30 Kasım 2010 Salı

Bir Dostu Olmalı İnsanın

Bir dostu olmalı insanın; çok uzaklarda bile olsa. bütün işini gücünü bırakıp her şeyin bir alo'ya baktığı. ilk uçağa atlamalı ya da ilk otobüse. geçtiği yollarda seni düşünmeli, onun için ne yapabilirim demeli. yanına geldiğinde sımsıkı sarılmalı, elleri gözlerine mendil olmalı, omzu yüzüne yastık olmalı, kendi dertlerini unutup senin derdini dert edinmeli.

En sevdiği şey seninle beraberken gülmek olmamalı. sen ağlıyorken ağlayabilmeli. hem de karşılıksız, sonucunda bir şey beklemeden senden bir şey ummadan yapmalı bunu. bir dostu olmalı insanın, bütün her şeyini paylaşabildiği. acısını, gözyaşını, mutluluğunu, en mutlu gününü, en mutsuz gününü, hayatını ortak ettiği bir dostu. aniden çıkıp gelmeli bir sabah neşe içinde günaydın diyerek ya da uykunun içine edip seni özledim demeli gecenin bir yarısı.

Aniden çalmalı telefonun, sen hayırdır ne oldu demeye kalmadan sesini duymak istedim, sesini özledim demeli. nasılsın derken bile içten sorduğunu anladığın. mutsuzken sen gülesin diye binbir türlü şaklabanlık yapmalı. sana tebessümlerin en güzeli ettirmek için. gülüşünü görmek için gülüşünü özledim demeli. bir dostu olmalı insanın; yanlışlarını yüzüne yüzüne vurduğu, hatalarını acıtarak söylediği. bazen seni pişman etmeli yaptığına, yanlışlarından dönmen için. sonunda teşekkürler diyebildiğin geç de olsa.

Bir dostu olmalı insanın; herkesin seni yapayalnız bıraktığı noktada çıkagelmeli. korkma ben varım, yanındayım artık, seni kimse üzemez dediği. duvarlara değil ona yasladığın sırtını. düştüğünde elini tutmalı, ayağa kaldırmalı, sarılmalı, seninle gülüp seninle ağlamalı, uğruna her şeyini feda edebilmeli.

''bir dostu olmalı insanın; yıllar sonra yaşlandığında arayıp naber moruk dediği.''

28 Kasım 2010 Pazar

Kaknem

''ikinci bir nick altı yazmak istemedim'' demiştim ama vazcaydım editleyerek tekrar yazıyorum. sözümü bazen çok güzel yerim bu da onlardan birisi oldu ziyanı yok. kaknem'e bir teşekkür, tebessüm yazısıdır.

en başından bu yana, ilk mesajlaştığımız andan itibaren;

''uçlarda, farklı, değişik, tutarlı, yazmasını bilen, okunması zevkli, yazdıkları ile düşündüren''di.

benim için kaknem yazıları ile gerçekten uçlardaydı, farklıydı, değişikti ve en önemlisi tutarlıydı. bir insan söyledikleri ve yaptıkları ile ne kadar tutarlı olabilir ki? çok az değil mi? kaknem yazdığı her yazıda fazlasıyla tutarlıydı. bir tarafta özgürlük diye bağırırken diğer bir tarafta ''onlar ölsün'' demiyordu, herkese özgürlük diyordu. kimseye dili, dini, ırkı, inancı, inançsızlığı sebebi ile hakaretlerle gitmiyordu. dış görünüşünden, cinsel kimliğinden, eğitimsizliğinden ya da aldığı o eğitimi süper addedenleri bundan dolayı aşağılamıyordu, hor görmüyordu. herkese insan gibi davranıyordu. çünkü insandı. çok farklı bir bakış açısı vardı. madalyonun diğer değil onlarca yüzünü görebiliyordu. boşluğa değil en dolu kısma bakıyordu ve yazdıkları çok doğruydu. gerçek manada çok az kişi okuyordu, diğerleri ise bilinmez bir nefretle gidiyordu üstüne. onlara bile ''gülümsüyorum'' diyordu. garip, değil mi sana nefretle gelene çiçek atmak. sen küfür ederken, hakaret ederken karşı taraftan aynı tepkiyi görememek hatta gülümsüyorum demesi ve gülümsemesi. o gülümseme de kahkaha değildi bence çok anlamı var anlayana. hani birisine binlerce kelime söylemek istersin ama bilirsin ki kırılacak, paramparça olacak, en iyisi susmak dersin ve susarsın, sadece gülümsersin.

