30 Kasım 2011 Çarşamba

İki Dizelik/ Normal Olmak

Benim hani şu 5 kuruş etmez İki Dizeliklerim var ya sağda solda özellikle Twitter denen zamazingoda bu aralar fazlasıyla karşıma çıkmakta. Narsistlik bu ya ara ara bakıyorum acaba yazılmış mı diye ahah evet bakıyorum. Karşıma bir kaç tanesi kesin çıkıyor. Size bir şey itiraf edeyim; dalyaço dahil herkes nefret ediyor onlardan. Yani beni gerçek hayattan tanıyanlar. Dün 3 kuzen balık yapıyoruz oradan buradan konuşuyoruz birden aklıma iki dizelerden bir tanesi geliyor ve söylüyorum.

Kuzen- Palyaço, sen bir işe başlasana. Yorgun ol, keyifsiz ol, çok çalış ve konuşamayacak dereceye gel.
Diğer kuzen- Evet palyaço, aramıza dön.
Ben- Bir gün ünlü olunca hiçbirinizi tanımayacağım.

Üçümüz birden yarılıyoruz. Adamlar şiire ve sanata hiç değer vermiyorlar ahaha. Laf aramızda ben olsam ben de değer vermem. (desem bile inanmayın) Evet, farkındayım bazıları çok güzeller, gerçekten güzeller. Bu yüzden bir çoğunu sildim. Yazıp yazıp siliyorum, kenarda duruyorlar. Yakında hepsini temelli sileceğim. Eser kalmayacak kimdir nedirde.

Aklıma takılan bir diğer mevzu ise Normal olmak. Bugün başka bir blogta 'normal olmak' ile ilgili bir yazı okudum. Her ne kadar gülüp eğlensek bile kuzenlerle aramızda geçen o komik diyalog. Aramıza dön, normal bir hayat yaşa cümlesi.

Normal olmak, rutin bir işte çalışmak. Sabah 9 akşam 5 mesaisi. Akşam o trafik çilesi. Yemek yemek ve dizilerden bir kaç tanesini izlemek ya da o abuk subuk yarışma programlarını izlemek. Bunları izlerken duygusallaşmak, gözlerin dolması ve ağlamak. Kutuda kırmızı çıktı diye üzülmek. Gram üzülmüyorum belirteyim. İzliyor muyum, hayır sadece o son anlara denk gelip gülüp geçiyorum böyle de gaddarım. Normal olmak, hafta sonları maçları takip etmek, alışveriş mağazalarını gezmek. (kitapçıları gezmeyi tercih ediyorum bu mağazalarda) Normal olmak, nefret edilen bir işte çalışmak. Sevilmeyen bir bölümde okumak, adı okumak olsun. Normal olmak, sigortalı bir iş. Emeklilik hayali. Normal olmak, mutlu olmak, mutluymuş gibi görünmek.
Bu mu normal olmak? inanın garipsiyorum hem de çok. Herkes işinden, okulundan, hayatından nefret ediyor.
Her akşam yorgun, bitik ve mutsuz evine geri dönüyor. Tatsız ve yalnız yenen bir tabak yemek. Unutulmak üzere izlenen vakit kaybı programlar. İnternette gezinme ve uyku. Normal olmak hafta sonuna kadar bunu tekrarlamak ve hafta sonunda alışveriş mağazalarında buluşup festfud yemek yiyip sinemaya gitmek.

Ben normal değilim tek bildiğim bu. Bunları yapıyor muyum? Evet, mecburen hayatımın dışına itemediklerimi görmek için yapıyorum. O zaman it dersen de itmek istemiyorum. Bu durumu kabullendim. Kabullenemediğim onlar gibi yapmayınca normal olmamak, anormal olmak.

Bak bu 6. madde
''Paradan çok mutluluğun peşinde koşan herkesle alay etmek ve onları "hırstan yoksun olmak"la suçlamak.''

Benim normallik tanımım bu mesela. Nefret ettiğim bir işten para kazanacağıma çalışmam ve yine bir şekilde yaşarım, o yarışın içinde var olmaktansa azar azar yok olarak, start çizgisine adımımı atmam.

