30 Haziran 2011 Perşembe

Kaç Kilosun

7 ..... (burada küfür var) 7.

Arkadaş bir adam ya da kadın: görüşmeyi düşündüğü, bir şekilde tanıştığı hatta ilerisi için evlenmeyi düşündüğü insana ilk konuşmada bunu sorar mı ya? Hani görmesen karşındaki insanı belli bir süre bütün konuşmalardan sonra konu oraya kadar ilerler ve sorarsın. Fakat iki kişi de birbirini görüyor ve ilk karşılaşmada sordukları, anlattıkları konu kiloları. Sanki pazardan karpuz seçiyor. He anam kesmece adana. Bak karpuz dedim, son dilimi yemiştim, canım karpuz çekti ahah.

Daha önce yazmıştım, insanlar kendinden bahsetmiyor. Bahsettikleri tek şey dış görünüşleri. Saçı, kaşı, gözü, boyu posu, kilosu. Hangi teknolojik aleti kullandıkları, nerelerde gezdikleri, ne giydikleri. Kendimden bahsediyorum diye dışlarından bahsediyor. İçini anlatan, merak edip sormayı akıl eden kimse yok.
Galiba insanların bitmek tükenmek bilmeyen yalnızlıklarının sebebi bu, bu olsa gerek. Şekline, şemaline aldırmadan, önemsemeden seni sevecek bir insanı bulamadıklarından. Herhangi bir uzuv. İnsanlar hep bunu kriter olarak seçip buna takılıyor. Aklı ve düşünceleri, kalbi dururken. Zaten bu yüzden insanların asla anlam veremedikleri şeylerin başında geliyor. Güzel kadın-çirkin adam ya da yakışıklı adam-çirkin kadın aşkı, evliliği. (işin içinde maddiyat olanları es geçiyorum.) Aşkı, evliliği çirkinlik ya da güzellik denen düz hesapla 7 milyar farklı görüşün olduğu olguya yüklemek, ne kadar saçma ne kadar basitçe.

Bir de yaş meselesi var. İnsanlar bu yaş olayını kabullenemiyor. Sanki onlar evleniyor arkadaş. İki insan bekarsa ve seviyoruz diyorsa millete girip çıkmayan ne anlamıyorum. Bu yaş farkı olarak adlandırılan evliliklerinin bir çoğunda işin içinde maddiyat olsa bile gerçek olanlara bu yüzden kimse inanamıyor.
Zıt kutuplar birbirini çeker klişesi kimse kabul etmese bile gerçeğin ta kendisi.

Bu yüzden pazardan karpuz seçer gibi insan seçmeye çalışanlar hep keleklere denk gelecekler, geliyorlar. İçine bakmayı akıl edemediklerinden. Çünkü gözlerini dışlarından alamıyorlar. Umduğum gibi çıkmadı diyorlar. Umduğun bir şey yoktu ki senin? var mıydı? Umsaydın bir şeyler uzun uzun konuşurdun, anlatırdın, anlardın, anlamasını beklerdin. Hepsini geçtim, gerçekten severdin ve sevilirdin.

Bir de aklımda üstüne uzun uzun yazmak istediğim ama buraya ilişsin ve kalsın istediğim bir konu var. İnsanların hazımsızlığı ile ilgili. Ne kadar insan olamayışları ile ilgili. Şu cümleleri söyleyen ne Türk ne de müslüman. Büyük ihtimalle başka bir dine mensup, inancı bambaşka. Türkiye'ye gelen yabancıların beğenilerini söyledikleri şeyler arasında sıralamada ilk üçe girer istatistiği çıkarılsa. Acayip hoşuma gitti. Saygı, saygı duymak dedikleri olay bu işte.

''Türkiye'de yaşadığım en güzel şey ezan vakitleriydi. Büyüleyici bir olay. Birkaç saatte bir tüm şehir dua ediyor. Kendimi korunmuş hissettim.''

27 Haziran 2011 Pazartesi

Su Gibi

Galiba televizyonda izleyip zevk aldığım, güldüğüm, düşündüğüm, hayret edip şaşırdığım tek program bu. Her bir karesinde farklı ve güzel belki de acı bir detay var. Neresinden baktığınla ilgili bir durum. Bana göre en acı detayı felaket yalnız insanlar. Bildiğin gibi değil. Hepsinin gülüşleri acı. Bir çoğunun derdi evlenmek falan değil. Mesele onları öldüren yalnızlıklarını öldürmek. Birisinin ona sahip çıkması, dinlemesi, gülmesi, konuşabilmesi. Paylaşmak, yaşamak, mutlu olmak, mutlu etmek. En önemlisi sevmek ve sevilmek. Katılanların hepsi aç. Fakat sevgi ve ilgi açı. Ha evet şu nefret ettiğim sarışın kadın gibi para peşinde koşanlar var, yok değil. Bildiğin magazin dergilerinde, burç yorumlarında, ünlülerin magazin haberleri ve ilişkilerine göre yaşayan bir kadın. O değil bir sürü talip geliyor bu kadına. Bu duruma çok şaşırıyorum mesela. Bir gün kesin katılacağım ahahah. İlginç bir deneyim olur. Biraz önce anneme dedim ki;

- Su gibi başladı fox'u açın.

nasıl gülüyor, 'bizden daha çok izliyorsun' diyor.

''Ev yok, araba yok, bankada para yok, emekli değilim. İş yok, güç yok. Beni taşıyabilecek bir kadın arıyorum'' tadında, tatsızlığında ya da ciddiyetinde bir konuşma yapsam kaç kişi talip olur diye merak etmekteyim.

Bu programda en çok Devrim'i seviyorum. Devrim kim ve niye seviyorum sormayın ahaha izleyin ve öğrenin. Yok yok ona aşık falan değilim. Bir de şu mesele var ki katılanların hepsi olduğu gibi. Elbiseleri ve makyajı onu bunu çıkardın mı hepsi olduğu gibi. Yalan söyleseler bile, olmadıkları biri gibi davransalar bile anında belli oluyor bu. Durmuyor kendilerinden bir başkası gibi davranmak üzerlerinde, bir boy büyük geliyor çoğuna.