bir gün bir video göndermiştim. bak ne komik bir video demiştim. evet çengelköy hıyarı gibi gülmüştüm video görüntülerine. görüntülerde ise şişman bir ufaklık vardı. ona çikolata ve meyve suyu verip onun gülmesini istiyorlardı. çünkü gülüşü farklıydı, komikti ''o an''. ben ve bir çok izleyen onu görüyordu orada. sonra ne mi oldu? orada gülen ve gülüşüyle güldüren bir çocuk yoktu aslında. madalyonun diğer yüzlerinden birisi vardı. o görüntüde obezite hastalığına yakalanmış obez bir çocuk vardı ve bu hastalıktan dolayı, gülmesi, konuşması, yürümesi, mimikleri her şeyi değişime uğramıştı ve eğer ki erken davranılmazsa bu obezite yüzünden ileride o çocuk binbir hastalıkla boğuşacaktı. bakış açısına bakar mısın? ben videoyu izlerken sadece komik bir çocuk görmüştüm. daha bu bakış açısına istinaden bir sürü örnek verebilirim, ama gerek yok. nasıl olsa önemsiz bir detay. sana belki basit gelebilir mühim değil, benim için çok önemli bir ayrıntı idi.

kaknem aklını, düşünceleri döküyordu. fikir alışverişi yapıyordu. adam gibi, insan gibi tartışmaya çalışıyordu. : ) : ( bu iki butonu hesaba katmadan yazıyordu. acaba kim ne düşünür, zamanın ötesi olur mu, bilmem ne olur mu diye yazmıyordu. gerçekten objektif olarak doğru ne ise onları yazıyordu çatır çatır. eğer ki hatalı ise yanlış bir cümle, kelime kullandıysa da entryi bile özür dileyerek silen bir yapıya sahipti. başkası olsa yazdıklarına sonuna kadar inanır, devam eder ve körü körüne bir cahillikle üstüne hakaretler ekleyerek yazmaya devam ederdi. örnekleri mevcut fazlasıyla biliyorsun. zaten sözlüğün o herkesin korktuğu aman onunla uğraşılmaz o koskaca bilmem kim dediği nickler bile bunun farkındaydı. bir yazısı için süper zekanın birisi şu yorumu yapmıştı. ''en beğenilenlere giremediği için ağlıyor, beni en beğenilenler listesine alın'' tarzında bir şeyler. o listeye kaç kez girdiğini hatırlamıyorum fakat her yazdığı ile istese girebilecek kapasitede yazılar yazıyordu. bir çok kişi olayı böyle algılıyordu. bir hafta sonra unutulup gidecek bir detay. sana en fazla birkaç badi biraz mesajınız var yeşili kazandıracak bu kadar, fazlası yok. herkesin kafaya taktığı da bu zaten. haftanın en beğenilenlerine girmek. adamlar öyle entryler kasıyor ki okuman lazım. kaknem bunu yapmadı, her entrysinde gayet ciddi ve açık sözlüydü. o listeye girmek için değil, insanlara bir iki cümle bir şeyler anlatma, paylaşma, tartışma derdindeydi. dert bile değildi esasında sadece konuşmak, onun tabiriyle dökülmek. sayfalarca tartıştığı adamları bile eğer yazdığı konuda haklı ise savunacak, onların cümlelerinin arkasında duracak kadar cesurdu. haklının yanındaydı, bunu da kimse anlamadı.

yine bana döndüm. bir keresinde nicki lazım değilin birisi bana bir sayfa boyu giydirmişti. küfür, hakaret dahil. tek kelime etmedim, edemedim. sustum. unutulup gidecekti nasıl olsa. susarım zaten çoğu zaman böyle durumlarda. bir insan kendisini küfür ve hakaretle ifade ediyorsa bomboştur benim için. ‘’sana da bir tavsiye ‘umursamamak’’ en etkili silahtır.’’ küfür etmediğimden değil hakareti sevmediğim için. nick altı savaşlarını sevmediğim için. kaknem gitti bir güzel cevap yazdı, ki yazdığını, yazacağını bile düşünmemiştim. ama o yapısı, haksızlığı gördüğü anda orada ortaya çıkması yine tekrarladı kendini. haklı olmak, haklıydım ve o yazısı için tek kelime edemedi o nicki lazım değil. benden alamadığı cevabı tokat gibi kaknem'den almıştı. dedim ya haklının yanında, hakkın yanında hep. tutarlı olmak böyle bir şey. sözlüğün totaliter düzenine ayak uydurmadı. moderasyona, eski nesillere herkesin bildiği fakat dile getiremediği doğruları sonuna kadar cümlelerini esirgemeden, kimseden korkmadan, zamanın ötesi olur derdi olmadan söyledi. yine tepki aldı. hepi topu çok az aktif olarak online olan eski nesillerden destek gördü, yeni nesiller tepki gösterdi. ünlü olmak istiyor, daha dün geldin ne bu şiddet, ne bu nefret vs yüzlerce saçmalık. halbuki orada doğruları, yeni nesillerin sahip olduğu fakat sözlük yönetimi tarafından verilmeyen haklarını savunuyordu. her türlü küfür ve hakarete rağmen susmadan. yine anlamadılar.