Bak bu da 9. madde
''Evlenip çocuk yapmak, çocukların iyiliğini düşündüğünü söyleyerek aşk bittikten sonra da uzun süre birlikte kalmak.''

Normal olmak haha belli bir yaşa geldikten sonra evlenmek, çoluk çocuğa karışmak. İyi bir iş ve kariyerli bir iş demek bu ülkede belki de dünyada da böyle, bilmiyorum.

Bu da çok hoşuma gitti.
''Dış güzelliğe çok fazla zaman ve para ayırmak.''

Edit: Aklıma geldi. Düşünsene insanlar seni nasıl anıyorlar?
- Çok güzel kadındı, çok yakışıklıydı.

Uzuvlarınla varsın. Bedeninden ibaret bir insansın ve yıllarca böyle anılacaksın. Kimliğin bedenin. Ben öldükten sonra böyle anılmak istemem lan. Yok, tipsizim ayrı bir mesele ahaha (kendimle barışığım mesajı) ama gerçekten bu şekilde anılmak istemem. Hiçbir vasfı olmayan, hayatta ve hayatında hiçbir yere gelememiş insan böyle anılır. Güzelliğiyle, yakışıklılığıyla. Duymak isteyeceğim tek söz şu olurdu herhalde. Gerçi her gidenin arkasından söylenir bu ama yine de bunun söylenmesini tercih ederim/isterim. ''iyi bir insandı.''

- Merhumu nasıl bilirdiniz?
+ Çok yakışıklıydı, çok güzeldi.

Artık herkes kazandığı parayı kendine yatırıyor. Kafa atı kendi ve kendine oynuyor. Ama yanlış bahis. Bir gün kaybedecekler ve çok geç olacak bunu anlamaları.

Sahi normal olmak ne? Ya da normalliğin kriterleri ne? Bak sinirden bir sigara yakacağım ve gülümseyeceğim kendime. Şimdi kendim kendime diyor ki ''sen normal değilsin'' Normal olmayan herkesi daha bi seviyorum.

17 Kasım 2011 Perşembe

Dinlemek

Farkında mısın seni hiç kimsenin dinlemediğinin. Dinlemeyi bırak duymadığının. Yüzünden belli oluyor, yazdıklarından da hem de fazlasıyla. Öyle bir çığlık atıyorsun ki ''buradayım, beni duyun'' diye sesin sağır etmiş etrafındakileri. Her yerdesin, herkeslesin ama kimsesizsin. Senden başka kimsen yok. Her yerde insan kalabalıkları, kalbin dahil. Senden başka her şey hakkında konuşuyorsun, gülüyorsun, eğleniyorsun, üzülüyorsun. Konu hiç sana gelmiyor. Gelse de kimse dinlemiyor. Çünkü, unutulmuşsun. Unutturmuşsun kendini. ''Kasadaki Kız'' gibisin. Görüntün var sadece. Öyle çok konuşuyorsun ki seni duymuyorlar. Duydukları tek şey; sen dışında her şey. Hiç fark ettin mi seni dinlemediklerini, anlatırken seni unuttuklarını. Sen diye birisinin varlığını unuttuklarını. Kızma kimseye kendini unutturan sensin. Tek sebebi de görünür olmak. Her yerde, herkesle, her zaman. Hiç durup dururken çalıyor mu telefonun. Sırf sesini duymak için arayan dostların oluyor mu? Her gün konuştuğun, görüştüğün insanlar en son ne zaman gerçekten, nasılsın diye sordular sana. Ailen, arkadaşların, iş arkadaşların, okul arkadaşların durup dururken merak ettiler mi seni? En olmadık an arayıp şaşırttılar mı seni?