Geçen gün bir kadın katıldı programa. Şu güzellik denilen nanenin kriterlerini baz aldığında bir çok insana göre güzel değil. Yani ne mini etek, ne dekolte, ne gözleri, ne de uzun boyu. Hiçbir fiziki özelliği yok. Fakat bütün herkes bu kadına hayran oldu biliyor musun? Ben zaten konuşmalarını dinler dinlemez hayran oldum hahah. Çünkü ağzından çıkan tek kelime 'seviyorum' oldu. Adamın işini, evini, emeklilik durumunu, parasını, yazlığını, aylık maaşını hiçbir şeyini sormadı. Yani maddi olarak beklenti içinde değildi. Herkesin hayran olmasının tek sebebi ise; ''seviyorum, aşığım' diye açık açık dile getirmesiydi.

Su gibi'yi izliyorum, en azından gerçek. Gözyaşları, yalnızlıkları, terk edilişleri, aldatılışları, çektikleri acılar gerçek. Dizilerde yaşananlardan daha gerçek, en gerçek. Cuma günü sezon finali varmış ahaha. İçime bir hüzün çöktü şimdi. İzleyin, kaybettiklerinizin yanında bu programı izlerken kaybedeceğiniz vakit hiç kalır bence.

25 Haziran 2011 Cumartesi

İyi Oldu

Beter ol beter velet seni.  Hiç bu kadar ohhh iyi oldu dememiştim, içimin yağları eridi. :)

İletişim Çağında İnsanın Yalnızlığı

Vardır, dersem yalanın en büyüğü olur.
Yoktur, dersem bir ihtimal doğru olur. Neden yoktur? kendin istedin, kendimiz istedik. Belki sonucunu bilerek belki de bilmeyerek.

ıcq denilen zımbırtı ile başladı, sonra cep telefonu ile devam etti. msn ile gelişti, facebook ile ilerledi ve twitter ile büyüdü. İletişimden anladığımız bilgisayar olup çıktı. Aslında iletişim değil, iletişimsizlik oldu. Ne kadar çok kullanırsan o kadar çok ulaşılmaz ve yalnız oldun, yalnız kaldın. Ne kadar çok ortalarda gözükürsen o kadar çok görünmez oldun. Seni göremez oldu herkes. Yazdıklarını beğenmekten, yorum yapmaktan, ileri geri konuşmaktan, yazdıklarından anlam çıkarmaya çalışmaktan, sen bir detaydan ibaret kaldın yani yalnız.

O kadar çoktu ki yazdığın, o kadar çok düşünüldü ki yazdıkların üzerine. bunun arkasındaki insan yani sen es geçildi. Nasılsın? sorusu gerçek anlamını kaybetti. nasıl olduğun önemli değil çünkü. önemli olan ne yazdığın, ne yaptığın, kimlerle olduğun. hangi filmi izlediğin, hangi dizide hangi özlü sözü duyup onu hatırladığın. Onun sana söylediği bir tane sözü, özlü yapamayışın önemli değil, onun sana bir tane özlü sözü söylemeyişi önemli oldu. O yüzden ya bu ah'ların bi tane sevgilim şöyle bir cümle söylemedi. Öyle bir cümle söyleyeni göremedin ki sen iletişime geçmekten. aptal kutusundan kafanı kaldıramadın. Online bir hayat yaşadın ofline olarak.

En son ne zaman, 'canım yanındayız her zaman' diyenler yanında oldu, hangisi seninle beraber ağladı. Bak unutuldun gördün mü? En büyük ya da en küçük acında kimse yok yanında. Tek sebebi iletişim halinde değilsin onlarla. Çünkü bu söz beni çok şeyden kurtarmıştır; ''iletişim uğruna var olan iletişimlerini sekteye uğrattın'' çoktan. Azar azar farkına varamadan, gerçek olanı sanalla değiştirdin. En mutlu anların facebook'taki fotoğraflardan ibaret, bir zaman sonra onları da sileceksin. Gezdiğin şehirler gibi gülüşlerin, güzel ama ihtişamı yalnızlığın. Hiç kimse gerçeği göremiyor. ''aa ne güzel şehir''  gerçek ortada işte tek başına ve yalnızsın. Şehir güzel olsa ne yazar. Arkadaş sayın yükseldikçe yalnızlığın arttı. Her gün profil fotoğraflarına bir yenisini ekledin. Ne kadar da mutlusun değil mi? kırmızı burnuma anlat. Filozofların özlü sözlerinden belli mutluyuz biz diyorsun, mutsuzluğun öyle katıksız ki, öyle yalnızsın ki, yalnızlığından sen suçlusun.

Bir çıkarmayı denesene şu iletişim çağında herkesin kullandığı şeyleri hayatından, bir uzaklaştır bakalım. kaç tane dostun varmış etrafında görmeyi dene. Kaç kişi seni gerçekten arayıp soracak, nasıl olduğunu merak edecek. Kaç tanesi seni aklına getirecek? kasadaki kız * olmaktan vazgeç artık iletişime geçmek uğruna görünür olmaktan vazgeç. Görünmez ol, işte o zaman görünür olacak sana gerçekler.

Arkadaşların, dostların ve yalnızlığın o zaman gerçek olacak.

Çok büyük, değil çok küçüldü, küçülttük bu yalnızlığı hak ettik.