yazdığı, döküldüğü, düşüncelerini anlattığı entryler için'' :( çok uzun yazıyor ya, ne olmuş istesem ben bile yazarım'' tarzı saçma sapan cümlelerle geliyorlardı. görmek istedikleri bir iki espri, iki üç anı, onları güldüren, eğlendiren, entryler idi. kaknem'in entryleri arasında böyle şeyler yoktu, olmadı hiçbir zaman bir kaç tanesi dışında. ondan kendini, hayatını, yaşadıklarını anlatmasını bekliyorlardı. dış görünüşü üzerinden, bıyıklarından, feministliğinden, evde kalmışlığından tut da her türlü olmayan şeyler üzerinden dalga geçmeye çalışıyorlardı ( bana ait tanımlar değil bunlar, bana ait olanları yazmam zaten ). kaknem ise orada aklını döküyordu onlar'a rağmen, aldırış etmeden. düşünebiliyor musun sana sayfalar boyu hakaret edecekler, haddini aşacaklar ve sen susacaksın onlara. biliyordu, ben de geç fark ettim bunu. bilgisiz ve cahil insana laf anlatmak çok zordur. ama o ısrarla yılmadan anlatmaya çalışıyordu. yine anlamadılar.

yine demişim ki kaknem için;

''üslub-ı beyan ayniyle insan'' yani türkçe meali;

"insanların söz söyleme tarz ve biçimleri karakterlerini aynen yansıtır. sözün söylenme biçimi kişiliği ele verir."

sözleri öylesine sakin, öylesine düzgün ve anlamlıydı ki, tek kelime hakaret içermeden, tartıştığı yazarın kişiliği, görünüşü, gerçek hayattaki vasfı üzerinden gitmeden sadece yazılanlara ait cümlelerdi. yine evirdiler, çevirdiler, saçmaladılar hep. okunmuyordu kaknem, yüzlerce kez söylemişimdir bunu. çünkü, uzun entryler yazıyordu. bir çok kişinin bakış açısı böyleydi yazdıklarına karşı. zırva olarak niteleniyordu. halbuki kimsenin yazamadığı, yazmadığı dile getiremediği uç noktaları görerek yazıyordu..

yine demişim;

''yazdıkları ve düşündürdükleri ile sözlüğe dair gülümseten detaylardan bir tanesi.''

gerçekten de böyleydi. sözlüğe dair gülümseten en güzel detaylardan birisi onun varlığı idi. bir insanı aklından öpmek istedin mi hiç? ben istedim. delice di mi? bambaşkaydı benim için onun aklı, düşünceleri. çok şeyi değiştirdi yazdıkları ile hayatımda. anlattıkları, tavsiyeleri ile. şimdi sana hepsi abartı gelebilir, gelir gelir farkındayım önemli de değil bu kısım varsın gelsin. dedim ya bir tebessüm, teşekkür yazısıdır. sen yine yaptığın gibi buradan binbir anlam çıkarmaya çalışacaksın o bile sorun değil. çünkü, sen burada önemli değilsin. o iki butonunda önemi yok. neyse sen konu dışısın. sen dediğimde sen değilsin, o nefretiyle gelenler. gerçek hayatta nefret edilmesi gereken şeylere nefret duymayıp ofline olduğunda birkaç kişinin haricinde unutulup gideceğin bir yerde anlamsız bir nefretle beslenenler. güçsüzlüğünü nefretiyle örtmeye çalışanlar.

konumuz kaknem evet. sözlükte en değer verdiğim, en sevdiğim insanlardan birisi idi. güzel insan, gökkuşağım demiştim. her renginde ayrı bir güzellik vardı. bunu fark ettim, her şeyiyle bambaşkaydı. ne desem ''teşekkür ederim'' diyecek kadar mütevazıydı. içten, samimi, kendini yüksekte görmeyendi. hani derler ya çocukla çocuk, deliyle deli olanlardan. aynen böyleydi. duyarlıydı. aşırı duyarlıydı. yolda suratı asık bir insanı görüp, suratından akan teri fark edip onun o haline üzülecek kadar duyarlı. şimdi sanki hepten gitmiş gibi yazıyorum ama toparlayamıyorum aklımdakileri. görmezden gelemiyordu kötüleri, kötülükleri. ahmet kaya hakkındaki son yazısı da böyleydi. ve yine aynısı oldu. hakaretlere, kişiliğine, onuruna dokunan cümlelere kadar vardırdılar olayı. orada linci övenlere yaptıklarının da lince devam etmek olduğunu, linci övmek olduğunu, anlatmaya çalıştı. bunu da şöyle anlatayım belki anlarsın. her insan tecavüzden nefret eder, kimsenin başına gelmesini istemez. fakat birinin başına geldiğinde der ki, o tecavüzcüyü aynı şekilde cezalandıracaksın. s.s. öldüreceksin. e ne farkın kaldı senin tecavüzcüden? söylesene ne farkın kaldı. hiç. her zamanki gibi oldu yine anlamadılar. ona yakıştırmalarda bulundular. hiç hak etmediği halde. bu yüzden gitti, üzüldüm gittiğine bir yandan da sevindim. gerçekten sevindim. çünkü, biliyordum bir gün gideceğini, elveda ay elveda feza diyeceğini. nickim kadar, kırmızı burnum kadar emindim bundan. sadece onu sözlükte okuyamamak dokunacak, badi butonu bu yüzden anlamsızlaştı, çok az bir anlamı kaldı artık. sorun değil dedim ya sevindim, onu üzmelerini izlemekten, görmektense onun mutlu ve huzurlu olmasını tercih ederim bu yüzden sevindim gittiğine.

