25 Aralık 2013 Çarşamba

Bir kadın vardı düşümde.

Sarılıp ağladığım, sarılıp ağladığı. Öyle kısa bir an da değil, uzun uzun.

Uyandım sonra. Bu sefer kalkıp sigara yakmadım. Canımı yaktım onun yerine.

Sarılıp ağladık.

20 Aralık 2013 Cuma

Ma

Birçok anlamı varmış.

Benim için bir tane anlamı var. 'Tut, Al, Ye'

Sabahları ekmek almaya giderdim. Yeleğinin cebinden para çıkarırdı.

- ma, ekmek al da gel.

ya da markete bir şeyler almaya gideceğim zaman,

- ma, üstüne de kendine bir şeyler alırsın.

Sabah kahvaltı hazırlardı. Domates, salatalık, çökelek peyniri ve içinde ceviz. Ben her zamanki gibi sabah kahvaltısı yapmazdım. Öğlen eve geldiğim zaman yıkanmış domates, salatalık ve tabağın kenarında çökelekli ceviz beni beklerdi. En değerli yiyeceği cevizdi. Onları tek tek kırar, ayıklar ve sonra sahanda döverdi. Bir tane çaydanlığı vardı. Ufacık bir şey. Tek kişilikti her şeyi, çaydanlığı gibi. Kendime çay demlerdim. Bak aklıma ne geldi. Hani yıllar önce pantalonların kenarları kesilirdi ya. Salaklığa bak. Ben de kesmiştim. Pantalonum yıkandıktan sonra kenarlarını yırtık zannetmiş. O haliyle almış pantalonların paçalarını dikmiş. Bir tane dikiş makinası vardı şu an tarihi eser derecesinde. Kendi kendime gülmüştüm. Demek ki üzülmüş, yırtık pantalon giyiyor diye düşünmüş. Soramamıştım da niye diktin ya da bunlar moda diyememiştim. Modan batsın.

Hep aynı soruyu sorardım, hep aynı cevabı verirdi. Bir kere iyiyim, sen nasılsın? dememiştir ve ben o haline, cevabına alışmıştım.

- Napıyon, nasılsın  .......
+ Kimseye bişey ettiğim yok, oturuyorum.

Hep aynı köşede otururdu, gelene geçene bakardı. Gözlüklerinin üzerinden bakışı geldi şimdi aklıma. Eğer konuşmak istemiyorsa tek kelime etmezdi. Ama konuşursa da öyle keyifli anlatırdı ki dinlemeye doyamazdın. Dile kolay 100 yıl neredeyse. 100 yıla insan neler sığdırır ki. Neler neler. Bitti, geldi geçti gitti.

Bir keresinde o yalnızlığını anlatmıştı, aptallaşmıştım resmen.

- Bu kadar sene nasıl alıştın yalnız durmaya?
+ Şu erik ağacını görüyor musun? (Dallar erik dolu, sayamayacağın kadar)
Ben, onları sayıyorum işte.

Bi de küsmüştüm. Bir daha evine kalmaya gitmemiştim. Yıllar sonra, demek ki içinde kalmış;

- Palyaço bana küstü, o günden sonra bir daha kalmaya gelmedi.

demiş. Küsmedim be güzel. Çocukluktu benimkisi. Geldim, geldim de yoktun evinde.

- Geldin mi?
+ Geldim.

diyemedim. Her dönüşümde kapıdan içeri girdiğimde böyle sorardı. Bu sefer soramadı. Fazla palyaçoluk yapmayacağım. Uzatmayacağım.

Kendini, kendisiyle hatırlatan tek şey ölüm.

Ölüm de var. Aklıma gelip duruyor ansızın günlerdir etrafıma bakıyorum. Kendim dahil saçmalıkların arasında kaybolup gidiyoruz, günleri bitiriyoruz. Unutuyoruz, unutmamak için elimden geleni yapıyorum. 4 şey soracaklar sana toprağın altında. Başka hiçbir şey değil. İnşaallah herkese doğru düzgün cevap vermek nasip olur. Her şey boşa her şey.

Ondan geriye bana kalan tek şey bir sürü anı ve dualar oldu. Çok çok eski 1-2 sayfalık bir dua. İnşaallah oradaki her yazan şey başıma gelir.

Ölüm de var.


1 Aralık 2013 Pazar

- en sevdiğin torunun benim di mi?

avucunu açıyor, kocaman parmaklarını gösteriyor.

+ anam, beş parmak birbirinden ayrılır mı hiç?
- olsun, sen en çok beni seviyorsun.

gülümsüyor, tüm yaşlı hınzır gülümseyişi ile. hepinizi aynı seviyorum deyip susuyor.
Ama gülümsemesi evet.