24 Haziran 2011 Cuma

Sarılmak

''Şiir değil bu içimden geldi
ne fark eder nasıl olsa
şiirlerden aynı yerden geliyor değil mi
bazen sana sarılmak istiyorum
yok fesatlık yok bir gram
bildiğin sarılmak işte
ama bilmediğin kadar uzun
bilmediğin kadar masum
bilmediğin kadar içten
bilmediğin kadar içimden
ağlayan bir çocuğa sarılmak gibi
sussun diye değil
yalnız olmadığını bilsin diye
yaşlı bir insana sarılmak gibi
rikkat göstergesi değil
sevildiğini bilsin diye
bir hayvana hahah kedi olur köpek olur
hayvan dediğime aldırma sarılmak gibi
yalnızlığını gidermek için değil
değer verdiğini bilsin diye
soğuk kış günlerinde
bir bardak ince belliye sarılmak gibi
soğuktan kurtulmak için değil
sıcaklığımı hisset diye
gece üstüne örttüğün
battaniye sarılmak gibi
katlanılmaz yalnızlığına
beraber sarılarak birbirimize katlanalım diye
Sanki sen makara
ben kördüğüm olmuş ip
gel çöz beni
gel sar beni
sar sana beni
sarsana
sarıl sana
aslında sarıl bana.''

Yaşayıp da Yazmadım Yazdım da Yaşadım

Hani bazı kelimeler, cümleler, başlıklar vardır. Okuduğun an her şey değişir. Zaman durur, sen durursun, dünya durur. Tutulur kalırsın, ne kadar anlatırsan anlat, ne kadar farklı dile getirmeye çalışırsan çalış  başka bir şekilde ifade edemezsin, anlatamazsın. Herkes sorar sana, anlat der. İnanamaz, gerçek mi? doğru mu? yoksa uyanıkken gördüğün bir rüya mı? soru üstüne soru, suskunluk üstüne suskunluk. Susmayı cevap vermeyi reddetmek olarak algılarlar. Aslında en uzun cevabını veriyorsundur susarak ve  tek kelime cevap vermezsin konuşarak . Vermediğinden değil, veremediğinden. Bilmezler zaten bunun ne demek olduğunu, ne dememek olduğunu.

Anlatmaz, anlatılmaz sanılır. Ketum derler bir de üstüne. Belki de bir dua etti, en güzel beddua. Anlatamayasın. Anlatırsa büyü bozulur, sihir kaçar. Herkes bu muymuş der? Yo yo bu değil. İşte bu yüzden anlatmıyor. Anlatsana denilir ya, anlatmaya karar verdim iyi dinleyin. Belki de vereceğim en uzun cevap bu olacak. Bu olsa gerek yazarken yaşamak, yaşarken yazmak. Derler ki yaşarken yazamazsın, yazarken yaşayamazsın. Yaşamadıklarından olsa gerek, yazamadıklarından olsa gerek. Ben;

Yaşayıp da Yazmadım, Yazdım da Yaşadım.

23 Haziran 2011 Perşembe

Saçmalama

Gelmeyin üstüme sabah sabah 1,5 kilo fasulye kırdım. Kılıbık diyeni ıslak odunla kizil sakal kovalasın. En azından ondan yarım kilo az kırdım. Ben zaten şu hayatta bi tek fasulyeleri kırabildim. ahahah kaç kaç yine şiyire başladı. Hiç unutmam bir arkadaşım 'insan kocası' için aynen şunu demişti. Hatce okursan yandım; ''Benim kocam niye böyle romantik değil.'' O değil de en sevdiğim arkadaşlarım içinde ilk üçe oynar ama insanın tekidir. Böyle bir insanın defno gibi dünya güzeli bir varlığa sahip olması ilginç. Defno'nun hatrına katlanıyorum n'aparsın.

Gelelim konumuza yazmayacaktım ama yazayım, kenarda duruyordu vitrine alayım misafir geldiğinde çıkan yemek takımı gibi.

Evet konumuz  ekşi sözlük yazarlarının bir kısmı yaklaşık 50-100 kişinin ifadelerine başvurulması. Malum herkes bir şeylerin peşinde. Kimisi para, kimisi buddy, kimisi bilgi, kimisi dost, kimisi düşman. Yazarak istediğini kazanabilirsin. Öncedenmiş ne yazdığının öneminin olmaması. Öncedenmiş ''çok iyi bir kadın, kim istese veriyor'' diye yazabilmek bir ünlünün başlığının altına(Evet, halen duruyor mudur bilmem ama böyle entryler yazılıyormuş zamanında). Kimsenin umurunda değilmiş o zamanlar. Öncedenmiş 'yaran diyaloglar' (saatlerce okuduğumu bilirim) ne bileyim herhangi bir ülke hakkında bilgi almak, bir şeyler öğrenmek. Farklı bir tat yakalamak, merak edilen şey hakkında ilginç bir bilgi öğrenmek.

 Savcılık yazarların ifadesine başvurmuş, yazarların bilgilerini almış. Ekşi sözlük her zamanki gibi bu bilgileri paşa paşa vermiş. Ya ne yapacaktı? Ne yapmalıydı. Şunu yapmalıymış, yazarlara tek tek haber vermeliymiş, yazarlarının arkasında olmalıymış. Anlamadığım nokta şu. Sen yazdığın entrynin ne anlama geldiğini, geleceğini ucu ve yaptırımının kime dokunacağını bilmiyor muydun? Siz ne yazdığınızın farkında değil miydiniz? Ona buna, hakaret ederken sizin deyiminizle özgür düşüncenizi yazarken başınıza neler gelebileceğini tahmin etmiyor muydunuz? En önemlisi her yazdığın entrynin altında şu cümle at nalı gibi duruyor. Hiç mi okumadınız?
Yazılardan yazarları sorumludur.

Ne bileyim arkadaş, ben yazdığım şu abuk sabuk şiyirleri bile bir yakınıma okutturmuyorum, es kaza okuyan olursa ben yazmadım diyorum. Sen binlerce, milyonlarca insanın okuduğu okuyabileceği bir yerde alenen dalga geçiyorum, inanmıyorum, inanmadığım için istediğimi yazabilirim mantığıyla yazıyorsun ve sonra ağlıyorsun. ühü ühü ssg bizim bilgilerimiz savcılığa verdi, bizim yanımızda olmalıydı.