Offline ama online gözüken bir hayat yaşamaktan bunları bile göremiyoruz. Çünkü her gün; yazıyoruz, çiziyoruz, gülüyoruz, eğleniyoruz. Varız ve hayattayız. Kişisel iletilerimizle mutluluğumuzu, mutsuzluğumuzu anlatıyoruz. Bir tane kendimize ait bir sözümüz yok. Mutsuzum bile derken başkasının mutsuzluk tanımlarını kullanıyoruz. Mutluluğumuz bile kendimize ait değil. Anlatamıyoruz, kimse dinlemediği için. Dinlese de kaale (kaile, kâle) almayacağı için. Öyle bir teknolojik savaş ki buradayım demek için yırtınıyoruz. Her gün hayatımıza bir sekme daha ekliyoruz. Hep açık, her zaman açık ve en önemlisi biz açığız. O sekmelerde göründüğümüzü sandığımız biz aslında zamanla yok olan bizi gözler önüne seriyoruz. Gittikçe değersizleşiyorsun, gittikçe uzaklaşıyorsun. En kötüsü de önemsizleşiyorsun. Aslında kendini uzaklaştırıyorsun. Gittikçe daha uzağa gidiyorsun. Herkes seni follow ediyor, herkes seni beğeniyor. Herkes kişisel iletine hayran kalıp like yapıyor. Fakat, hiç kimsen yok. Sosyal olmak uğruna her şey? mi acaba.

Yoksun aslında; sen iletilerden, retweetlerden ibaretsin. Sahte, hal hatır sormalar, merhabalar, sevindimler. Aslında sen değilsin, sevilenler. En son listendeki insanlardan kaç tanesi ile bir araya gelip konuştun saatlerce. Oturup seni anlattın, onu dinledin. Kâh güldün, kâh hüzünlendin. Sana akıl verdi, seni yargılamadan şunu yap dedi.

Kimseyi hor gördüğüm, küçük gördüğüm yok ama görünen manzara bu. Zamanının çoğunu bu anlattıklarını yapan biri olarak bir zamanlar. E ne yapalım? Bu da zor bir soru. İnsanın hayatta sarılabileceği ve gerçekten vaktini ayırabileceği mutluluk veren ve gerçek olan şeyler var. Bu şeyler ne bilemiyorum. Saatlerce kitap okuyabilirsin, film izleyebilirsin, tek başına bir yerde oturup etrafı izleyebilirsin. Piraye diyor ki benim için; ''gelip gelip kitaplarımı çalıp duruyor.'' 4 tane daha ç aldım, çalarım pirayem çalarım hahah. Hiç gitmediğin bir yere gidip gezebilirsin. Ne bileyim oturup kendine bir yemek bile yapabilirsin. Bir hobi edinebilirsin. Uzun zamandır gitmediğin, görmediğin bir arkadaşını görebilirsin. Boş boş oturabilirsin. Bu bile güzel yapmasını bilene. Kaçmak güzeldir, kaçabilirsin bir süreliğine. Herkesten her şeyden uzaklaşabilirsin. Göreceksin ki aslında hiçbir şey değişmemiş olacak, bıraktığın gibi devam ediyor olacak hayat. Fakat, sen biraz kafanı biraz da kendini dinlemiş bulabilirsin, üstüne de dinlenmiş ve yenilenmiş.

Sizi takip eden değil, dinleyen insanlar bulun. Anlatacak çok insan var ama dinleyecek az.

İnsan bir süreliğine kendine reset atmalı, hata vermeden.

13 Kasım 2011 Pazar

İnsanlarla Arasına Özenle Duvar Ören İnsan

Sözlüğe yazdım, uzatarak buraya da ekleyeyim.

Dışarıdan görünen; ukala, kendini beğenmiş, gerizekalı, burnu büyük bir tiptir büyük ihtimal. Ne kadar yakışıksız ve itici sıfat varsa hepsinin sahibidir.

Yalnız bırakılmıştır bana kalırsa. Mutsuzluktan değil, beğenmediğinden değil. Kendine bir dünya kurar kendisiyle. Sadece kendisinin olduğu. Kendi kendine de mutlu olduğunu keşfetmiştir adına ne kadar yalnızlık dense de. Bıkmıştır; yalanlardan, sahtekarlardan. Bıkmıştır hep aynı çiğliği görmekten. Seviyorum diyen insanın aldatmasından, yazık diyen insanın bir başkasını öldürürüm demesinden, canım diyen insanın canları acıtmasından.

