12 Kasım 2012 Pazartesi

Ağaç Dikin

Mekanı cennet olsun, güzel insanın birisi söylemiş bu cümleyi.

''Birileri, sürekli ne kadar mutsuz olduğumuzu anlatıyor bize.''

Daha doğrusu yazmış, öyle de güzel şeyler yazmış ki. Bir merhaba demek isterdim ama geç kaldım. Ondan geriye bu güzel cümleler kalmış. Canım sıkıldığı zamanlarda yazdıklarını açıp okurum.

Siz de fark ettiniz mi? Birileri sürekli ne kadar mutsuz olduğumuzu ve mutlu olamayacağımızı anlatıyor. Mutluluğun onların gösterdiği şeylerde (her şey) yerlerde ve şekillerde elde edileceğini inandırıyorlar, empoze ediyorlar, aşılıyorlar, beyin yıkıyorlar.

En başından başlıyor bu. Evet önce ailen tarafından.

Okulu bitirmen lazım. Bitiremezsen başarısız olursun ve başarısız olursan hiçbir şey olamazsın. Okulu bitirmek bir başarı göstergesi ve mutluluğa giden yolun ilk adımı. Geçen gün bir yazı okumuştum. 'Bu nesil tost ve testten başka hiçbir şey bilmiyor.'' Gerçekten durum bu kadar vahim. Bence anaokulu yerine Anne ve Baba okulu yani Anababa okulu olmalı. İnsanlara nasıl bir anne ve baba olmaları gerektiği öğretilmeli. Asla öğrenemeyecekler bir insana 'yapma' dediğin bir şeyi yapacağını ve 'yap' dediğin şeyi yapmayacağını. Asla öğrenemeyecekler asla. Temel fıkrası var bununla ilgili komik ama uzun.

Okul bittikten sonra iş hayatı. Asla istediğin gibi bir iş ve işveren ile karşılaşamayacaksın. Kendi işin olsa bile bu sefer müşterilerin, iş ilişkilerin berbat olacak. Ama yine de çalışman lazım. Para kazanman lazım. Çünkü bu şekilde mutlu olacaksın. Eğer bunları yapmazsan mutsuzsun.

Evlilik ve çocuklar geliyor. Köle gibi çalışacaksın. Ahahah en büyük ayrıntı. Sigortalı olacaksın. Şu sigorta olayından nefret ettiğim kadar hiçbir şeyden nefret etmedim. Herkes 30 yıl sonrasının hesabını yapıyor. O kadar eminler ki emekli olacaklarından. Geçen gün yine bahsi açıldı. Dedim ki; 'eğer 60 yıl yaşayıp, köle gibi çalışıp, yaşlandığında hayatını idame ettirecek kadar bir parayı kenara koyamadıysan o çalıştığın 30 yılın .... bilmem ne. Doğru söylüyorsun palyaço dediler.

Şu mutsuzluğa geri döneyim.

Ailen, arkadaşların, gazeteler, televizyonlar, radyolar, sokaktaki reklam bilboardları, tabelalar, afişler, her bir şey sana mutsuz olduğunu hissettirmeye çalışıyor. Hep onların gösterdiklerine sahip olman gerekliliğini sana empoze ediyorlar. Sürekli bir şeyler alman gerekli, sürekli sistemi çeviren çarklardan biri olmalısın.

Ev, araba, bilgisayar, televizyon, cep telefonu, yatak odası, yemek odası, elbise, ve binlercesi. Sürekli bunların daha yeni modelini, daha iyisini almalısın. Bunları almaz ve tüketmez isen mutsuzsun. Çünkü onlara sahip olan insanlar çok mutlu hatta dünyanın en mutlu insanı. Son model arabaya biniyorlar, villada yaşıyorlar, her gece eğleniyorlar, istedikleri zaman yurtdışına tatile gidiyorlar, kısaca hayatlarını yaşıyorlar ve mutlular.
Onların bu mutluluğunu (mutsuzluğunu) göstererek sana mutsuzluğunu bir ayna gibi yansıtıyorlar.
Bak en basit örneğini veriyorum. Bayramda tüm sosyete (cemiyet hayatı hahah) new york'a gitti. Ve hepsi bin pişman oldu gittiğine. Adamlar hava durumuna bile bakmıyorlar. O kadar ne yaptığını bilmez haldeler. Ve hepsi 2-3 gün esir kaldı oralarda kasırga yüzünden. Sadece paraları var. Ama tv ve gazetede sürekli onları havaalanında giderken gösterdiler. İnan kaç tane insan televizyonda 'acaba bir gün oralara gidebilecek miyim, öyle bir hayat yaşayabilecek miyim?' diye hayal kurmuştur ve bu yüzden mutsuz olmuştur. Ama işte devamını bilmiyorlar. Hepsi gittiği için mutsuz oldu ve lanet ederek geri döndüler.