1 yıl oldu gideli. Ölüm ne çabuk geçiyor. Acısı ise her aklına geldiğinde kendini tazeliyor.
Olsun diyorum, tek bir şeye inanıyorum. Son anlarında  gülümsüyormuş hep.
O gittiği yerde mutlu ve huzurlu diyorum. Öyle temiz, saf kalpli bir kadının gideceği yer belli diyorum.
 Bak saflığa bak kalbindeki.

televizyon izliyoruz, bir yandan da yemek yiyoruz. ekrana bakıyor durup durup. yemek yerken çekiniyor.
kaşığı falan zorla ağzına götürüyor. ve bomba geliyor.

- anam, bunlar bizi görüyorlar mı?
 + yok anane yok, ye yemeğini ne görmesi.

biz haliyle onun o güzelliğine gülüyoruz. çok şey var aklıma gelen ama yeter.
Özledim sadece. bana sarıldığı gülümsemeyen fotoğrafı ve diğer gülümsediği fotoğraflara bakıyorum.

Hümeyra'nın şarkısı var ya; bütün özlediklerim benden ayrı yaşıyor. Bütün sevdiklerim benden ayrı yaşıyor.

İnan çok özledim. Ve aklıma ne geldi? Ben hesap kitap yapmadan, öyle tüm palyançoluğuma sevmiştim.
Bir çocuk kadar masum.

Kimi sevsem çekip gidiyor. 
Ondan sonra soruyorlar.
Niye birisini sevmiyorsun diye.
Onu gitmesi için mi seveyim?



21 Kasım 2013 Perşembe

Başım ağrıdı neredeyse bütün akşam. Ne yapsam yine fayda etmedi.
En son yine inandığım tek şeye döndüm.
Şimdi başımın ağrısı geçer gibi, geçiyor hafif hafif geçiyor biliyor musun?

Gereksizliklerle boğuşmaktan kendi zamanımın katiliyim.
Zamanı öyle kolay öyle basit öldürüyorum ki.
Hiç kimse zamanı boş yere öldürdüğü için bir başkasına katil demiyor.

Dün kendi kendime 'ben de seni seviyorum ey sevgili' dedim.
Sonra duyar mı ki acaba dedim?
Sonra 'hazırlıklı ol' diye bir şey duydu gözlerim.
Zaten bu dünyaya ait kendimden başka bir şeyim yok ki dedim.
Hazırlıklıyım dedim, Gülümsedim.
Yarısını bitirdim.
Adımlarım çok ufak. Yetişir miyim bilmem.


Özledim gitmeden
Ya bi de gitsen?

Kalp ağrısına ne iyi gelir ki? 
Geçmişi düşününce biraz geçiyor sanki.
En azından gerçekmiş yüzümün gülüşleri.


29 Ekim 2013 Salı

Bir şey dememi bekliyorsundur belki. Merakına yenilip yine gelirsin belki.
Fakat şu iki cümleden başkasını söylemeye dilim varmıyor, olur da farkında olmadan acıyla incitirim diye.


Allah razı olsun.
Allah'a emanet ol.
 
Ben de bir dost istemiştim hep, o sendin.

21 Ekim 2013 Pazartesi

5 TL

Ne yazsam ki?

Yıl eskiler. Uzaklarda öğrenciyim epey uzaklarda. Bilirsiniz öğrencinin zengini olmaz. En zengini bile şu an özel üniversiteleri saymazsak normal bir profildedir. Yani ne ahım şahım ne de çok dip. Zaten dipte olanlar okuyamıyorlar ya da okuyup çalışıyorlar. Her neyse diyeceğim başka.

Üniversitedeyim. Rahmetli Japon (lakabı) amca vardı. Her öğlen çarşıya inerken bizim kapının önünden geçerdi. Selam verirdi, benimle şakalaşırdı. Çünkü hemen hemen her öğlen aynı yerde oturur, suyun akışını izlerdim. Gülmeyin yapardım bunu. Kağıttan kimsesizlikler bırakırdım suya. Bunu da geç. Yine bir gün oturuyorum aynı yerde. Japon amcam çarşıya iniyor. Genç derdi bana.

- Genç, sana İstanbul'dan selam var. (cep telefonları yok gibi bir şeydi hatta yok diyelim biz)
+ Aleyküm selam. Hayırdır?
- Amcan selam söyledi. Sana harçlık yollamış.

