
neden son yolculuğumuz çok uzun sürdü

bir masal dinlemiştim küçüklüğümde
kafdağı'ndan bahsediyordu
hem ayrılık derdinden, hem de
yârin dudağından bahsediyordu

bir masal dinlemiştim küçüklüğümde
içinde kavuşamamış âşıklar vardı
ve sanki bir kuşluk vakti önümde
yeni açılmış bir mezar vardı

beni kendimden ayırma ya rabbim
verdiğin her dert benim içindir
bu saatte içimden seslenen kim
bu ürpertici ses kimindir

beni kendimden ayırma ya rabbim
içimdeki şeytanı sustur
çünkü; başım, vücudum, kalbim
yalnız bana mahsustur

madem ki; kâinat sonsuz
madem ki; bir şeye inanmışız
ve madem ki; insanoğluyuz
hakkımız yok, fazlasını istemeye

bu mis kokulu hava
bu toprak yeter bize
tanrı, başka bir deha
insan, başka şaheser.

13 Mayıs 2011 Cuma

Çok'uz

çok bilgiliyiz, çok akıllıyız çünkü üniversite mezunuyuz.
çok kitap okuduk, en iyi aşk filmlerini ve romanlarını ezbere biliyoruzç
çok mutluyuz, çünkü dünya bizim için etrafımızdan ve hayatımızdaki insanlardan ibaret.
çok duygusalız, her dizi filmde gözyaşlarımız sel oluyor.
çok güzel tartışabiliyoruz, en güzel göstergesi orospu çocuğu demek.
çok sosyaliz, tüm sosyalliğimiz msn, facebook ve twitter.
çok  filozofuz, bütün özlü sözleri biliyoruz.
çok güzeliz, çok yakışıklıyız.
çok tüketiyoruz.
çok seviyoruz.
çok iyiyiz.
çok insanız.
çok anarşistiz.
çok artistiz.
çok biliriz.
çok gezeriz.
çok özgürüz.
çok eleştiririz.

Asıl gerçek ne acaba? Bütün çok'ların kendimizde toplandığını düşünüyoruz. Kocaman bir boşluğuz. Dün televizyonda bir lise talebesini tesadüfen izledim. 16-17 yaşında en fazla. Televizyon kendi çalıp kendi oynuyordu. Ekrana bakmıyordum bile. Konuşmaları duydukça kulak verdim ve izlemeye başladım. Genç bir kız, mutlu ve heyecanlı bir şekilde yaptıklarını, yapacaklarını anlatıyordu. Yüzlerce ufak çocuğun, yetim çocuğun, imkansızlıklar içinde okumaya çalışan çocukların hayatına dokunmuş. Onlara ellerini uzatmışlar. Hayallerini anlatmalarını istemişler.

Kimisi, bir kitap demiş. Kimisi, bir masa. Kimisi bir okuma lambası. Kimisi bilgisayar, kitaplık.
Elbise almışlar çocuklara. Fakat elbiseleri çocuklara seçtirmişler, kendileri beğenmiş. Alın bunlar sizin dememişler. Yaptıkları her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüşler. Bunları yaparken tek düşündüğümüz şey onların kırılmaması diyordu.

Aklıma tek hayali ''çilekli toka sahibi olmak'' isteyen bir kız çocuğu geldi. Yanlış hatırlamıyorsam Fulya :) Selamlar sana da bu arada, onlarca toka yollamıştın değil mi? Geçmişten güzel şeyler geldi aklıma bu genç kızı izlerken.

Niye yazdım şimdi sözlükte bir şeyler okumaya çalışıyorum da. Çokluktan okunmuyor.

Gençler çok çok çok çok çok.

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Kocamdır Döver de Sever de

http://www.hrw.org/sites/default/files/reports/turkey0511tuwebwcover.pdf

İçinde bir çok link mevcut, diyecek bir şey bulamıyorum ben.