kaknem güzel insan halen öyle ve hep öyle kalacak benim için. abarttım ya hani
daha da abartayım. yazımda göklere çıkardığım kaknem hiçte öyle biri değil aslında onu okusaydınız anlardınız nasıl birisi olduğunu abarttığımdan, anlattığımdan çok daha mükemmel çünkü, kelimelerim kifayetsiz kalıyor onu anlatmaya çalışırken. okuyun anlarsınız, görürsünüz. buraya daha neler yazabilirim bilmiyorum çok şey yazabilirim ama kafamı toparlayamıyorum.

ona ait çok şey söylemek, dile getirmek isterdim. fakat yapmam bunu. emanete hıyanet gibi düşün. gerek yok bir çoğu okuduktan sonra badisi gittiği için üzülen birisinin yazısı olarak görecek bu entariyi. sevindim, gerçekten sevindim gittiğine bile dediğime anlam veremeyecek. entryleri ile alakalı cümleler haricinde pek bir şey yazmadım. ne canım, cicim ne de başka bir şey hep entryleri ile alakalı idi. bunun dışında ne bir savunma ne de başka bir şey yazmaya gerek duymadım. zaten gerekte yok. o biliyor, gerisi mühim değil.

ekşi sözlük yazar olarak güzel bir insanı kaybetti. bana ise güzel bir insanı kazandırdı. gerçek hayatımda biliyorum ki asla aynı ortamda bulunamayacağım, bir araya gelemeyeceğim, gelsem de belki bir merhaba, nasılsın? dan sonrası olmayacak bir muhabbetle son vereceğim bir diyalog yaşardım. ama ekşi sözlük sayesinde tanıştım, çok şey paylaştım, çok şey öğrendim. çok'a ne kadar anlam yüklersin bilmem ama konu kaknem olunca benim için çok şey işte.

haha destan yazdım, buradan çıkaracağın sonuç ne bilmiyorum. senin yerinde olsam şunu çıkartırdım, eğer ki kaknem'i ‘’okumadıysan oku.’’ en fazla sözlükte boş ya da dolu geçirdiğin 2-3 saati kaybedersin sana göre. ama eğer ki fark edersen bir şeyleri hak verirsin bana. bir ihtimal dersin ki ‘’gerçekten palyaço'nun dediği kadar varmış.’’

kaknem, geç tanıştığıma ve geç tanıdığıma pişman olduğum insanlardan birisidir. ama iyi ki tanıdım dediğim insan. 25 bin insan arasında kimse fark etmeden ya da çok az insan fark ettiğinde onun farkına varabilmişim. iyi ki tanımışım ve o ilk mesajı atmışım devamı gelmiş ve okumuşum, paylaşmışım, konuşmuşum. aklının raflarını açmış bana, cümlelerini açığa çıkarmış, anlatmış kendini. iyi ki.

sevdiğini söyleyememek kötü bir şey bunu da kötü bir anıyla öğrendim. hiç beklemediğim bir an en sevdiklerimden birisini kaybetmiştim. bak zamanında birisi şunu yazmıştı. affına sığınarak yazıyorum buraya.

''güzel şeyler övülmeli, takdirden çekinilmemeli diye düşünen bir insanım.
badi butonunun en özel insanlarından birisiniz.''

işte bu yüzden bu yazıyı yazdım. güzel şeyler övülmeli, takdirden çekinilmemeli. senin ne düşündüğün önemli değil burada, o anlamsız fakat sana anlamlı gelen sonucunda eline hiçbir şey geçmeyecek olan nefretin önemsiz. burada beni tanıyan bilen kişiler zaten anlarlar beni. senin anlamsız anlamların önemsiz olacak. çünkü ekşi sözlükte güzel şeyler az. gerçekten az. hep nefret, hırs, kötülük, hakaret, küfür, sözlü ve yazılı şiddet var. bir çoğu sözlü ve yazılı şiddet ne demek bunun farkında değil. söylemek, yazmak yapmanın yarısıdır, bunun bile bilincinde değiller. o yüzden bu ardı arkası kesilmeyen hakaretler. herkes birbirini kırmanın, üzmenin peşinde. duyulan sevgi değil, sadece menfaat. o kişiden bir menfaatin yoksa gerisi önemsiz. ver ayarı gitsin.