Bıkmıştır, usanmıştır. Us anlamıştır gerçekleri, kavramıştır.O duvarları kendi örmemiştir aslında. Özenle hayatını mahveden insanlar bir bir eklemiştir üstüste. Ona da o duvarların arkasından izlemek kalmıştır o insanları ve hayatlarını.

Görünen duvar üstüne duvardır, gerçekleri örten. Ne zaman kafasını uzatsa o sert duvarın arkasından yine canı acır, yine canı yanar. Görünen başkadır, görüntünün sahipleri ise en iyi duvarcılardır, bilmezler. Hayatın her anında her yerinde var bu duvar ustalarından. Sen yeşile boyamaya çalıştıkça hayatını beton rengi bir fırça darbesi atarlar. Sonra da sana en son etiketi yapıştırırlar. Deli. Bilmezler delirttiklerini.

İnsan yalnız kalmaz dört duvar arasında, yalnız bırakılır. Kim ister ki duvarlara baka baka yaşlanmak?
Ama bu dünya yaşlandırıyor hem insanı hem de gözleri.

Editliyorum yorumda yazdığım gökkuşağını ekliyorum buraya. :)

11 Kasım 2011 Cuma

Müsveddeler

Hayatımız müsvedde yığınları ile dolu. Öyle çok dolu ki, öyle çok doluyuz ki. Kendimize yetişemiyoruz. Her şey yarım ve eksik. Her şeye yetişme çabası içinde hiçbir şeye yetişemiyoruz. İşten, okuldan eve yorgun dönüyoruz. İş çok yoğun, dersler çok zor. Yemek ve internet derken uyku. Kendimizi odamıza hapsediyoruz. Bütün bu yoğunluluklar içinde kendimizi bile unutuyoruz. Yaptığımız her şey başkası için, başkaları için. Çalışıyorsun patronun için, okuyorsun daha iyi bir gelecek için (ailen istediği için) arkadaşlarınla buluşuyorsun, geziyorsun onlar istedikleri için. Bu arada kendini hep es geçiyorsun. Kendin için yaptığın ne var son zamanlarda? Sadece ve sadece kendin için, kendini mutlu eden. Çok büyük olmasına gerek yok, küçük bir şey olabilir. Mühim olan yaptın mı? Hayatımız müsvedde ve biz üzerinden tekrar tekrar geçiyoruz. Ama mutlu sonu bir türlü yazamıyoruz. Çünkü  yalnızız sadece kendimizin kendisiyiz ve bunu çok geç fark ediyoruz.


Didem Madak - Müsveddeler

Okudunuz mu? eğer okumadıysanız okuyun çok şey kaybetmezsiniz ama çok güzel cümleler kazanabilirsiniz. Halen aklıma geldikçe üzer bu kadın beni, üzülürüm ve ona söylediğim kısa bir cümleden dolayı pişman olurum. Her şiirinde bir satırı yakalıyor beni. Şiirlerini okurken gülümsüyorum, konuşuyorum onunla 'öyle de demeseydin' diyorum, bazen kendimi görüyorum. Pulbiber Mahallesi'ni almıştım diğer kitapları yoktu alamadım bir türlü. Toplam 3 kitabı var, eğer bir yerde gözünüze çarparsa mutlaka alın. Ah gözüm Ah.


1-
Anlatarak bitiriyorum hayatımı
bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat

bir çiçek çizdim bu akşam avcuma
ismini her şey koydum.
simli ojeler sürdüm yalnızlıktan sıkıldığımdan.
müsveddesi gibi şimdi tırnaklarım
yıldızlı bir gecenin.

yıl 2000
tekke ve zaviyeleri kapatıldı kalbimin
tombul güvercinler dolaşırdı kiremit çatısında
bulutlar akardı paçalarından, uğuldarlardı.
kuşların şarkılarından anlarım.
kimse hayra yormaz beni
kuşbaz ve uçmaya meraklı,
ütüsüz giyerim karabasanlarımı
sakarım, sık sık çarpar deviririm yazgımı
içimdeki suyu döktükten sonra işte, ondan sonra
şikayetim yok, rahatım.
taşralı ve safım.