Arkadaş ekşi sözlük ticaret odasına kayıtlı, vergisini veren bir şirket. Bu ne demek, yani kâr gütmek amacıyla kurulmayan ama sonucunda napolyon gibi paraya yenik düşüp kâr amacı güden bir işyeri halinde geldi demek. Halen bunu anlamıyor insanlar. ssg'ye kanzuk'a bir dünya laflar hazırladılar. Greve gidenler oldu. Yazarlıklarını iptal edenler oldu (yazarlıklarını iptal edenler tek kelime bir şey demem) fakat ssg bir entry girdi ve herkes yine sus pus. Bak bu tarih önce, önümüzdeki pazartesi o entry en beğenilenlere girmezse ben de kırmızı burunlu palyaço'yum. Başka da bir şey bilmiyorum. ahah eğer ki girmezse en fazla mor burunlu palyaço olurum.

Ben buraya şimdi gerçek hayatta ya da kişi ve kurumlara söyleyemeyeceğim cümleleri yazarsam, ne olur? Derdim başa girer ya da başım derde girer, sonra yazdıklarım bir yerlere girer. Di mi bunun bilincinde olma, ondan sonra habire yaz. O değil en çok takıldığım nokta haha bak ateistlerden nefret ediyorum değil kesinlikle. Gelsin, istediği kadar konuşsun, istediğini söylesin, ateist olduğunu vs. bir dünya şey anlatsın. Kızmam, saygı duyar mıyım? Duymam, şarkı mı bu arkadaş. haha şaka bir yana umursamam yani. Demek istediğim benim uzaylı arkadaşlarım var değil. Herkesin kendi bileceği iş, kendi düşüncesi kendini bağlar. Kendi hür iradesi, aklı ve kalbi. İnan böyle düşünüyorum. Fakat bu Türk ateist arkadaşları anlamıyorum ben. Sadece müslümanlık, islamiyet ve Hz. Muhammed üçgeninde sürdürüyorlar ateistliklerini. Hristiyanlık, musevilik, budizm, hinduizm diğer dinler ile hiç ilgilenmiyorlar. Ne ayetleri bilirler, ne duaları bilirler, ne dalga geçecek ne de dalga geçerken hakaret edecek kadar bilgiye sahiptirler. En çok merak ettiğim budur.

Neyse ben aslında şu muhteşem şiirimle sizi başbaşa bırakıp fırına sıcacık ekmek almaya gideceğim. Daha kahvaltı edeceğim. Bugün hava güzel, İstanbul güzel. Günüme güzel başlattı bir güzel. ahahah.

Haydi güzel günler. :)

Söyleyemediklerimi sana biriktirdim
renk renk seni seviyorumlar
boy boy tebessümler
irili ufaklı kahkahalar
hepsinde bir sen var
sen birikiyorsun gün ve gün
her gün kalbime seni atıyorum
sana yüzümde gülüş diye
sakladığım bozuklukları biriktiriyorum
kocaman gülmek için sana
pek fazla sarılmıyorum sevdiklerime
sarılmayı bile özlemek için
sana özlemle sarılmak için
sarılmalar biriktiriyorum sana
kocaman sarılmak için
bahçeye tohumlar ekiyorum
rengarenk en sevdiğin renklerden
gül bahçesi güller biriktiriyorum sana
gül diye
anıları hep es geçiriyorum
sensiz bir tane bile anım olmamalı
sana şiirler biriktiriyorum
en sevdiğimiz şairden
daha önce hiç okumadığın
baskısı olmayan kitaplarından
okuduğun zaman şaşıp kalacağın
söyleyemediklerimi sana biriktiriyorum
onun içindir sana
ben seni özledim
çok az diyebiliyorum
halbuki seni çok özledim
gülüşlerini de özlemedim
tutuşamadığım elleriniyse hiç mi hiç
saçlarını unut gitsin
rüzgar tarıyordur ellerim yerine
kokusunu bile özlemedim
bütün özlemlerimi sana biriktirdim
söyleyemediklerimi sana biriktirdim
içimde her şey sen diye birikiyor
tek korkum
bir gün gözlerimden taşacak.

19 Haziran 2011 Pazar

17 Haziran 2011 Cuma

Ekmek





Hayat devam ediyor. Ne kadar kötü ve acı devam etmesi bu şekilde. Kaç gündür aklımda bu video genç kızın haykırışı, gözyaşları, çocukların ağlaması. Yaşananların siyasi tarafını, onu bunu geçtim.

İnsanlar yani bizler görmezden gelmeyi alışkanlık haline getirdik. En büyük alışkanlığımız; görmezden gelmek. Yine unutulup gidecek.

16 Haziran 2011 Perşembe

Tek Bedende Binlerce Ruhun Acısı

''Dünyanın en derin noktasından çıktım
hayatımı geri almak için
tırnaklarımdaki kanla
tek bedendeki
binlerce ruh acısıyla.''

Bir cafede oturuyorduk, elinde bir kalem ve kağıt. Önce beni çizdi kağıda, sonra yanına bu satırları yazdı. Gözlerime bak dedi, baktım gözlerine. Anlat dedi. Ağlarsın dedim, olsun anlat dedi. O gözler ağlasın istemem dedim. Bakışları çok acı o gözlerin, gülüşlerin gerçek ama anlık dedim. Anladığımı anladı ve sustu.

Tek bedende binlerce ruhun acısı. Anlamak bile zor, zaten anlamak diye bir şey yok. Anladım; anlattığının anlamsızlığının anlaşıldığının ya da anlamlılığının anlaşılmadığının ibaresinden başka bir şey değil.