kaknem'de benim için badi butonumun en özel insanlarından birisiydi ve gitti bu yüzden anlamsızlaştı dedim o buton biraz daha. çok az kişi kaldı orada sevdiğim ve değer verdiğim. şu an sözlükte olan badilerim akıllı olun haha gitmeyin bir yere.

bana kattığın, anlattığın, paylaştığın her şey için teşekkür ederim, tebessüm ederim surat dolusu. sen yüzümün en güzel tebessümüsün, tebessümlerinden birisi oldun ve hep öyle kal tamam mı duyuyor musun haha. :)

şimdi okuyup saçma sapan sonuç ve anlam çıkaracak olanlara bir kaç satır yazayım da haha bak gördün mü saatlerdir diyemedi şunu demesin. kaknem biliyor zaten bunu. yalnızca senin tahminlerini boşa çıkarmamak için palyaçoluk yapıyorum bu son satırlarda. ee serde palyaçoluk var ne de olsa. hem sen de ‘’bak gördün mü’’ dersin kendi kendine haha.

-  bir şey diyor musun?
Kaknem seni seviyorum  çok   <3 x ∞
Akıllı Delim

27 Kasım 2010 Cumartesi

Palyaço&Dalyaço 2

Canım sıkıldıkça çocukluk fotoğraflarına bakarım. Garip bir mutluluk verir bana. Gerçekten baksana şu surat ifadesine, gel de sevme. Ya dalyaço'ya ne demeli nasılda saf, nasılda masum bakmış ahaha. Şimdi öyle bir bakıyor ki ikizim olsa güvenmem yani o derece. Dün demiştim saçlara bi bak ya. ahah lan yıl 1946 falan güzel annem yememiş içmemiş bizi kuaföre götürmüş, özene bezene o saçları kestirtmiş bi de güzel şekil verdirmiş. Her gören aynı şeyi diyormuş.

- aaa ne tatlı kızlar isimleri ney.
+ palyaço, dalyaço.
- erkek mi ikisi de?
- evet.

Yanaklara bak yanaklara. Bildiğin tombulmuşum. İstanbul'da güzel adam babam altüst etmiş her yeri. Dedim ya yıl 1946 bir tane dükkanda süs olsun diye vitrine konulan ikiz arabası bulmuş koca istanbul'da, 5 katı parasına zorla ikna etmiş satıcıyı ve almış o ikiz arabasını. Bindirirlermiş bizi bağlarlarmış bir de düşmeyelim diye, verirlermiş elimize biberonu bütün gün gez dolaş. Ben ne yapsam beğenirsin. ahaha önce kendi biberonumdaki sütü içermişim. Sonra ikizin elinden biberonu cebren ve hile ile çalıp içermişim. Çok geç fark etmişler bu durumu. Hain ikiz, ben oluyorum bu tabi.  kovayla süt içermişim resmen. Şimdi görsen dersin ki o eski halinden eser yok palyaço. Ellerim mesela ufacıkmış baksana. Herkes elimden tutarmış. Şimdi hep ceplerimde. Yine hüzüne sardı adam. İki dakika normal yazamıyor ki. İç ses konuşmaya başladı yine. Sus, sus. Ne diyorduk. Hani derler ya benim çocukluğum güzel geçti. Benim ikizliğim güzel geçti be. Hatırlıyorum o zamanlar oturduğumuz evi. Müstakil bir ev kocaman bahçeli. Apartmanlar tek tük. Her yer yemyeşil çimen çayır. Bütün gün dışarıda oynardık. Mezarlık vardı hemen karşı sokakta oradan geçmeye korkardık.Aramızda kalsın kör sadığın ayşegül'ü bile sıkıştırmışlığım var saklambaç oynarken. Hayal meyal hatırladığım en komik çocukluk anımdır. Annesinin beni kovaladığını hatırlıyorum bir de. ahaha yaptım yaptım. çocuk işte naparsın.

Bu yazıyı nereye bağlayacağımı da bilmiyorum ya. Sadece saçmalıyorum işte. Canım gülmek istiyor yine.Buldum şu şiyire bağlayacağım. Yine mi hüzün, yine hüzün. Ama hüzünlü değilim mizacım böyle güzelim.


Bir çocuk olsam şöyle
kısa pantolonlu
yüzü kir içinde
üstü başı çamur
cebinde misketler
baş kadar uzak olsa dertler
sokaklarda akşama kadar oynasam
parklarda dolaşsam,
şöyle mavinin tadına varsam
bir çocuk olsam keşke
bi şekere kalbini bile veren
şekeri yedikten sonra
kuru bir teşekkürü unutan
bi çocuk olsam böyle ne bileyim
kimsenin anlam veremediği
o manasız tebessüm eksik olmasa yüzümden
salıversem dertlerimi hüzünlerimi
bir kuş misali kalbimden
ağzıma geleni söylesem herkese
kim olduğunun önemi olmasa
sana da yüzlerce binlerce kez
''seni seviyorum'' desem
sende desen ki çocuk işte
uçurtmam olsun bulutların üstünde
gerçekleştiremediğim hayallerimin yerine
düşmeliyim kalkmalıyım
ama hep çocuk kalmalıyım
bir soran olmalı düştüğümde
acıyor mu? diye
ağlama demeli
öpeyim de geçsin demeli
şimdi düşünüyorum da
niye büyüdüm ki?