5 TL yollamış bana. O yolladığı para yani şu anki bildiğimiz 5 TL o zamanlar benim için çok büyük paraydı. Üzerinden yıllar geçti, unutmam. Unutamam da zaten. Bu parayı yollayan amcam bizim ailenin en zenginidir. Ciddi ciddi abartı boyutlarda bir zenginliği var. Gizli zengin derler ya öyle bir zenginlik. Allah daha çok versin. Bu zenginliğinden dolayı insanlar onu sevmez, hor görürler ama yaptığını (iyilik) kimse yapmazdı. Ne zaman lafı geçse 'konuşmayın arkasından, o benim amcam' derdim gülerek. Çünkü üniversite hayatım boyunca bana ailem dışında tek para gönderen insan o olmuştu. Karşılığı mı bilmiyorum ama birçok insana göre daha değerliydi benim için. Biraz önce fotoğraflara baktık annemle. ''Çocukken hep size para verirdi.'' 'anne amcam para verdi'' derdiniz, bayram ederdiniz dedi fotoğraflara bakarken annem. 

Akşam üstü odamdayım, telefon çaldı. Annem açtı telefonu. Konuştu konuştu o konuştukça içimizden bir şeyler gitti parça parça. Şimdi dualar etsem o 5 TL'nin karşılığını ödeyemem diyorum kendi kendime.

Yani diyeceğim o ki, ölüm var arkadaşlar. Ne olursanız olun, kim olursanız olun, neyiniz olursa olsun. Şimdi herkes bin pişman. Keşke öyle demeseydik, konuşmasaydık diyorlar. Hayat o kadar uzun değil. Sevdiklerinizin değerini bilin. Yeri geldikçe de söyleyin sevdiğinizi. Bazen yere gidiyor sevdiğiniz.

 

9 Ekim 2013 Çarşamba

Sevmek

Sevmek.

Bak o kadar yazdım saçmaladım şiyir diye, sayıkladım deli diye.

Başka bir şey bu. Bizim: adına, yapılana, yapana ithafen seviyorum dediğimiz şey başka.
Sevmek ise bambaşka bir şey. Yazdıklarımı at çöpe. Atma elbette ama hepsinden farklı bir şey.
Gerçekten sevmenin, gerçek sevmenin karşılığı yokmuş. Nasıl yok deme, var işte basbaya deme.
Aşkı arıyoruz, çok sevilmek istiyoruz. Adresi hep yanlış yerlerde arıyoruz. Adres elinde değil içinde.
Şu günlerde daha farklı bir boyut kazandı, başka bir tanıma büründü. Bana ait değil ama belki bu bak:

Tanımlanamayan bir büyüklüğü aynı hızla üretmek ama tüketememek.

Öyle bir büyüklük ki idrakın yetmiyor, tüketemiyorsun. O karşılıklı büyüyor.
Sen tek tarafını biliyorsun, diğer tarafı hep ummakla. Umuyorsun sadece.
Karşılıksız sevmek gibi ama değil. Karşılığını alacağını umuyorsun.

Soruyorum: karşılıklarını aldıkların ne oldu? karşılığını aldın da ne oldu?

Fena yerden geldi soru. Hiç, hiçbir şey. Sen aynı sen, hayatın aynı hayat.

Öyle sevilmiyor gençler ve insan sevince güzel. ahaha öyle güzel saçmayım ki

Umarak, ummadan sevin.


2 Ekim 2013 Çarşamba

Kaç Kişi

Selamlar.

Bak daldan dala konuyorum. Yazmazsam unutacağım çünkü.

Düşünsene seni kaç kişi seviyor? Ailen: anne-baba-kardeşlerin, akrabaların, komşun, arkadaşların, dostların, sevgilin, eşin. Hayatında yer alan, hayatında yer aldığın kaç kişi seviyor? ve dahası neden, nasıl seviyor. Anlatamayacağım bu soruyu ama anlatmaya çalışıyorum.

Hepsi çok seviyor değil mi? Deli gibi seviyor. Kılına zarar gelse dünyayı yerinden oynatacak kadar çok seviyorlar. Kan bağı, can bağı, yar bağı. Hepsi bir sebebe bağlı. İlla ki bir sebebi var. Her sevginin bir karşılığı var. Çünkü hepsi senden bir şeyler bekliyorlar, tıpkı senin onlardan beklediğin gibi. Peki o zaman bu sevgi mi?

İnsan sevgisine anında karşılık almak istiyor. Anında olmasa bile en kısa zamanda. Bir şeyler bekliyor, bir şeyler istiyor aynı şekilde. Belki daha fazlasını, daha iyisini umuyor yaptığı her neyse bunun karşılığında. İnsan sevmesi karşısında bekliyor, hep bir beklenti halinde.