Çok az insan var tek bedende binlerce ruhun acısını yaşayan. Dışarıdan bakınca mutluymuş, huzurluymuş, rahatı yerindeymiş gibi gözüken. Maddeye yüklenen mutlulukların hepsi onlarda mevcut ve bu yeterliymiş gibi görünüyor, onun dünyasının dışında olunca. Zaten sorunda bu ya, onun dünyasının dışında olduğun için bütün anladım'ların anlamadım'a dönüşüyor sen bilmeden, anladım derken aslında anlamadığını söylerken.

O yük omuzlarına ağır geliyor, gün geçtikçe yeni acılar ekleniyor ruhuna. O da biliyor taşıyamayacağını ama yine de yükleneceğini ve yükleniyor tüm güçsüzlüğüne rağmen, altında ezileceğini bile bile.

Ağır gelir, taşıyamaz bir gün boşluktan aşağı bırakır.

Kime ağır gelir bilemezsin.

13 Haziran 2011 Pazartesi

Körü Körüne İnanmak

Körü körüne inanmak. İnanma ihtiyacı mı, boşluk mu, aptallık mı, yoksa kendine bir kahraman edinme ihtiyacı mı ya da bununla gurur duymayı istemek mi? Hangisi bilmiyorum ama insanlar körü körüne inanıyor. Dile getirmek istediğim inanmak meselesi; dini açıdan değil. Bu konuda herkese aynı şeyi yemek düşer, insanın içi insanı ilgilendirir, kimseyi bağlamaz. Biraz önce aşağıdaki satırları okudum. Ne olduğunu bilmedikleri fikirler, neye hizmet ettiğini, edeceğini bilmedikleri fikirler, düşünceler için insanlar o uğurda ölümü bile göze alıyor ve ölüyor da, (ki bildiklerini iddia ederek, aynı yolda ilerledikleri ve bu uğurda asla ölmeyen, ölmeyecek olanlar tarafından ölüme sürüklenerek) arkasından sadece anasını ağlatarak. Delicesine bir hiçliği onlara göre çokluğu savunuyorlar. Öyle bir sahiplenmek ki her şeyi bir kenara bırakıp gözlerini kör edercesine etrafındaki her şeyi görmezden gelip sahiplenmek.

Sahiplenmek isteyen insan paylaşmayı istemez. Zaten paylaşmak istemediği için karınca vari bir hırsla sonuna kadar savaşır bu şey için. Kendini bitirip tüketene kadar.

İnanırken, insanlar bütün algılarını kapatıyorlar; gözlerini, kulaklarını, kalbini, vicdanını ve aklını her şeyi devre dışı bırakıyor. Sadece inandıkları şeyin sesini duyuyorlar. Ne dediği önemsiz duymuyor bile. Büyülenmiş gözlerle sadece izliyorlar. Dün sadece 200 tane insanın gözlerine ve surat ifadelerine baktım. 200 tanesine ancak bakabildim. Nefret uyandıran bir bakışı vardı hemen hemen hepsinin. Yoksa 550'sine de bakacaktım. Öyle mutlu bir ifade vardı ki yüzlerinde hepsi gülüyordu. Zafer kazanmış komutan edasıyla. Bir tanesinin yüzünde üzgün bir ifade yoktu. Çünkü tek istedikleri kazanmaktı ve kazandılarda, bu uğurda her şeylerini kaybetmeyi göze alarak kazandılar. Dikkat et kazanan onlar, kazandılar. Kaybedenler belli.

Bilmemek ve inanmamak en iyisi. En azından bir şeyin farkındasın, bilmediğinin ve bunun sonucunda da inanmadığının. Vicdan meselesi bu bana göre. Belki sana göre de sorumsuzluk olacak, mühim değil. Bazen şıklardan şık seçmemek en iyisi gibi gelir bana. Çünkü şıklardan birini seçsen bile kendi istediğin şıkkı değil, onların istediği şıklardan birini seçiyorsun. Yani senin istediğin gerçekleşmiyor sonuçta, onların istediği oluyor.

''Öyle köylüler biliyorum ki ayaklarının altını yakmışlar, bir tüfeğin tetiği altında parmaklarının ucunu ezmişler, başlarını cendereye sokup gözlerini kan içinde dışarı fırlatmışlar, yine de ağızlarından söz alamamışlar.

Bir tanesini gözümle gördüm: Ölmüş sanarak bir çukura atmışlardı; boynundaki ip hâlâ duruyordu; bu iple onu bütün gece bir atın kuyruğuna bağlayıp sürüklemişlerdi. Öldürmek için değil, salt eziyet etmek için, yüz yerine hançer saplamışlardı. Kendisiyle konuştum; bütün bunlara katlanmış, sonunda da kendini kaybetmiş; istedikleri sözü söylemektense, bin kez ölmeyi göze almış. Çektiği acılar yanında ölüm hiç kalırdı. Hem de bu adam o semtin en zengin çiftçilerinden biriydi.


Nice insanlar kendilerinin olmayan inanışlar için, başkalarından aldıkları, ne olduğunu bilmedikleri fikirler için ses çıkarmadan diri diri yanmışlardır.''

11 Haziran 2011 Cumartesi

Usumdasın

İnsan narsist olmaya görsün. Bazen eski yazdıklarımı okuyorum ve kendime ne güzel saçmalamışsın palyaço diyorum, aferin diyorum, gülüyorum falan. haha.