Batar ya Batıyor ya

Bir uyarı geliyor ekrana. ''batarya boş''. anlam verilemez bir telaşla hemen doldurmaya çalışıyorsun bataryayı. aslında dolan telefonun bataryası değil. yalnızlığını dolduruyorsun. bir diş daha azalıyor yalnızlığın dolarken batarya. bir kaç saat sonra ise tamamen doluyor. bir umut birileri arar, halini hatrını sorar diye. kimler boşaltıyor o bataryayı. gülüyorum şu an. gelen mesajlar, arayanlar benden iyi biliyorsun ' o ' değil. şu açtığın sayfalar aslında yalnızlığını kapattığın/açtığın bir kapı belki biter diye umutlandığın. insanın belki de içinde bitiremediği tek şeyi umut olması ne garip değil mi? her şey bitiyor her şey zaman, mutluluk, gözyaşı, acılar, aşk aklına gelen her şey işte. bitip tükenmeyen bir şey varsa o da umudun. öyle bir şey ki asla vazgeçmiyorsun umut etmekten.

ve bu arada yalnızlığına bir ilaç arıyorsun. tadını, adını, yararını bile bilmediğin ilaçlar belki bir merhem olur diye yaralarına sürmeye çalışıyorsun. anlık bir rahatlama, geçici bir huzur bir ihtimal kesilen yalnızlık birkaç saat yalnızca. yalnızlık batar ya.

''yaşamak ne zor yalnızca
insan anlıyor yalnız kalınca
bir iten bile yok arkandan
sallanırken salıncakta
güldün değil mi?
belki de tebessüm ettin
şu gerçeğin farkına varınca
ne acı değil mi?
insan öğreniyor yaşadıkça
neyin acı olduğunu
yalnızca dört duvar arasında
tek başına
uzanınca boylu boyunca
o soğuk yatağa
suratın hep bakıyor duvara
çizdiğin suratlar
her gün artıyor bir daha
bir çentik daha
bir yalnızlık daha
kaç yalnızlık
yapa yalnız
hadi yalnızlığı anladın da
yapa sı ne oluyor
katmerli senin yalnızlığın
onların bir ise
senin iki
iki kere yalnızsın
şu dünyada belki de
yalnızca
en yalnız bırakılmış
sen varsın
yakınma boşuna
uğraşma çabalama
seni senden başkası anlamaz
yaralarına merhem olmaz
yalnızlığını kaşıma yoksa
kabuk bağlamaz
etme diyorum tebessüm
acılara tebessüm etmek
acıya sığmaz
bekleme boşuna
beklediğin başka bir hayatta
bu hayattaydı
yo başka hayattaydı
başkasının hayatında
başkasının hayatı
o senin hayatın değil
zaten hiçbir zaman olmadı da
sahi hayatım dediğin bir hayatın oldu mu?
düşünsene bir
siktiret düşünme
bir de buna yorma karışık aklını
biliyorum artık hayalde kurmuyorsun
kimse anlam veremedi değil mi?
‘’hayallerim beyazladı’’ dediğinde
bir siktiret de bunun için gelsin
bunu da anlamasınlar
çok düşündü
en düşündü
uyanıkken bile kurduğun
en uzun düşündü
o ise hiçbir zaman düşünmedi
beklemek ne kadar acıtmış
o kadar belli ki acın
gözlerinden duyuluyor
sessiz çığlıkların
gözlerinden okunuyor
haykırışların
takılıp kalmışsın
aynı şarkıda
aynı onun gibi
aynı öteki gibi
aynı diğerleri gibi
biten bir aşka
şarkı adam ak
gitti adam
sen hala siyahlar içinde şarkı yak
aynadaki aksine bir bak
korkuyorsun değil mi?
yüzünle yüzleşmekten
sen iyisi mi bir sigara daha yak
şu an yaptığım gibi
acılara tütün bas
iyi geliyormuş
diyorlar
esasında çok şey diyorlar
ama boşa diyorlar
adın gibi biliyorsun
sahi adın neydi senin
yalnızlık desem alınır mısın?
biliyorum alınmazsın
seninki de köpek yalnızlığı
iltifattır bu kızma köpek dediğime
en sevdiklerime yakıştırırım bu yalnızlığı
antika bir yalnızlık
en büyük eser
ondan kalma
tarihi bir konakta
tek başına
kapını çalan yok
doğru ya bir kapın bile yok
ne garip değil mi?
hüzün desem sana
kızmazsın
acı desem katmerlisinden
yazmışsın işte gözyaşlarınla
okuyorum gözlerinden
ne yapayım böyleyim ben
tuzunu değil
acısını tadarım yaşların
saat gecenin bir yarısı
kaldırıp baksana kafanı
kim var yanında
koca bir yalnızlık
koca n bir yalnızlık
yazık
çok yazık
kapı çaldı galiba
gecenin bu saatinde kim ki acaba
o değil de kapıyı da siktiret
gözlerin açık gideceksin biliyor musun?
benimki de soru işte
elbette biliyorsun
şu beyazlayan hayallerin var ya
gerçekleşmeyecek asla
bir yalnızlık gelmiş
doktor bey hastanın nesi var
yalnızlığı var
zamanı durdurdum
sabit durağan
hareketsiz
sessiz
sedasız
nidasız
acıyı yalnızlık geçiyor
birazdan güneş doğacak
uyu da duran zaman geçsin
anla artık
sen kaybedensin.''