yağmurda unutulmuş bir tanrı’yla ahbabım
balkonda asılı kalır günlerce gökkuşağım,
deterjan reklamına çıkacağız biz ikimiz tanrı’yla
ben böğürtlen lekeli çocuğu oynayacağım,
o kirli beyaz gömleğim.
ah bir de şu gömleğe, göynek diyecek kadar
cesur olaydım.

teyzem öldü.
kırkı yeni çıktı
en iyi hikayeleri ölüler anlatır
ölülerin anlattığı hikayeler
inşirah suresi gibi insanı ayartır


kırmızı günleriyim ben takvimlerin
okullar tatil oluyor ben söz konusu olduğumda
şeker istemeye geliyor çocuklar.
oyun oynuyoruz,
sağlam bir halatla çekiyorum acıyı kendime doğru.
siyah iş günleri müdahale ediyor hayatıma
mor bir köşe yastığı gibi isyankar oturmak istiyorum,
ben oysa divanın en ucunda.

çorba pişirmek istiyorum,
sonra kalkıp ekmek kızartmak,
bıçağın ucuyla kazımak aşkı fazla kızardığında.
söyleyin ateşe,
ruhunu üflemesin benden gayrısına.
çiçek silindi bu sabah ellerimi yıkadığımda
“ellerim bomboş...”
kötü şiirlerden koru beni tanrım
amin!


2-
bir şaşkınlık şarkısı olarak besteliyorum aşkı
kaprisli notalar, huysuz sololarla
bekçisi olmayan geceler denk geliyor bana,
çaresiz bekliyorum,
düdük çalıyorum,
iki el ateş ediyorum havaya.
gecenin bir yarısı oturup ağlıyorum bir çocuk parkında
ulumak gibi ağlıyorum
köpekler koşuyor sağımda solumda
tanrım!
diyorum sadece
başka bir şey diyemiyorum zaten o an.
iyi niyetli ve sevimli bir kızdan kalanlar
sallanıyor durmadan boş salıncaklarda
üzgünüm” diyor,
bir mutluluk şiiri yazamam bu saatten sonra!

yoksul çocuğuydun sen benim 23 nisan sabahımın
şiir okutmadım sana, folklor oynatmadım.
yoksulluk diyorum,
o an,
ucuz lafların çalılarına takılıyor şiirimin elbiseleri.
sen tuz ol en iyisi sevgilim
ben ekmekle duruma müdahale edeyim.
bırak hazır soyunmuşken
kuru öksürüğüne elma kabuğu ve tarçın tavsiye edeyim.
tasfiye ettiler beni kediler aralarından
yar olmaz bundan sonra sarmandan sana.
beni tasfiye ve tavsiye arasındaki karışıklıkta
müsait bir yerde bırak sevgilim.
hem otuzumu geçtim azıcık
gerisini ben yürürüm artık.

çizgili olsun, buruşsun yüzü,
şiirlerim için yaşlanma etkilerini geciktirici krem kullanmayacağım.

yokuş aşağı şarkımı söylerdim, sarhoş
“kanatlarım vardır benim uçarım”
koşup kaşe kabanından yakalardın uyduruk şarkılarımı
ne çok ısıttın beni,
ne çok ısıttım seni,
buruştu ve kirlendi
23 nisan’da takılan simli ve tül kanatlarım
kurtulamadım, üstümde kaldı.
ben sevgilim...
bir çocuk bayramı gibi yaşamak isterdim her aşkı
cezaya kaldım.
bir mutluluk şiiri yazamamaktan dolayı
imlamı iyice bozsam da farketmez artık.
kime ne “de-da”ları ayırmasam?
noktalarda durmasam,
bir ünleme koşsam yalnızca,
sonu uçmak olan çığlığa.
kime ne anlatarak bitirsem hayatımı?
ölümüme de bir şiir yamar nasıl olsa birileri artık.