''oltalara balık atıyorum bazen. akbile otobüs basıyorum, ekmekten fırın alıyorum
sigaradan bakkal, jetonlara gemi atıyorum, simitlere martı, şekere çay
nescafeye bardak, taşlara cam atıyorum, kırıyorum sensiz gördüğüm benleri
dayanamıyorum bensiz senlere
iplere ağaç asıyorum dallar neşe içinde sallanıyor
fakat bir gülü asla boynundan koparamıyorum
kırmızıyı dalında seviyorum, siyahı sadece gözlerinde sevdiğim gibi
aklımın karasularında acılar geziyor dalga dalga an geliyor beni öldürecek kadar kıyılarımdalar
birden unutuyorum acıları gülüşün acılarıma baskın geliyor
gülüşün dev gibi bir şey, sen gülünce bütün mutluluğum devleşiyor
neden takıldın balıklara olta attığıma ya da sigaradan bakkal aldığıma
ters adamım ben demiştim çok kereler
acırken gülüyorum mesela hele acımın dumanı tüterken atıyorum kahkahaları
kimse farkına varamıyor dökülen yaşları
şimdi bilmezsin sen ne kadar neşeliyim? iç sesim cevaplıyor bu soruyu
''hiç kadar'' yalan çok neşeliyim, uyma sen iç sesime hatta duyma
ben duydum pişman oldum. aramızda kalsın neşe göbek adım benim
ne kadar erkek olursam olayım kadın yüzümsün sen benim
belki de ruh eşi dedikleri bu olsa gerek biliyorum ben de senin erkek yüzünüm
ne diyordum ters adamım ben
sayfa 88-89 desem hiçbir şey anlamayacaksın, bir şiir ucu vereyim belki anlarsın
attilla ilhan'ın bir kitabı adını sorma merak edersen bakarsın, ben olsam bakardım.
öyle çok merak ediyorum ki dunakların acıyor mu? boşluğa dalıp aklına ben düşünce
biri seni heyy diye kendine getiriyor mu tam vurgunu yiyecekken durup dururken bana dalıyor musun
ben mi? beni hiç sorma o günden beri dalgınım ben sana. tebessümlerin hiç acıyor mu
benim aklıma düşünce sen bütün tebessümlerim acı
buruk, buruğum sana karşı hiç belli etmesem de biraz kırgın, biraz suskun, biraz az biraz öfkeli
ama inan sesimi yükseltmem en fazla seni seviyorum derken bağırırım ben.
pardon beklettim kusura bakma
bak istersen bir okuyucuyu bekletmek ayıp şey
15 dakika olmuş
resimlere dalmışım
ne güzel gülüyorum bir bilsen
ölümden dönünce insan, gülüşleri daha bir içten oluyormuş onu fark ettim
burnum dikkat çekiyor fotoğraflarda çok burunlu çıkıyorum bilmem neden
en sevdiğim yerim burnum galiba
kocaman ve halen kırık sol yanım gibi.
ben ölümden bile döndüm
ben aslında sensizlikten döndüm
ben sana pır pır döndüm
ben asıl gittin ya
o gün öldüm
herkes, ben bile sanıyoruz ki
ölümden döndüm
yine sabahı ettik gördün mü şiir diye diye
saat üçü yirmi altı geçiyor
haber bile vermiyor
şu akrep çok hain bir şey
sinsi sinsi ilerliyor
dakikalar su gibi geçiyor
saatler akarsu
günler nehir
aylar deniz
yıllar okyanus
ve bu kadar suya rağmen
birbirinde usumuz
usumdasın
Sonsuza dek bilmesen de.''

Yalnızlık Oyunu

Tek başına oynanır.

Saklambaç gibidir. ebe de sensin, saklanan da. Duvarların arkasına sığınırsın, sırtını yaslarsın. Buz gibidir ama hiç, hiç mi hiç hissetmezsin soğukluğunu. Öyle bir ateş ki yılların yalnızlığı yanar durur içinde, ne söndürmeye gücün vardır ne de birinin söndürmesine izin verirsin. İstersin ki küle dönsün bir gün korken.

Yenilirsin, yaralanırsın.

Ne kimse elini uzatır kalk diye, ne de yaralarını sarar iyileş diye. Acıdan kıvransan bile sesin çıkmaz. susmayı öğretmiştir sana. Hiçbir zaman istemezsin o kara tahtaya adın yazılsın ve susarsın. Kalabalıkta seni kimse fark etmesin diye, kasadaki kız gibi. gülümsetti yine. Bilmiyorsan öğren kasadaki kızı. Zordur ama güzeldir kasadaki kız olmak.

Kaybedersin.

Galibi yoktur, bilirsin baştan kaybedeceğini ve bile bile bu oyunu oynarsın, sonradan korkmadan o şarkıdaki gibi. Çünkü sonrası yoktur. Tabelada hep senin hanende yazılı durur kocaman bir leke gibi sıfır.

Ağlarsın.

Bak en güzeli budur. kimse ağlama demez sana. Ağlıyorsan vardır bir sebebi ve bilirsin bir insan boş yere harcamaz gözyaşlarını. En güzeli de kimse bilmese de bomboş ellerin çoktan olmuş kağıt mendil. Ağlaya ağlaya yanaklarından yalnızlığını silersin.

Ararsın, dalarsın, yanarsın.

Ona, boşlukta, onsuzluğa.

Bulamazsın, vazgeçersin. vazgeçtiğin an içindeki o susmak bilmeyen ses der ki; vazgeçmezsin.


Sonra yine oyuncaklarınla başbaşa kalırsın. kitaplar, filmler, dergiler, elbiseler, eski resimler, şarkılar.

Bir sigara bir kaç kadeh eşliğinde çocukluğuna geri dönüp bahçede tek başına oynadığın günlere dönersin. çocukluktan miras bu oyun sana. Acaba tek kişilik diye söyleselerdi oynar mıydın?

- boş yer var mı bu oyunda.
+ tabi, neresi olsun?
- yalnızlık yanı.
+ pardon, anlamadım.
- cam kenarı, cam.

Oynamaya devam.

7 Haziran 2011 Salı

Aklını Okumak

Ne kadar mecazi bir deyimdir. Hep insanların aklını okumak isteriz değil mi? Aklından geçenleri, ne düşündüğünü bilmek isteriz. Söylesin, anlatsın diye ısrar ederiz ve karşılığında tek kelime duyamayız. Elimizde bakışlarından elde ettiğimiz ön yargılarımızdan başka bir sonuç yoktur. Genelde de yanlış olur bunlar. Asla düşündüklerimiz değildir.