26 Kasım 2010 Cuma

Hepimiz Mezarımıyız Kendimizin

Takıldım kaldım bu söze. Kendini gömdün mü hiç? Ellerinle öldürdün mü kendini. Boğdun mu yakana yakışıp, astın mı tavana kendini, geçirdin mi o ilmeği boğazına. Yok yok yapmadın belki yapamadın sen öyle san.

Her gün biraz daha öldürüyorsun kendini. Mezarını her geçen gün daha da derinleştiriyorsun. Kürek kürek dışarı attığın toprağın farkında bile değilsin. Aslında sen ölüyorsun yavaş yavaş sadece yaşadığını sanıyorsun.

Yaşamak nedir ki? Cevabı yok bu sorunun. Soru değil bu sorun. Kendin bulacaksın, kendin keşfedeceksin şıkları seçmeyeceksin kendine yeni bir şık edineceksin. Tutku nedir bilir misin? Bilmezsin, zaten bu yüzden ya mutsuzluğun.

Tutkuları olan insanları izlesene. En abuk sabuk gelen tutku bile nasıl enerji veriyor o insana. Nasıl mutlu ediyor. Tutkusundan bahsederken bambaşka biri olup çıkıveriyor karşına. Hareketleri, konuşmaları her şeyi bambaşka. Gözlerinden tutkuyla karışık bir mutluluk çıkıyor alev alev. Sen suskunsun onun karşısında, heyecanı bitmesin, sönmesin diye o alev susuyorsun sadece. O anlattıkça anlatıyor. Sana garip geliyor belki de saçma, değil mi? Evet dediğini duyar gibiyim. İşte senin yaşayamadığını o yaşıyor. Mezarını kazarken birer birer gül atıyor toprağının içine. Sen mutsuzluktan ölürken, o mutluluktan ölüyor. Hayattan zevk alıyor. Tutkusuna sıkıca sarılmış, hayatının merkezi haline getirmiş. Bak ne demişler;

''bak gördün mü, benjamin? bir erkek her şeyini değiştirebilir. yüzünü, evini, ailesini, kız arkadaşını, dinini, tanrısını, yine de değiştiremeyeceği bir şey var, benjamin. tutkularını değiştiremez.''

Bunu erkek olarak değil de insan olarak düşün. Bir insan gün geliyor her şeyden en sevdiğinden en vazgeçilmezinden bile geçiyor. Ama tutkularından vazgeçmek namümkün. Ölene kadar o tutkularıyla beraber yaşıyor. Zaten onu öldürmeyen ayakta tutan tutkuları.

İnsanların yaptıklarına anlam vermeye çalışmak yerine, yargılamak yerine, zamanını boşa harcamak yerine kendine bir Tutku bul. O zaman o mezarı kazarken daha mutlu olacaksın işte. Herkes ağlarken ardından sen gülerek öleceksin. Çünkü, senden başkası anlamayacak Yaşarken ölmediğini, Yaşayan bir ölü olmadığını. Kendine göre, en güzel şekilde yaşadığını bir tek sen bileceksin ve huzur içinde öleceksin.

Benim Tutkum mu?

Belli olmuyor mu?

Ahaha bi tane de değil iki tane evet evet birisi süheyla :;)

''fakat süheyla bu derin bir tutku
sana tutulan bir adamın nutku.''