3-
bazı vakitler tren geçiyor evin yakınından
yaşlanıyorum pencereden her bakışımda
anna karenina’yı taklit ediyor zaman,
atıyor kendini raylara.
neden her aşk
bir kadının cenazesini kaldırır mutlaka.


sevdiğim adamlar çarpıyor camlarıma
bir kelebek gibi kocaman, kara
pervazlarımda kuruyorlar sonra
begonya tozlanıyor,
unutmanın gözyaşları sanki bu tozlar.
annemin temizlik günleri gibiyim
yorgun, solgun ve beyaz.

kardeşim ayağını sallıyor sevdiği şarkılarda
birini çok sevmek gibiyim
sütle siliyor tozlarımı kardeşim.
kestane pişiririz diyoruz sobada
hayallerimiz çatlıyor sonra, çıtırdıyor, kızarıyoruz.

bu şiirden bir bölümü attım
kilometrelerce uzağa
tavşanlı pijamalarımla balkona çıkıp el salladım ardından
havaya uçuracaktı şiirimi az daha,
attım.
lokum getirmişti ve kitap,
ben ruhunu getirsin istemiştim oysa.

onu da tam buradan attım.
ben ne de olsa yakıp yıkanlar listesinde
ölü yada diri arananlardanım.

bir doğuş şarkısı söyletiyorum bazen hayatıma:
aramızda uçurumlar söz konusuyken
uçurumlarda tenzilat varken hazır
uçalım, hadi uçalım
ben nasıl olsa
bu müsveddelerin ortasında yalnızım.''

9 Kasım 2011 Çarşamba

30 Yaşında Eşi, Çocuğu, İşi, Evi, Arabası Olan Erkek/Kadın

Sözlükte herkes ahkam kesiyor, eksik kalırsam çatlarım.

Mutlu mudur? diye düşünüyorum. Elbette mutludur. Düşünsene hemen hemen herkesin yıllarını verip uğraştığı şeylere 30 yaşında sahipsin. Mutlusun işte yani mutludur. Gülüyordur, eğleniyordur, hayatını yaşıyordur. İki taraf içinde geçerli bu mutluluk hali. Çalışan bir eş, her ay gelen belli ve iyi miktarda bir para, buzdolap yiyeceklerle ve gardırop yeni elbiselerle dolu. Ev eşyaları en fiyakalısından  araba da son model. Her yaz birlikte güney ya da akdeniz sahillerinde unutulmaz bir tatil ahahah. Bir de şirinlik muskası ufaklık. Aman allahım ne güzel bir tablo.

Bi zahmet çay koyun, mutlu olduğunu düşününler.

Mutlu falan değil, bunu gözlüklerimle yaptığım gözlemlere dayanarak söylüyorum, çünkü görüyorum. Sadece sisteme ayak uydurmuş. Önce güzel bir iş bulmuş yüksek maaşlı (soracaklar ya oğlumuzun maaşı ne), sonra evlenmiş. Bankadan ya da aileden gelen parayla ev ve araba almış. Boş kalan bir vakitte de çocuk yapmış. Benim gördüğüm, bildiğim manzara hep bu. Farklısına hiç denk gelmedim. Hemen hemen bütün arkadaşlarım evlendi ve olay, gidişat hep bu şekildeydi. Sorsan mutlular mı, eh mutlular.

Ama, işin ama'sı var işte. Göz hep dışarıda. İnan böyle erkek olunca bu gözün dışarıda olmasını daha net görebiliyorsun. Gözlerini pörtlek pörtlek belertmiş dışarıya bakıyor, serengeti ormanlarında impalasını arayan aslan gibi. Yolda, sokakta içinin yağları eriyor. Eridiği an gidiyor, arkadaşları ile eğlenmeye (anladın). Eşini annesine yolluyor. Kendi de o hafta çok yoğun oluyor.  Durum hep böyle. Gelmeyin bana masallarla. Sözlükte bile mutlu aile tablosu çizen ucuz adam ucuz seks peşinde dolanıyor ahah amma dedikoducuyum.