Ailen: yıllarca seviyor seni, son nefesine kadar. Ama hep bir şeyler istiyor, bekliyor senden. Bak geliyor: ''besle kargayı oysun gözünü'' bu aslında beklentilerin gizli kapısı. Seni severken, sevmeye başlarken ilk oluşan şey beklenti. Onlara karşı yapacağın güzellikler, iyilikler.

Arkadaşların, komşun, akrabaların, hayatındaki herkes kısaca hep ama hep bir beklenti.

Söylesene bana, seni senden hiçbir şey beklemeden kaç kişi seviyor. Senden hiçbir şey beklemeden ve senin ona bir şeyler verip vermeyeceğini umursamadan, düşünmeden anlatılmaz bir sevgi ile seni seven kaç kişi var?

Ben galiba bu sabah kaç kişi olduğunu anladım. Cevabı aldım yani kendime verdim. Bu sevilmemek değil genel tabirle. Sizin kadar seviliyorum merak etmeyin. ahaha buradan 'beni sevin' anlamı da çıkmasın. Çok sevenim var benim aalskdjalkds. Yazının sonuna doğru cıvıtmak, palyançolaşmak bu oluyor galiba.

Değerini bilin. Sizi gerçekten ama gerçekten bahsettiğim daha doğrusu bahsetmek isteyip bahsemediğim şekilde seven insan sayısı çok çok çok az.

Beklentisiz seven insan? Var mı? Var elbette. Onu da siz kendiniz bulun. İpucu vereyim mi? ıh ıh kalsın. Beklentisiz sevmek  için insanın dünyayı unutması lazım. Ve dünyayı unutmak için kendini unutmak.

Kendini unutsana.

Az kişi.

25 Eylül 2013 Çarşamba

Elbette







Gece gece tesadüfen karşıma çıktı. Millete Songül Karlı çıkıyor bana da bu ahaha. Elbette mi ya?
Değil bence abi, abla, kardeş, arkadaş, dost/um. Elbette değil. Aynı insan, aynı kalıyor. Hep gördüğüm ve dilinden şu kelimeyi düşürmeyen, dünya ve kendisi umurunda olmayan çocuğun söylediği gibi. ''AYNI''

'Acıların seni acılaştırmasına izin verme'

Acılar dediğimiz şeyler acı değil mi acaba? Yoksa biz mi çok acındırıyoruz. Gerçek acı bu değil diyorum hep.
Ne için dediğimi boşver. En son tensel acı duyduğumda bildiğin ağlamıştım. Şu yaşıma kadar öyle bir acı duymamıştım tenimde. Gerçekten abartmıyorum. Kimse ağlama dememişti annemden başka. Farkındaydılar çünkü nasıl bir acı olduğunun. Annemin ağlama demesinin sebebi kendisi zaten ağlıyordu benim yerime :)
Ama hakikaten abartmıyorum çok güzel ağlamıştım ve öyle bir acıyı yaşamamıştım şu kısacık hayatım boyunca. Küllük yine sigara doldu bu arada. Sigaradan bu kadar nefret edip, içmeye halen devam etmem?
İçmek mi? resmen yiyorum. Küllükte izmaritin durmasına bile dayanamıyorum. O kadar nefret ve bir o kadar da içiyorum.

Görmeyeli yalnızlık almışsın sen. Hıhı evet, biraz.

Veriyor muyuz? Düşününce hep, hiç hak etmiyoruz diyorum. Halen vermeye devam ediyorum. Vermekten vazgeçemiyor insan. Anlatılmaz bir haz mı duyuyoruz bundan, acının yanında? Yoksa yine boşluktan mı?
Hep soru işareti. İnsan içine nasıl yatıyorsa bir türlü kalkmak bilmiyor.  Bir de şu var. Sevdiğiniz insanlardan bir 'merhaba'yı esirgemeyin. Elveda diyemeyecek kadar geç kalabilirsiniz çünkü.

Havalar soğudu, omzumda ince bir sızı. Yarayı gören yüzünü ekşitip kapat diyor. İnsanlar bir başkasının yarasını görmeye tahammül edemiyor. Bu izi kalan bir yara. Peki ya izi kalmayan yaralar. İşte bu yüzden acı.

İzsiz yaralar sahibinden başka hiç kimseyi acıtmaz.