Bana Seni Tarif Et

Bana seni tarif et
hayallerini mesela
başını yastığa koyduğunda
düşlediğin düşlerini
kimsenin bilmediği
akıl sır erdiremediği
kim olsun mutlulukla
sana bakan bir çift göz yıllar sonra
sevdiğin şeyleri anlat mesela
okuduğun en güzel kitap hangisi
en çok sevdiğin film
ağlarken gözyaşlarına eşlik eden şarkı
en çok nelere gülersin
nelere acıtırsın içini
çiçeklerle konuşur musun
çeker misin onları içine
çaya kaç şeker atarsın
uzaklara dalar mısın
kendinle konuşur gibi
dertleşir gibi
ya da yalandan yere
deliliğe vermiş gibi
anlat bana seni
sınırsızca acılarınla
gülüşlerince öpüşlerince
gece bitince daha çok var gündüze
durdurak bilme
anlat yorulursan gözlerini dinlerim
uyursan tenini izlerim
bana seni tarif et
en sevdiğin renk
en sevdiğin şiir
en sevdiğin yemek
en sevdiğin meyve
en sevdiğin yalnızlık hangisi
bana enlerini anlat
huzur bulduğun yerleri anlat
sırlarını anlat
kimseyle paylaşamadığın
korkularını anlat
gözlerindeki çizgileri
söylesene kim niye çizdi
bilmek istiyorum sebebini
bu sendeki yalnızlık
kimden miras
kimin vasiyeti
yarım kalan aşklarını anlat
vücudundaki izleri
hangi sevdanın yanığı
kim söndürdü kalbinde aşkları
kim yaktı kim acıttı
sana canım derken canını
hüzün dolu gecelerini
sigara üstüne sigara içerken
seni incitenleri
kırık kalbini
kırılgan seni anlat
bana seni tarif et
nereden gelmeliyim
hangi yalnızlıktan sapmalıyım
sağdan kaçıncı yalnızlık
kaç yalnızlık yukarıda
ışığını açık bırak
bir gece ansızın
verdiğin yalnızlığa gelebilirim
seni bulabilirim
istersen ruhundan o yalnızlığı
söküp alabilirim
bana seni tarif et
bir bedende yaşattığın
yüzlerce ruhun acısını anlat
yalandan yere anladım demem
dinliyormuş gibi gözükmem
bana seni tarif et
korkma paylaşmam kimseyle seni
anlatmam gizlerini
anlatmam nemli gözlerini
sadece
bana seni tarif et
anlatırsan eğer olacaksın
sen bana
senden en güzel emanet
tarif edersen sana söz
inan ki etmem ihanet
haydi ne bekliyorsun
bana gerçek seni tarif et.

25 Kasım 2010 Perşembe

İnsan bir nefes istiyor yanında

İnsan ne kadar mutlu olursa olsun kendine bile itiraf edemese de bir nefes istiyor yanında. Biliyor en kalabalıklarda bile tek başına mutlu, yine de çaya kaç şeker alırsın diye soran bir ses mutlaka istiyor. Her şeyin tadı var, fazlasıyla çıkıyor tek başına ama dudaklar hep buruk, acı bir tebessüm. Nefes alsın yeter değil bu nefesi istenen, nefesim olsun. Belki bir omuz, belki bir sırt yıllarca yaslanacağın, yıllarca sana yaslansın istediğin, elleri mendil olsun istediğin gözlerine.

Sadece gülerken kahkahalarına eşlik edecek değil, ağlarken gözyaşlarına ortak olacak bir nefes. Ağlama diye seni teselli etmeye çalışan bir ses değil, sana sarılıp seninle ağlayabilecek birisi.

Zor olan bir hayatı idame ettirmek değil. Ev işi, faturalar, akşam eve gelince bir tabak yemek yapıp yemek, evi silip süpüren, bulaşıkları yıkayan, çayı yapan bir insan değil. Bunları zaten yapıyorsun, zor da gelmiyor yapmak alışmışsın bu hayatı böyle yaşamaya. Çünkü, istediğin bu ama bir akşamüstü tıpkı o hikayedeki gibi fark ediyorsun ki yanında kimse yok ya da yanında olmasını istediklerin değil yanındakiler. Sadece o boşluğu doldurmaya çalışan başka boşluklar.

Bunu da son anlarını yaşadığın zaman anlıyorsun çok geç ama anlıyorsun. Meğer ne zormuş belli bir yaştan sonra tek başına yaşamak, yaşamaya çalışmak. Tek istediğin bir suç ortağı yalnızlığını öldürürken sana eşlik edecek. Yüzünden tebessüm eksik etmeyecek, sana hep gülecek. Verdiğin değil aldığın nefes olsun bir ömür yanında. Maksat yağmur yağdıktan sonra toprağın kokusunu içine tek başına çekmek değil, beraber o kokuyu hissetmek.

Nerede olursa olsun, ne zaman olursa olsun. İnsan bir nefes istiyor yanında anlıyor musun süheyla.

''Yalnızlığa alışırım da bir başınalığa asla.''

''İnsan bi nefes istiyor yanında hele bi yaştan sonra zor tek başına zor.''

21 Kasım 2010 Pazar

Köşe

Bazen dönünce
dokunur geçmişine
hayaller gelir gözlerinin önüne
pişmanlık mı dersin ne dersin bilmem
dokunuşları dokunur sana döndükçe
yalnızlık dönülmek istenmeyen bir
köşe
dikkat et
batar kalbine.

Kısaca

Fotoğrafım
Email: sivilpalyanco@gmail.com