Diğer bir taraftan aklını okutan insana, 'alın, okuyun' diyen insana da delirmiş gözüyle bakarız. Delirmiş gözlerle baktığımızı hiç bilmeden. Olduğunca yalın ve sade bir biçimde aklını döküyordur parça parça. Anlatıyordur, aklından geçenleri, yapmak istediklerini, düşüncelerini, hayallerini hayal bile olsa. Ne kadar ulaşılmaz olsa da. İnanamayız; 'ciddi misin, bunlar gerçek mi?' diye soru üstüne sorular sorarız. Çünkü hayat boyunca ender rastlarız aklını okutan insanlara. Senin ne düşündüğünü, düşüneceğini önemsese bile çok fazla yer kaplamaz bu beyninde. Kendi doğruları vardır. Bildiği, sevdiği, değer verdiği değerleri vardır, yıllardır şekillenmiştir beyninde. Asla değiştiremezsin, sadece düşünmesini sağlarsın, bir bakış açısı daha eklersin bakışlarına, sana değer veriyorsa.

Etrafına bir baksana, dolu dolu bak etrafındaki resime. O tanıyorum dediğin insanlara, ruhunu biliyorum dediğin insanlara. Hangisi sana aklını okutmuş. Seni, alıp karşısına aklından geçenleri anlatmış. Ne kadar acı değil mi?

Bilinmeyen denkleme bakar mısın? Bir tarafta aklını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren insanlar var, kimsenin görmek ve bakmak istemediği. Diğer tarafta aklını okumak istediğimiz bir sürü insan var, hiçbir zaman okuyamayacağımız.

Ve canım acaaayip sıkkın. Bir Delinin Sayıklamaları modundayım ama susmak ve beklemek en iyisi galiba.

5 Haziran 2011 Pazar

Gerçek Acı

Bugün yani dün Haşmet Babaoğlu'nun yazısını okudum. Gerçek Acı adında bir yazı kaleme almış. İzlemediğim için bilmiyordum, geçen hafta Türk insanı ya da kendini ekrana kilitleyen Türk seyircisi salya sümük ağlamış Abartı da değil baya baya ağlamış.

Acımalı mı yoksa düşünmeli mi bu durumda bilmiyorum, belki siz de ya da sen de izliyorsundur. Eğer ağladıysan sordun mu kendine 'ben niye ağlıyorum' diye. Ben kendime soruyorum niye ağlıyorlar diye bulamıyorum cevabı. Daha doğrusu cevap veremiyorum. Yolda gözlerinin önünde bir insan can çekişirken kafasını çevirip bakmayan insanların olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Yardım eli uzatmayan, film seyreder gibi seyredenlerin içinde. Orada burada ucuz etiketli ürünler arıyoruz. Saçma sapan şeylere bir dünya para harcıyoruz. Gözümüzün önünde paraya ihtiyacı her halinden belli olan insanları görmezden geliyoruz.


Ve bu ülkenin insanı ekrana kilitlenip iki saat gözünü kırpmadan bir dizi izliyor ve salya sümük ağlıyor, kendinden geçiyor, yetmiyor günlerce konuşuyor Televizyonda, gazetelerde, internette çeşitli haberler ile daha fazla göz önüne getiriliyor. Gözyaşlarınız bu kadar değersiz mi? Kendi hayatınız için ya da başka hayatlar için bu kadar ağladınız mı diye sormak isterdim o ağlayanlara. Ya da ne bileyim, dünyanın bir ucunda ölen; masum insanlar, garip insanlar, kimsesiz insanlar için bir damla gözyaşı döktünüz mü?

Gözyaşlarınız gerçek mi sizin? Yoksa kafanız dağılsın diye arada bir izleyip, eski bir anı/nızı hatırlayıp mı ağlıyorsunuz? Dalga geçmek için değil ciddi ciddi soruyorum bu soruyu. Bu kadar çok mu gözyaşınız ve değersiz. Yıllar sonra hatırlamayacağınız bir dizi, dizi lan adı üstünde dizi ne kadar gerçekçi olursa olsun dizi işte. Bitecek nihayetinde ve unutulacak.

Burada 'sanane palyaço' diyebilirsiniz deyin sorun değil, sadece bu saçmalığı kabullenemedim. Türk insanı duygusalmış(evet istisnai insanlar ve durumlar var sayıca fazla). Fakat ben milyonların bu şekilde ağladığını okuyunca bu duygusallığa inanamadım. Çünkü acıları gerçek değil. Saçma sapan bir dizi reyting rekorları kırıyorsa ve insanlar bu dizi için ağlıyorsa duygusal falan değildir bu insanlar. Duyarlı insan duygusal olur, etrafında olup biten kötü şeylere haksızlığa içi acır, ne bileyim değiştirmeye çalışır, kafa yorar. Ellerini uzatamıyorsa elini uzatır. Hiçbir şey yapamadığı noktada oturup ağlar çaresizliğine ve yardım edemeyişine. Bakıyorum her şey tam tersi. İnsanlar ekranlara kilitleyip kendini bütün duygusallığını, duyarlılığını dizilerde yaşıyor. Ağlamaktan gözlerini şişiriyorlar. Buradan bakınca görünen resim aynen şu; timsah duygusallığı.

Acılarınız ve gözyaşlarınız gerçek değil, diziler gibi.

1 Haziran 2011 Çarşamba

Seyirci



Bir resme bakıp kendini görmek. Kendine rastlamak ne gariptir. Garip olan bunu senden başkası bilmez. Yaslayıp sırtını duvara saatlerce bakarsın. O resimdeki sensin ve öylece kendini izlersin. Yoksa uzaktan izlediğin, seslenemediğin o mu? Baksana sence hangisi. Dokunacak kadar yakın, dokunsan ah bir dokunsan. Ellerin halen cebinde, üşüyorsun. Ama dokunsan tutuşacaksınız, elele. Tıpkı yıldızlar gibi, ellerini uzatsan tutacak gibisin. Gibisi fazla uzatsan tutacaksın işte. Ama tutamıyorsun. Tutmayı mı bilmiyorsun yoksa izlemeyi mi seviyorsun. İzlemek sana mutluluk veriyor belki de. Bir konuşsan neler dökülecek ''belki de'' lerinin yerine belki de. Bilemezsin belki de yine susup izlemeyi tercih edeceksin.