Her neyse bence mutlu değil. Çünkü sevmemiş, bunları istememiş. Hepsi dayatılmış. Ailesi tarafından, o zamanki sevgilisi şimdi eşi olan kadın tarafından. Bir bir hepsini gerçekleştirmış. Altta kalmamak için. Arkadaşlarının yanında, diğer evli çiftlerin yanında. Bizimde olmalı mantığıyla. Gördüğüm hep bu.

Gerçekten mutlu olan, mutlu olduğuna inandığım bu tanıma uyan bir tane arkadaşım yok, değil var. Evet, bir tane arkadaşım var böyle. O kadar arkadaşım içinde bir tanesi böyle ve nedense onu bir yönünden dolayı kıskanırım ama nefretle ya da hırsla değil. Helal olsun diyerek. Şu hayatta gerçekleştirmek istediğim bir şeyi yaptı kendisi bu yüzden. Ne olduğu bana kalsın. En uzak ama hep aklımda olan hayalimdir. Yok yok, düşündüğünün hiçbiri değil. Sadece o yaşta bu başlıktaki tanımlara uyan vasıflara değil de o hayalimi gerçekleştirdiği için bu kıskanma olayı ama fesat değilim, dedim ya helal olsun o yaptı. Ayrıca bu arkadaşımın eşi de çok mutlu. Onun sayesinde hayatını binbeş yüz derece değiştirdi yine de mutlu ve gerçekten mutlu.

Olaya kadınların bakış açısıyla bakarsam onlarda mutlu değiller. Kaynanası birinci neden. Cidden böyle. bir tane kayın validesi ile anlaşan gelin görmedim ben. Anlaşıyoruz rolü yapanlar hariç. Aradaki yaş farkı, kültür farkı, yetişme biçimi, saygı ve sevgi olayı hep birbirinin zıttı ve nedense zıt kutuplar birbirini çeker klişesi gerçekleşiyor. Bu gelin ve kaynanayı bir araya getiriyor o adam (adı batsın). Sonra bak şu söz dokunur bana. Evli olan bir arkadaşım söylemişti şu cümleyi bana. Bir şeyler hakkında konuşuyorduk, ona benden bir şeyler söylüyordum. Durdu, durdu düşündü mahcup ya da üzgün ama çok ciddi bir surat ifadesiyle dedi ki; ''benim kocam niye böyle romantik değil.'' Cevap veremedim. Fakat hayatları, yaşayışları başlığa birebir uyuyor. Yine de mutlular ama hep bir şeyler eksik. Ve biliyorum ki ömrünün sonuna kadar tamamlanmayacak.

Ayrıca hiç dile gelmeyen hep var olan ve var olacak olan dayak, küfür olayı var. Bir çok kadın eşi tarafından şiddete ve hakarete maruz kalıyor. Bunun eğitimle, zenginlikle, doğu ya da batı tarafıyla bir ilgisi yok. Her yerde var bu olay. Bu 30 yaşlarındaki kadın bunu ailesi dahil hiç kimseye açıklayamıyor, anlatamıyor.

Nasıl anlatsın ki? Mutlu bir yuvası var işte. Evse ev, arabaysa araba, paraysa para, elbiseyse elbisse. Kadını doyuruyor adam. Buldu da bunuyor. Anlatsa verilecek ilk tepki kesin şu olurdu; ''manyak mısın sen bu zamanda böyle adam buldun öp de başına koy.'' Hiç kimse çektiği acıyı görmek istemez, görmezden gelir. Çünkü görünen somut şeyler vardır. Ev, araba, iş, para, eşya.

Aldatılma mevzusuna biraz girdim daha fazlasına girmek istemiyorum bile. Karısını çok seven ve mutlu aile babası rolünü oynayan çok insan (insan dedim de hak etmiyor bence ama yine de dedim) var. O babaları  bu kadar yüceltmeyin gözünüzde. Onları en iyi eşleri değil en yakın erkek arkadaşları tanır, bunu unutmayın. Bir de tanımak isteyen kadınlar. Bak şimdi kendime bir soru sordum bir üstteki cümleye istinaden. Neden susuyorum diye. Bazen karganın yemesi gerektiğinden yemeli insan bu yüzden galiba.