İnsanlık ölüyor her yerde insanlar değil.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Tarih İnsanları

Belirli gün, hafta ve aylarda ortaya çıkıyorlar, garibime gidiyor. Bu tarihler genelde ölüm yıldönümleri oluyor. Yok yok bugüne ait konuşmuyorum genel olarak. Kahraman yaptığı insanın sadece ve sadece ölüm yıldönümünde, ona ait iki üç söz, bir kaç satır cümle karalayıp 1 yıl boyunca ortadan kayboluyorlar. Neyi savunduğunu, ne yaptığını, neden yaptığını, amacanın ne olduğunu bile bilmiyor gibi geliyor bana.

Bak şu hayatta ''bilmiyorum'' demek kadar insanı büyüten bir şey yok benim gözümde. Bu bilmiyorum 'cahilim' demek değil. Bilmiyorum işte, bilmiyorum yani ne konuşsam boş ve saçma olacak demek.



Öyle çok var ki bu insanlardan. Her yerde, her köşe başında. Sadece ve sadece bildikleri tek şey  tarih. Tarihi not etmekten, akıllarına kazımaktan başka hiçbir şey yapmamışlar.

Tarih yazan insanın ölüm tarihini kutluyorlar ya da anıyorlar. Tarihi nasıl değiştirdiğini, ne yaptığını, neden yaptığını asla görmüyorlar. Devam ettirmek için, üstüne bir kat çıkmak için adım bile atmıyorlar.

Sadece izliyorum, uzaktan bakıyorum, şaşıyorum. Bu denli övdükleri, sevdikleri, değer verdikleri İnsanların düşüncelerinden hangisini anlamışlar, yerine getirmişler ve devam ettirmişler.
 
Tarih insanı olamadım, olmayacağım da. Hayatım boyunca iki tarih yazacağım, birini yazdım, diğerini yazıyorum. .
Daha fazla uzatamayacağım. Özlü sözümle noktayı koyuyorum hahah.

''Bazı insanlar tarih yazar, bazıları da o tarihi yüzyıllar boyunca yazar.'' 

6 Mayıs 2011 Cuma

Bu Defa Ben Kazandım

Bugün Hürriyet gazetesini okurken çok hoş, çok güzel bir yazıya rastladım. Link vermek yerine yazıyı olduğu gibi alıntılıyorum.



''Adım, Ayşe Gedik. Keban’ın Zırki Köyü’nde dünyaya geldim. Fakir bir aylenin çocuğuydum. Babamın işi gücü yohti. Davarcılık yapiydi. Gecinip gidiydik. Okul vahti geldiğinde babam beni okula gondermedi.
Arkadaşlarim okula gidilerdi. Onlara bahidim. Hevesim gelidi. Ah babam ah. Keşke beni de okula göndereydin. O zaman köy oğretmeni geldi babama yalvardı. “Amca bu kıza yazık etme”, ama babam duvar oldu duymadı. Neyse seneler geçti. Okul vahtim de geçti. Babam beni benim gibi ohumamış birine verdi. Evlendim, çocuhlarim oldu. 2 kızımın okul vahti geldiğinde dedim bunları okula kaydedem. Bu defa herif bırahmadı. Benim herif benim babamdan daha beterdi. Hahın (başkalarının) çocukları hep okula gittiler, benim kızlarım onlara marum marum bahtılar. Kendi kendime diyin “Benim çocuklarımın hahın çocuhlarından ne eksiği var.” Gül gibi kızlarımı ohutamadım. Sıra üçüncü kızıma geldi dedim; “Sonu ölüm de olsa ben bu kızı ohutacam.” Herifim dedi “He he sen oburlerini ohuttun şimdi sıra bunda”, dedim “Sen görürsün.”
Evvel cahildik, bişey bilmidik. Hakkımız nedir ne değildir. Köydeydik. Kayıtlar başlamıştı. Beklim bi araba geleki Keban’a gidem. Kızlar dedi anne bi araba sesi geli. Bahtım bi motor. Hemen kızı hazırladım atladım motora Keban’a geldim. Benim adam yine bağırdı çağırdı. Dedi, “Al kızı çabuk köye git.” “Valla gitmem” dedim. “Sen bu kızı okula yazdın yazdın yohsa seni mahkemeye verecem.” Bu defa ben kazandım. Kızı okula kaydettim. Sonra diğer kızlarımı da okula kaydettim. Hayvancılıhlan şunlan bunlan ohuttum. Kızlarıma dedim. Yavrum tek siz ohuyun. Ben çobanlık yaparım. Gine sizi ohuturum. Ohuyunki benim gibi cahil kalmayasız.