Aslında onlarda mutsuz, herkes mutsuz. Değişen tek şey onların biraz daha zengin olması, başka hiçbir şey değil. Onların zenginliğini gösterip, onlara özenmeni ve deli gibi ya da köle gibi çalışıp mutlu olacağına inanmanı istiyorlar, sana sürekli sanal mutsuzluğunu hatırlatarak.

Sözü değiştiriyorum.

'Birileri sürekli ne kadar köle olmamız gerektiğini anlatıyor bize.'

Onların gösterdiklerini izlemeliyiz.
Onların 'al' dediklerini almalıyız
Onların yaşamamızı istediği hayatı yaşamalıyız.
Onların hayallerini gerçekleştirmeliyiz.

En kötüsü bu işte. İnsanlar kendi hayallerini gerçekleştirmek yerine hep başkalarının hayallerini gerçekleştirmek için hummalı bir çaba içinde. Adamın maaşı en fazla 1000-1500 tl bir rakam. Ve bu adam bu paraya 1 ay çalışıyor. Hem de nefret ederek, her sabah asık bir suratla o işyerine giderek. Fakat bu adam sırf millet alıyor diye, internete giriyor diye, facebook ve twitter denilen zımbırtıya girmek için iphone telefon alıyor. Cevabı hazır. ''ama taksitle ve kampanyası var, bedava konuşma ve mesajı, şu kadar gigabayt interneti var.'' Telefon kaç para 2700 tl. Yaklaşık olarak ömrünün 2 ayını bir telefon almak için çalışarak geçirecek, haberi bile yok bundan. Kim bilir o parayla hangi hayalini gerçekleştirir ya da üstüne biraz daha para koyarak daha güzel bir hayaline yaklaşır.

Çok uzattım ve yazıyı çorba ettim. Birileri bize mutsuz olduğumuzu anlatmıyor. Köle olmamız gerektiğini reklamlarla anlatmaya çalışıyor. Reklamlar aldatmacadan ve görüntüden ibaret. Aslında bir çoğuna ihtiyacımız yok. Onlar olmadan da mutlu olabiliriz ve inan onlara sahip olan insanların bir çoğu mutlu değil. Senin değer vermediğin bir çok şeye onlar hasret. Yerinde olmak isteyen binlerce insan var bu dünyada.

Ve mutsuzluk dünyanın her yerinde var merak etme. Bu cümleyi söyleyen insan Avrupa görmüş insan. Yaşamış, batmış ve tekrar çıkmış bir insan. Çiçek ve ağaç dikmenin mutlu ettiğini bilen bir insan.

O zaman ne yapıyoruz, ağaç dikiyoruz hahah.

Haydi güzel zamanlar.

Ve kendinize, sevdiklerinize güzel bakın.

1 Kasım 2012 Perşembe

Hayal

Sözlükte birileri ile ilgili yorumları okuyordum da kendi kendime güldüm.

Düşünsene yaşlanıyorsun ve sana soruyorlar. Gençliğinizde ne yaptınız? Mesleğiniz neydi. Neler yaptınız, kısaca anlatır mısınız?

- Blog yazarıydım, Twitter fenomeniydim, Sözlükte yazardım.

Ahaha ne acı değil mi? Sen bir ömür yaşa, yaşlan ve adının yanında bu sıfatsızlıklar yer alsın. Kapitalist sistemin içine gir ve öl demek istemiyorum. Sistemin dışında durmak bile sistemin içinde yer almak. Bir şeyin panzehiri, zehirin kendisi. Onu, onunla yok edebiliyorsun bazen. O yüzden insanlar anlam veremeseler bile hayallerine güzel bir şeyler hayal et. Çünkü sınır, sınırı yok. Senin ve hayallerinin. Ve şu hayatta en mutlu insanlar hayal kurup onları gerçekleştirenler. Hayalleri olan insanları severim çok severim. Gerçekleşmeyecek hayaller kursalar bile. Çünkü dünya o kadar güzel bir yer değil ve insan kendini, kendine göre bir şekilde mutlu etmeli. Bir çocuğun yüzünü gülümsetmenin bile hayalini kurmak ve bunu gerçekleştirmek ne kadar büyük bir mutluluk. Bir insanı tanımak istiyorsan ona; yaşını, doğduğu yeri, bitirdiği okulları, memleketini değil hayallerini sor. Yapmak istediklerini, aklındakileri. Sana ancak o zaman kendini  anlatır. Yoksa duydukların rakamlar ve isimlerden ibarettir.