70 yaşında bir adam tanıyorum uzak bir yerde tek başına yapayalnız. Anlatmaya başladıktan sonra gözünden yaşlar dökülüyor damla damla. Hiçbir şeye, hiçbir kimseye aldırış etmeden ağlıyor. Neden biliyor musun? Gerçekten sevmiş, çok sevmiş. Onsuz yapamıyor, özlüyor. Yüzü gülüyor, gülse de içi kan ağlıyor. Nerden biliyorum, anlatıyor ve inanır mısın o yaşa gelince bu sayılan saçma sapan maddi şeylerin hiçbir öneminin kalmadığını, olmadığını anlıyorsun. Çünkü en değerli olgunun sevmek ve sevdiğin olduğunu öğreniyorsun.

Varsın olmasın bunlar derim, yok diye hayıflanmam. Olmalı diye bir yarışın içine girip kıçımı da yırtmam. Yok yapmam, yapamam. Zaten istediğim bunlar değil. Tembellikle, gözünün yememesi ile de bir ilgisi yok. Daha çok hiçlikle ilgisi var. Benim istediğim çaya kaç şeker alırsın diye soran bir ses ömrümün sonuna kadar.

5 Kasım 2011 Cumartesi

Gözce

Evet, bir çoğunuz gibi  ilk defa duydum bu kelimeyi. Gözleriyle konuşan insanların dili. Çok insan bilmez bunu. Bazen gazete okurken, internette gezinirken haberin yanındaki o küçük vesikalık fotoğraflara bakarım. Ölen kişinin gözlerine dikkatle bakarım. Sanki her şeyi biliyor ama susarak çok şey anlatmış gibi bir bakış vardır o küçük karede. Her şey boş der gibi donuk bakışlar. Suratındaki ifade ölüm sebebi gibi mutsuzluğa açılan bir kapı adeta, acı bir ifade. Sanki öleceğini bile bile bakmış. Öyle çok öyle uzun anlatır ki, dinlerken dayanamazsınız çaresizliğinize.

Gözce, en güzel dil okuyabilene.

Şu en salak, en berbat anımda gözlerimin önüne berbat bir karikatür geldi.

-Gözler kalbin aynasıdır.
+Evet, maydanoz da cilde iyi geliyormuş, kafanı takma öyle her şeye.

Ve bu gece daha bir idrak ettim korkak olduğumu. Hayat korkaklara göre değil.

2 Kasım 2011 Çarşamba

Tuhaf


Dakikalardır aynı şarkıyı dinliyorum ve ne gariptir ki şarkının sadece bir satırını biliyorum, ezberimde daha doğrusu. Diğer kısımları ne duyuyorum ne anlıyorum. Önceden olsa bir kaç tekrardan sonra kesinlikle o şarkıyı ezberlerdim. Bir kitap okurken cümlesi cümlesine hatırlardım mesela. Ezber hafızam iyiydi. Sınavlara bile çalışırken özet not çıkarma yöntemi ile çalışırdım. Bir bakmışım  bütün konular aklımda, takır takır sıralıyorum cevapları. Şimdi durum tam tersi. Her şey x-y problemi gibi geliyor. Bugün 4 ya da 5 tane gazete okudum, internetten okuduklarım hariç. Bir sürü haber, yazı, köşe okudum ya da okuduğumu zannediyorum. Aklımda kalan tek yazı çocuk gelinler oldu. Diğerlerinin hepsini unuttum, unutuyorum, ceviz yemeli.

Resim ne alaka? Bilgisayarın ekran görüntüsü bazen tüm sayfaları alta indirip bakıyorum öylece. Bir gece yarısı tek başıma oda gibi bir yerin içindeyim. Boş boş oturuyorum, zamanı öldürüyorum. Etrafımda hiçbir şey yok bomboş bir oda. Sigara içip voltalar atıyorum içimde. Bir an başımı kaldırdım bu resimi gördüm. Gülümsetti. Kim çizmiş bilmiyorum ama gülümsetti o gece.

Bazen hayat gibiyim.
Tuhafım.

Yine de olsun.

Kısaca

Fotoğrafım
Email: sivilpalyanco@gmail.com