EMEKLERİMİ BOŞA ÇIKARMADILAR

Şimdi bunları yazargen bile çektiklerim aklıma geli. Yüregim darali. Allahıma şükür, şimdi üç kızım ogretmen. Biri güvenlik görevlisi. Kızlarımla gurur duyim. Herifimle babam diyilerdi, “Kızlar ohumaz.” Valla kızlar ohurlar. Hem de ele bi ohurlar. Şimdi gızlarım bana maddi manevi yardım ediler. Herifimde gormediğim menfati gızlarımda görim. Şalvarım birken üç oldu. Her yanıma geldiklerinde bana yiyecek, giyecek her şey getiriler. Elleri kollari dolu geliler. Allah onlardan razi olsun. Nedem iki büyük kızımı ohutamadım. O içimde bir yara galdı. Onları da sonra ohuma-yazma kurslarına gönderdim. Orada ogrendiler. Keşke onları da ohutaydım. Onlar da digerleri gibi rahat yaşayalardı.
Ohuyamamanın zararını çoh yasadım. Bi yere gidemiydim. Bi fatura geli ohuyamidim. Telefon edemidim. İmzamı bile atamidim. Ohumayan adam yarım adam. Ohuma aşkı hep içimde vardı. Ama kızların dersine engel olmayam diye hiç sesimi çıkarmidim. Diyidim “Çocuhlar bana ohuma gösterirlerse kendi derslerinde geri kalırlar.”

ÜNİVERSİTEYE KADAR GİDİCEM

Bir gün yine koyunları otlatırken bahtım bir kız bana doğru gelir. Teyze dedi, “Keban Halk Eğitim’de okuma-yazma kursu var gelir misin?” Dedim, “Kızım ben her vahit gelemem.” Teyze dedi, “Seni kaydedem sen gelemedin vahit ben gelem.” Beni yazdı okula gittim ki ne hoş. Önce kalem bile tutamidim şimdi hem ohim hem yazim. Bize bedava kitap da verdiler. Kitabın hepsini okudum, bitirdim. İlk kadın milletvekili Satı kadını tanıdım. Atatürk’ün hayatını okudum, polisin, jandarmanın, ambulansın numarasını öğrendim. Valla şimdi lise mezunlarına sorsam kimlik numaralarını bilmezler ben bir günde ezberledim. Aşık Veysel’in ‘Kara Toprak’ şiirini okudum çok ağladım. ‘Parmak Kızı’ ohudum çok güzel bir hikayeydi. ‘Yaşasın Cumhuriyet’i okudum onu da beyendim. Biraz ağır ohim ama ohudukça daha güzel ohuyacam. Ohuyabildiğim kadar ohuyacam hatta üniversiteye kadar da gidecem. Önce ben kızlarımlan gurur duyidim şimdi kızlarım benlen gurur duyiler.

KÖYDE İŞ GÜÇ ÇOH

Yazın köye gidecem orada iş güç çoh, herif de öldü, evin erkeği de benim karısı da. Gine de her gün kitap ohuyacam. Ufah ufah hayatımı yazacam ileride onu kitap yapacam. Çok acıhlı bir kitap olacak. Bazı kadınlar mana buliler yoh benim işim var yoh hastayım okula gelemem, tembellik yapiler, kimsenin işi benimki kadar yoh. Ben sabahleyin kalhim koyunları otlatmaya götirim. Öğlen eve gelim namazımı kılim yemeyimi yiyim koşim okula. Saat dörtte eve gelim bi daha koyunları dağa götirim. Onların yanında kitabımı da ohim ama yazı yazamim koyunlar bazen kaçiler durmiler.
Allah’a şükür ben okuma hayalimi 65 yaşında gerçekleştirdim darısı diyer kadınların başına. Tüm kadınlar bu okullara gitsinler. Ohumanın yaşı yohtur. Yemenin içmenin yaşı var mı ki ohumanın olsun?
*Yazının özgün diline dokunulmamıştır.''