Arkadaşım dünyama gidiyor. Nasıl da saçmalıyorum di mi? Yo yo bu cümlenin başı çok güzel bir anlatılmazlığı anlatıyor. Keşke. Ne zaman yazdığımı hatırlamıyorum ama şu dünyada kıskandığım tek arkadaşımdır. Yok fesatlık yok. Hani seni mutlu eder ya, kendi kendine sevinirsin ya onun için, öyle bir kıskanma benimkisi. Maddi bir şey de değil zaten. Çünkü insanların aklına kıskanmak deyince maddi olgular geliyor hep. Bak benim de geliyor ki açıklama gereği hissediyorum. Ama ben seni çok. ahaha takılıp kalırsın bazen plak gibi.

Mutsuz insanlar çok gülermiş.

Anlamadığım şey ben bu şarkıya nereden geldim biliyor musunuz?

Didier Drogba'nın gollerinden ahaha. Nasıl geldim onu düşünüyorum. İzlediğim şeye bakar mısın?

Dua dedim de aklıma geldi. Nerede dedin diye sorma. Yazarken bile içimden konuşuyorum. Rahmetli ananemin öyle güzel bir duası vardı ki, unuttum. Ak paşam derdi bana. :)  Ak paşan çok. Neyse bu berbat saçmalamanın sonuna geleyim bitmeyecek.


12 Eylül 2013 Perşembe

Karışığım

Selam septikler deyip yine yarılacam kendi kendime. Tamam tamam palyaçoluğun lüzumu yok. :)
Merhabalar olsun.

Aklıma geldi bir anda. Şebnem Ferah'ın 'Vazgeçtim Dünyadan' adlı bir şarkısı var. Şimdi o geldi aklıma, o da buraya getirdi beni. Galiba sihirli kelime buymuş. Galiba bütün her şeyin sebebi buymuş. Henüz tam vâkıf değilim olaya. Ama başlangıç noktası burası. Bu vazgeçme başka bir geçiş.
Vazgeçemediğimiz için bu, mutsuzluk diye tanımladığımız. Neden ben? diye sorguladığımız. Gerçi bunu sorgulamayı bırakalı çok olmuştu. Sadece yalnızlık-mutsuzluk bağlantısı. Herkes mutsuz.

Benim bu dünyaya ait kendimden başka hiçbir şeyim yok, olsun da istemiyorum zaten. Yaşadığım kadarıyla da öyle deli hayallerim olmadı maddi ve maddesel anlamda. İnsan kendini mutlu etmeye uğraşmayı bırakınca mutlu oluyormuş. Bu cümlede anahtar kelime 'kendini'. Gizli özne ise 'başkaları' değil. Kendinde olanı ama asla bunun farkına varamadığı. İşte onu mutlu ettiğinde mutlu oluyormuş. Onun mutluluğu zaten başka mutluluklara yansıyor. O ney? demeyin. Kendiniz bulun ahah kötü palyaço oldum, üzgünüm bulun.

Seni ne mutlu ediyor? diye sormuştu en son. Demiştim ki: o küçük kızın gülümsemesi.

Bana sevdiğim, istediğim güzelliği anlatan dil.
Duymak istediğimi söyleyen dil.
Görmek istediğimi görüp anlatan göz.

Beni çok şey mutlu ediyormuş ama ''ben'' hepsine uzak duruyormuş.

30 Ağustos 2013 Cuma

Yıldız

Selam septikler ahahaha. Şimdi siz neden güldüğümü ve bu selamımı anlamayacaksınız.

Bu yüzden ikinci bir selam vereyim. Merhabalar olsun.

Daha önce yazdım mı yoksa yazmadım mı hatırlamıyorum. Bir şey görüyorum ara ara. Hani çızgı filmlerde olur ya karakterler bir yere çarparlar ve başlarının üzerinde yıldızlar dönüp durur. Ben bunun gerçeğini fakat bir farklı versiyonunu görüyorum. O da şöyle: bazen boşluğa dalıyorum, gözlerim gidiyor. Ve o an etrafımda böyle nokta nokta yıldız (simler) parlıyor, yere dökülüyor. Bu yaklaşık 1 dakika kadar sürüyor. Acayip bir şey, korkutucu bir yanı yok. Ama görüyorum, resmen baktığım yerde daha doğrusu dalıp gittiğim yerde böyle sanki birisi yukarıdan sim döküyor ve o boşluk parıl parıl, pırıl pırıl parlıyor nokta nokta, benek benek, puan puan. Merak etmeyin henüz delirmedim ama böyle bişi görüyorum. İşte o anlarda kalıyorum öyle, seyre dalıyorum o boşluğu.

Gerçi hep boşlukta gözlerim. Boşluk doluluğum oldu. Bütün dolulukları boşluklarla dolduruyorum bir bir.

Gece telefon çaldığında insan ürker ve korkar ya çünkü  kötü bir haberin habercisidir genelde o ses. Dün gece telefon çaldı ve ekrana bakmadan önce ne ürktüm ne de korktum.