Ne kadar zaman oldu izleyeli? Kaç dakika, kaç saat, kaç gün, kaç ay geçti. Sen izlemekle, o izlenmekle ve bunu bilmemekle geçiriyor vaktini. Manzara mı güzel, yoksa manzarayı güzelleştiren o mu? Yoksa o var diye mi güzel geliyor manzara. Sus, peki sus. Bana sorarsan hiç zaman geçti. 'Hiç, hiçti geçen zamanın ölçülebilir kısmı.'' Hiç mi geçti, Yoksa koca bir hiç miydi. Hangisi, baktığın her şey tıpkı daldığın gibi boşluktan mı ibaret.

Öylece izliyorsun ve susuyorsun. Beraber izlemek varken; o mutluluğu tek başına, sen mutluluğunu tek başına seyirci bırakıyorsun hayata. Yıllar sonra tıpkı o şiirdeki gibi; 'bir akşamüstü yanımızda kimse olmaz ya da olanlar olması gerekenler değildir.''

Bunu hiç hesaba katıyor musun?

Franz Kafka İle Söyleştim

Franz Kafka'nın kendi kitapları arasında bulamayacağınız aforizmalar. Okurken takıldıklarım, düşündüren cümleler.  Hepsi ayrı ayrı ele alınacak kadar derin geldi.


''Çokluk pek uzun yıllar geçer de ancak o zaman insanın kulağı belli bir öyküyü algılayacak olgunluğa erişir.  Ne var ki, insanları doğru dürüst anlayabilmemiz için onların -anne ve babalarımız gibi tıpkı, kısaca sevip korktuğumuz her şey gibi- önce ölüp gitmesi gerekir.''

''Büroda daha yüce, daha üstün biridir insan; ama sadece bir görünüş bu. Gerçekten her zamankinden daha yalnız, dolayısıyla daha mutsuzdur, o kadar. Kafayla çalışması toplumdan koparıp alıyor kişiyi. Elle çalışmak ise onu insanlara yaklaştırıyor.''

''Ağzından çıkan ezgiler, kendisi için birer çığlıktır yalnız. Sanat, sanatçı için bir derttir, yeni bir derde tutulmak için bu dertten kurtarmaya bakar kendini. Sanatçı bir dev değildir, varlığının kafesine kapatılmış az ya da çok renkli bir kuştur sadece.''

''Yazıya geçen, yaşantının yalnızca posasıdır.''

Yalnızlığı; ''Benim yalnızlığım, Franz Kafka'nın yalnızlığıdır.''

''Uyanık durumda bir düş içinden yürüyüp gidiyoruz, kendimiz de geçmiş zamanlardan hortlayıp çıkmış kişileriz.''

''Ne var ki, kafadan kaleme giden yol, kafadan dile giden yoldan çok daha uzun ve çetindir, kimi şeyler yitip gider bu arada.''




''Kalem yazarın elinde bir araç değil, onun organlarından biridir.''



''Bir toplumun düzeyi, tek tek bireylerin bilinç düzeyine bağlıdır.''

''Bırakın bir işareti, en küçük bir devinim bile kutsaldır, yeter ki inanç dolu olsun.''

''Güç elde edilebilir görünen ahlaksal bir değer dururken yakında bulunan cezbedici değersiz bir nesneyi seçmesi, insanoğlunun tüm suçluluğunun kökenini oluşturuyor.''

''İnsan hemcinsini tanımadı mı onu daha iyi boyunduruk altına alabilir. Vicdan azabı diye bir şey hissetmez o zaman.''

''Çocuklar henüz doğru dürüst konuşamadığı süre bir baba onların yanında yer alır hep.''

''Bir taşkın ne kadar geniş bir alana yayılırsa, o kadar sığlaşır, o kadar bulanır suyu. DEvrim buhar olup uçar, kala kala geriye yeni bir bürokrasinin batağı kalır. Acı içinde kıvranan insanların zincirleri, bürolarda harcanan kâğıttan yapılır.''

''Yaşamı tümüyle anlayıp kavrayan kimse ölümden korkmaz. Ölüm korkusu, gereği yerine getirilmemiş bir yaşamın sonucudur yalnızca. Vefasızlığın bir dışavurumudur.''

''Dinsel duyguları çok güçlü biri olmalı, yoksa dünyanın görünürde alabildiğine yalın nesnelere bu kadar yaklaşabilmesi düşünülemezdi.''

''Gerçek dediğimiz şey, her insanın yaşamak için onsuz olamayacağı, ne var ki kimsenin kendisine buyur edip veremeyeceği ya da kimseden satın alamayacağı bir nesnedir. Her insan onu kendi içinde sürekli yeniden üretmek zorundadır, yoksa solup gider. Gerçek'ten yoksun bir yaşama düşünülemez. Kim bilir, belki de yaşamın kendisidir gerçek.''

Sevgi nedir? Sevgi yaşamımızı yücelten, ona bir genişlik ve zenginlik kazandıran, onu tüm derinlik ve yüksekliklere taşıyıp götüren her şeydir. Sevgi bir taşıt aracı gibi her türlü sorunsallıktan uzaktır. Sorunlu olan sürücümüz, taşıttaki müşteriler ve yoldur.

''Serinkanlı olun! Serinkanlı bir sessizlik insanı özgür kılar, hatta idam sehpası önünde bile gösterir bu gücünü.''

Kısaca

Fotoğrafım
Email: sivilpalyanco@gmail.com