Bir arkadaşım var. Öyle uçuk bir hayali var ki. Eğer gerçekleştirirse milyon dolar para edecek bir şey. Uğraşıyor bakalım yapabilecek mi. Bir başka projesi daha var. O biraz daha normal gibi. Yapılması basit bir şey ve de çok güzel. Düşünsene ona soruyorlar yıllar sonra, gençliğinizde ne yaptınız diye. İnsanlığa faydalı bir icat. Ne kadar güzel bir cevap olurdu bu.

Hayal kurmak güzeldir. Neden güzel biliyor musun?

İnsan başkalarının değil kendi hayallerini gerçekleştirmek için yaşamalı. Bu yüzden güzel.


Hiç Sevmediğin Şeyler İyi Gelebilir & Dene

Hayatı futbol olan insanlar var. Bu akşam daha net fark ettim. Bir kaç haftadır kafam dağılsın diye bu millet ne yapıyor bir bakayım diye maçlara gidiyorum. Gittiğim tribün, oturduğum koltuk aynı, yani anlayacağın kombine. Belirteyim bana ait değil, hayatta da almam zaten. Her neyse yanımızdaki koltukta genç bir çocuk oturuyor. Bu hafta uyanıklık yapıp yanına oturmadım hahah (uyanıklığa bak) başıma gelecekleri bildiğim için.

Abi, abla, kardeş, canımın içi, değerli ve güzel arkadaşım (vurgulu yazıyorum bunları) bir insan 90 dakika konuşabilir mi? Bir insan 90 dakika hiç susmadan yorum, analiz, teknik ve taktik konular hakkında konuşabilir mi? Kafa ütüleyebilir mi? Para vermişsin, o stada gelmişsin karşılığını al işte, otur maçını izle. Yok, her pozisyonda, her harekette bir yorum yapacak illa ki. O kadar konuşacak cümleyi nereden buluyorsun. Hepsini geç, maçı hangi ara izliyorsun sen.

İlk yarı bitti, bahsettiğim çocuğun yanındaki arkadaşım ''Palyaço yer değiştirelim'' diyor. Erol Taş gibi kahkaha atıyorum. Kafamı şey yaptı diyor. Değiştirir miyim? Elbette değiştirmem.

Kombine alma komşu al diye boşuna dememişler. Stres atacağın yerde stres sahibi oluyorsun.

Maçlara niye gidiyorum? Sözlükte bir başlıkta bir yazı okumuştum. Her hafta hiç ilgisi olmadığı halde, benim gibi sadece futbolun f'sinden haberdar olduğu halde amatör lig maçlarına giden bir arkadaşın yazısıydı. Gerçekten, maçını izlediği takıma, oyunculara, futbol kurallarına her bir şeye yabancıymış ve buna rağmen maçlara bir sene boyunca gitmiş. Onun gittiği sebepten gidiyorum. Hiç ilgilenmediğin daha önce senin dikkatini çekmemiş şeyler bile seni biraz olsun senden, saplanıp kaldığın içinden uzaklaştırabilir. Değişiklik iyidir. Hani keyfim yok diye kaçarsın ya her şeyden. Bazen kaçmamak iyidir, keyfin olmasa bile.

Ne kadar anlamadığımı alttaki satırlarda anlatacağım.

Maçın başlamasına yakın oyuncular ısınmak için sahaya çıkıyorlar. Bir futbolcu bizim olduğumuz tribüne doğru koşuyor.

Ben - Bu bize doğru koşan Umut Bulut mu?
Arkadaş - Allahım yarabbim (çıldırma efektleri) Eboue'ye Umut diyor ya.

Dalyaço ve ben yarılıyorum. Emmanuel Eboue siyahi bir futbolcu. Umut ise bildiğimiz Türk. Beyaz, esmer tenli bir adam. Adamları tanımayı bırak bu kadar net karıştırıyorum. Umut'a Burak desem neyse. Ben futboldan hiç anlamıyorum ama yine de gidiyorum hahah.

Ve hayatı futbol olan bu adamları sanki safariye çıkmış, bilmediği bir doğayı ilk defa gören insan gibi etrafı izliyorum. Ve maç oynanırken en çok aklımdan geçen şey gol falan değil ''Acaba deprem olsa bu çatı üstümüze yıkılsa kurtulabilir miyiz?'' böyle sorular ahah.



Kısaca

Fotoğrafım
Email: sivilpalyanco@gmail.com