Geceyarısı telefon çaldığında aklına kötü bir şey değil de, telefonu açmadan ekranına bakmadan önce ilk olarak O'nun aradığı geliyorsa unutamamışsın demektir.

Hayat kısa, unutmak için bile.

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Minicik Bir Kız Çocuğu

Son zamanlarda düşündüğümde ve karşılaştığımızda yüzümü güldüren ender insanlardan birisi. Çünkü gerçekten gülümsetiyor. Bugün yine karşılaştık. Her şeyde bir hayır var diyorlar ya, doğru diyorlar. Benim için hayırlı kısmı gülümsemek oldu. O nasıl mutlu oldu bilemem ama bunu kelimelere dökemediğini biliyorum. Bugün yine karşılaştık. Yine konuşturmaya çalıştım. O kadar ürkek, o kadar masum ve mahcup bir ifadesi var ki, konuşmaya bile korkuyordu. Orta 2'ye geçmiş hem de teşekkürle. Beni hatırlıyor musun diye sordum. Yok dedi. Şoka girdim, nasıl unutursun diye sitem edecektim ki sebebini söyledi. 'O ben değildim, kardeşimdi' dedi. Yine gülümsedi. Aslında onlar iki kızkardeşmiş ve birbirlerine o kadar benziyorlar ki. Masumiyetleri, mahcuplukları anlatamam aynı. Başlarını bile yerden kaldırmıyorlar. Hani ağzı var dili yok dersin ya aynen öyle. Ama bu sefer konuşturdum. Bu sefer gülümsettim. Başını yerden kaldırıp yüzüme baktı. 'Kardeşin beni anlatmadı mı?' diye sordum. Anlatmış kardeşi. Sorarlarsa 'Bi abi beni çok sevdi' dersin demiştim kardeşine. O da öyle demiş soranlara. Söz vermedi ama tamam dedi, derslerine çok çalışacak, büyük kız olacak. Ve ben ne zaman onları görsem aklımda hep aynı soru.

Tartıcı çocuklar insanları mı tartıyor, yoksa insanlığı mı?

Bazen diyorum ki insanl/ar/ık gram etmiyor.

Bi de annem var. Komik kadın, güzel kadın. Zeynebim benim. Ben tıkabasa yemek yiyemeyenlerdenim. 46 çeşit yemek olsa ucundan kıyısından azıcık bir şeyler yer kalkarım doydum diye. Geçen gün yine yemek yemeye çalışıyorum. Tabağı bitiremedim haliyle. 1 çeşit yemek ve 2 kepçe falandır, evet yiyemiyorum. Bugün mesela sabahın köründe kalktım akşam 4 gibi bir şeyler yedim ve halen yemek yemedim. Neyse diyaloğumuza geçiyorum.

- Anne, az bişi kaldı sen yesene.
+ Yemeğe başlarken besmele çektin mi?
- ahahah çekmediysem ne olur?
+ Besmele çektiysen bal olur o yemek bana.
- Şimdi sen bunu yiyecek misin, yemeyecek misin? onu söyle.
+ Sen besmele çektin mi, çekmedin mi? onu söyle.

İkimizde gülüyoruz. Ne ben cevap veriyorum ne de o ama gülüyoruz.
Ben sana zehir yedirir miyim be Zeynebim.

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Sustum

2 yıl önce bir yerde 'Seni seviyorum' yazılmış.
Sevilen biraz önce okumuş,
Anlatamaz ne kadar dokunmuş.

Biraz önce bir şey daha dokunmuş. Bak istenilene bak.
Mehir olarak Nur'u ezberle demiş.
Gönülün aradığı bu.
Ama gönüller artık çok yüksek gönüllüler.
Gönül bulur mu o kadar alçağını?
İnşaallah.

Gidemedim aç kapa parantez.

Ne yapsan ne etsen dokunuyor kendine her şey. Susarak çok şey anlatasım var.
Sussam, anlattıklarımı anlar mısınız?

19 Temmuz 2013 Cuma

Can nası sıkkın anlatamam. Öyle böyle değil. Müslüm Gürses'in bir şarkısı var, ''Dünya yıkılsa bir taş yerinden kaldırmam artık' diye. Öyle bi bıkkınlık, böyle bi sıkkınlık. Sanki yaşanan her gün ateşliyken uyuduğunda görülen kabuslar gibi. Sürekli aklında bir soru 'Neden' diye yankılanıp duruyor. Gökyüzüne ne zaman baksan karalığına eşlik ediyor bağladığı mavilerle. Bir şeyler yaparken hiçbir şey yapmamak gibi bir şey. Eski patronlarımdan birisi böyle anlarda makası eline alıp kâğıt kesermiş. Bense kendimi, kendime alıp lime lime ediyorum kendimi. Farkındayım çok kendim dedim. Çünkü kendimdeyim. Kendimden bir adım atamıyorum. Kendimi ellerimle boğuyorum. Kendimin katiliyim. Herkes masum, ben suçluyum.