1 Mayıs 2011 Pazar

Sivil Palyaço Kim

Güldüm, kahkaha attım sonra da yarıldım. Allah iyiliğinizi versin emi. Bazen bu blogun arama istatistikleri beni eğlendiriyor. Bugün şöyle bir bakayım dedim. En güzeli buydu galiba yüzlerce aramanın içinde.

''sivil palyaço kim''

Sivil Palyaço benim. Kırık ve kırmızı burunlu bir adam işte. Hayatının ortasında bir ileri iki geri giden bir adam. İnternette bana ait kişisel olarak bir şey bulman çok zor meraklı insan. Önceden bulabilirdin, ekşi sözlük dahil. Bir çok kişisel ve gereksiz entryi sildim. Facebook, msn, twitter, vs. sosyal iletişim ağları kopardım bunlarla tüm bağları. Sadece gerekli olduğunda kullanıyorum.Çünkü sadece buradan iletişim halinde olduğum bir kaç kişi var.

Bak bu arama bana bir soru sordurttu kendi kendime ''ben kimim''
Kel, fodul, gözlüklü, 1,50 boylarında bir adam işte. Bitirdiğim okullar, yaptığım meslek, ailem, arkadaşlarım bunları öğrensen ne fark edecek ki. Sana hangisinin bir yararı olacak. Ya da beni görsen? Bu muymuş diyeceksin emin ol. Belki de tam tersini söyleyeceksin. Ne fark eder ki? Önemsiz benim için. ''Kendinden Bahsetsene Biraz'' diye bir şeyler yazmıştım geçenlerde.

''Kendinden bahsetsene biraz
hani o hiç kimseye anlatamadığın senden
herkesin neşeli bildiği hüzünlü seni anlat bana
kimselere anlatamadığın acılarını
yalnızken akıttığın gözyaşlarını
aynadaki aksine olan nefretini
kendinden bahsetsene biraz
bırak işini, bitirdiğin okulu
bırak en sevdiğin dizileri
bırak en sevdiğin hobilerini
bana gerçeklerini anlat
sevdiğini anlat bana
onu nasıl sevdiğini
gitmek istediğini anlat
hayallerini anlat bana
her gece yastığa başını koyduğunda
içtiğin zaman ilk aklına geleni
boşluğa daldığında gözlerinin önüne geleni
ve herkesin boşluğa baktığını zannettiği seni
anlat bana kimseye edemediğin itiraflarını
kendinden bahsetsene biraz
soru sormam
gülüp geçmem
alay etmem
seni olduğu gibi dinlerim
seni olduğun gibi dinlemek isterim
bana onların tanıdıkları seni değil
bir tek senin bildiğin kendini anlat
cesaretin var mı
varsa
kendinden bahsetsene biraz.

Kimsenin kendinin bile kim olduğunu bilmediği bir dünyada yaşıyoruz. Ailenin yanında farklı bir sen, arkadaşlarının yanında farklı bir sen, yalnız kaldığında farklı bir sen. İçimizde bir tane ''ben''den onlarca sen var. Hangisi biziz, hangisi kim bilmiyorum.  Ben kimim, kendi olmaya çalışan birisiyim, bu kadar işte.

Sivil Palyaço kendi olmaya çalışan birisi. Aziz Nesin galiba ya da bir başkası tam olarak hatırlamıyorum kim olduğunu kendisi için demiş ki ''hiçim'' ben bir hiçim. Bu hiçlik farklı bir anlamda. Sonunda hiç olup gideceğiz hepimiz. Hiç olmak için yarışılan bir yerde herkes birbirinin önüne geçme çabasında. Fakat o arada bir şeyler yapmalı. Görünür yerlerini değil, görünmeyen yerlerini güzelleştirmeye çalışmalı insan.

Bunu yapıyorum belki biraz. Bu son cümlem üzerine bir şeyler yazacağım.  Sivil Palyaço kim?

Kendi olmaya çalışan birisi.

Kısaca

Fotoğrafım
Email: sivilpalyanco@gmail.com