Kendim gözlerimin önünde can çekişiyor. Ne zaman 8 kat aşağıya baksam ürperiyorum. Düşerken değil, düştüğünde hissedeceğin acıyı düşünüyorum. Hep 'ya' diye bir ihtimali olan. Gözyaşlarım intihar ediyo, tutamıyorum artık. Gözlerime ne dersem diyeyim, dinlemiyorlar beni. Artık inanmıyorlar, 'Güzel günler göreceğiz' masalına.

Masallar toz siyah.

Yok işte olmuyor, inan olmuyor.

Yapamıyorum, koşmaya çalışıyorum duruyorum.
Nefes almaya çalışıyorum boğuluyorum.
Uyumaya çalışıyorum, ölüyorum.
Birkaç lokma bir şeyler yiyeyim diyorum, tabağın içinde geziniyorum.
İnanır mısın? su bile içmiyorum. Olur da yutkunurum diye.

Çünkü o kadar çok yutkundum ki hayallerimi ademelmasım boğazımı acıtıyor artık.
Şimdi anladım neden bu kadar büyük olduğunu adem elmasımın.
Elmas dediğime bakma beş kuruş etmiyor, alt tarafı bir elma.

Çok sevmek?

Dediğim zaman bilirsiniz hepiniz çok sevmenin ne demek olduğunu.
Bana da anlatınsana çok sevmek nası bişi?
Çok acımak, bak bunu iyi biliyorum. Bütün acılarım apak.
Hepsinin üzerini ince beyaz bir kefenle örttüm ve bana bakıyorlar.
Ölümün yüzünün soğuk oluşu bir şeyi değiştirmiyor.
Öpüyorsun ölümü.
Her gün ölümü öptünüz.
Ve öpüldünüz ölüm tarafından.

Can nası sıkkın anlatamam. Sadece uyumak istiyorum. Öyle bir yorgunum ki
bu yorgunluktan uyuyamıyorum. Gece uykuları ne ki?
Hayat uykularım çalındı benim. Hayata uykusuzum.
Ben hep hayallerde uyudum. Hayallere çok uyumluyum.
Hayallerimde olmasa tükenirdi umudum.

Susmak istiyorum, içim susmuyor. İçim sussa gözlerim söze giriyor.
Gözlerim ne dediğiniz hiç anlaşılmadı. Siz başka bir dilde konuştunuz
başka bir dilde sevdiniz.

Tarih 16 şubat. Ne acı bir tarihtir.
Kara bir leke gibi hayatım boyunca unutamayacağım.
hayatımın boyuncalığı ne kadar sürecek bilmiyorum ama unutamayacağımı biliyorum.

Bak aylar sonra yine buraya sığındım. 5-10 kişi varsınız ya bana yetiyorsunuz.
Hatta siz olmasanız bile yine yazardım. Yazmak bana beni unutturuyor.
Öylece duruyorum hayatta, bir süs eşyası gibi. Bir boşluğu doldurmak için buralardayım sanki.
Kendimin boşluğunu dolduruyorum. Bazen ne yapsam olmuyorum.

Aklım hep tarihlerde, aklım hep geçmişlerde.
Nasıl olmasın ki? Benim gibi insana bu yapılır!
Senin gibi insana da yapılır merak etme.

Hep o bir günün hayaliyle yaşıyor insan
ve o bir gün geldiğinde ardına bakmadan çekip gidiyor kendini.
Çekip gittim kendimi. Olmazdı yapamazdım.
Ben aynada bile kendimi hüzünlü görmeye dayanmıyorken
sana nasıl gösteririm ben diye bir hüznü?

Can çok sıkkın uyuyamadım, şimdi çok uykum var.
Günde 3 saat falan uyuyormuşum, bugün hesapladım. Akşam 6-9 arası.
Bu da uyuyabilirsem ve bir öğün yemek. Geri kalan bütün vaktitler sigara yiyip çay içiyorum.

Gözlerim kapanıyor
Gözlerimi kapatıyorum.

Saat yalnızlık öldü.

11 Temmuz 2013 Perşembe

Yok Yere


                          Birileri ölüyor, her an birileri son nefesini veriyor. Eğer tanıdığımız bir kişi değilse duymuyoruz bile. Ölümü gözümüze sokulmazsa, kulağımıza çalınmazsa haberimiz yok. Milyarlarca insan var ve her gün yüzlerce, binlerce insan bir şekilde ölüyor. Hiç yere, yok yere diyoruz bazı ölümlere.

Bazı ölümleri DEVleştiriyoruz. Büyütüyoruz gözümüzde, zihnimizde. Düşünüyorum bazen acaba katil kim?
Gerçekten katil kim? Gencecik çocuklar, insanlar ölüyor. Diğerleri bilgisayar başında, telefon başında, bir ekranın karşısında sürekli ağıt yakıyor. Özlü sözlerle ölümleri unutmayacağını söylüyor. Ağlıyor. Samimiyeti beni ilgilendirmiyor. Ölüm söz konusuysa herkes samimidir bana göre.

1-2 hafta sonra herkes her şeyi unutacak. Yine hayatına kaldığı yerde devam edecek. Ölenler öldüğüyle, ailesi bir ömür yasıyla kalacak. İşte ben hep bu kısmı düşünüyorum. Bir şeylerin değişmesi için birilerinin ölmesi gerekiyorsa, değişmesin diyorum ben. Aynen kaldığı yerden devam etsin. Ölmesin diyorum.
Eğer ölmesi gerekiyorsa da canları çok değerli olanlar feda etsin kendini. 19 yaşında çocuklar ölüyor. Biraz önce bunu düşündüm. Hayatımın neresindeydim ben 19 yaşımda. Yazık. En savunmasız, en cahil, en güzel yerindeymişim. Kendim dahil herkesin benden bir beklentisi varmış. Yapıp yapmamam mühim değil. Benden güzel şeyler bekliyorlarmış. Nihayetinde ecel bir başka yerden bakınca. Bunu ancak ölümden dönersen kabulleniyorsun ama böyle ölmemeli insanlar.

En çok nefret ettiğim bu işte. Böyle ölmelerine sebep olanlar. Ecelinin gelmesine böyle sebep olanlar.
Birilerini kurtarmak istiyorsan önce kendini kurtar. Aklınla, zekanla ve bunlarla elde ettiğin güç sayesinde.
İnsanların gazına gelmeyin. Sağlıklı düşünen insan az.

Üst katımızda bir deli oturur. Her anlamda deli işte. Ölümüne deli.
--- Bir gün kadıköy boğadan aşağıya doğru yürüyorum. 3 kişi bağırmaya başladık. İskelenin oraya vardığımızda 100 kişi falandık.

İnsanlar öyle bilinçsiz ki yeter ki biri öne çıksın diye bekliyor herkes. Ve birisi öne çıktığı an arkasına geçiyorlar. Lakin öndeki çok akıllı, tahmin edemeyeceğiniz kadar. Çünkü bir can taşıdığını biliyor. Ölmemesi gerektiğini. Uğrunda verilecek bir canı yok onun için. Ama uğrunda verdirebileceği canlar var.

Çok karışık yazdım ama anladınız.

Hayat ölecek kadar uzun değil. Kısa çok kısa ve bunu iyi değerlendirin.



7 Mayıs 2013 Salı

Kalbim

Selamlar.

Nasıl gidiyor hayat? ya da gidiyor mu? ya da olduğu yerde mi?

Benimki bilmediğiniz gibi. Uzun zamandır yazmıyormuşum. Bugün fark ettim. Nereden başlayacağımı bilmiyorum sadece karman çorman yazmak istiyorum.

Birincisi; bir insan size uzak duruyorsa onu yargılamayın. Kendinize göre nedenler üretmeyin. Sorunun veya sebebin ne olduğunu düşünmeyin. Çünkü düşündüğünüz sebeplerin hiç birisi onun sebebi olmayacak. Lütfen bunu iyiliğiniz için aklınızın en güzel köşesine not edin. Çünkü bu sizi, o kişiye yaklaştırmaktan çok uzaklaştırır. O da biliyordur, onu çok sevdiğinizi, yardım etmek istediğinizi yani sizi. Ama uzak durun. Sevginizle yaklaşmayın. Bırakın o iyi olduğunda ve sebepler geçtiğinde gelir bulur sizi.

İlk fetvamı verdim. Aslında çok yazasım var ama yorgunum. Bugün yanlış adreslerde yanlış arayışlarda bulundum hahah. :))

Neyse şimdi iki fotoğraf arasındaki güzelliklere bakın. :)
Alın size kalbim. Nasıl büyümüş nasıl güzellemiş.




Kısaca

Fotoğrafım
Email: sivilpalyanco@gmail.com